Strateji ağzımızda sakız gibi çiğneyerek içini boşalttığımız kavramların başında geliyor. Televizyonlar, gazeteler ‘stratejik yorumlar’ yapan stratejistler, strateji uzmanları ile dolu. Gündemi takip eden herkes, her gün belki de onlarca ‘stratejik yoruma’ maruz kalıyor. Bir strateji manyaklığıdır gidiyor ama ne yazık ki söylemlerimiz stratejik gerçekler taktik.
Büzüşen strateji, obezleşen taktik
Öncelikle bir ölçü: Biri stratejistse veya stratejik bir yorumsa duyduğunuz en az 10-15 sene sonrasını da etkileyen bir mega trend, aktör, süreç, ilişki, olay veya dinamik hakkında konuşuyor demektir. Strateji geleceği konu edinir. Ertesi gün yapılacak konuşma, haftaya yapılacak zirve, bir haftanın bilançosu, önümüzdeki ayın görüşmesi stratejinin konusu değildir. Çünkü o gelmiştir, strateji gelecek olanı ön (us) görür. Bir huni düşünün: Stratejist huninin dar ağzına konuşur ve sesi huninin geniş ağzına doğru hem zamansal hem de mekânsal genişledikçe genişler. Taktisyen ise ‘şimdi’ ile ve yakın geçmişle ilgilenir, cariye (şu anda olana) yoğunlaşır, amacı konuşulanlara huninin geniş ağzını tutarak dar ağzına kulak kabartmak ve duymaktır.
Bir de strateji ‘biricik vizyonuna’ hedefleri (amacı), hedefleri ise onlara ulaşmaya sağlayacak kaynak ve vasıtalara birleştirir. Neyin, niçin ve nasıl yapılacağı stratejinin içindedir. Kimine göre sanat olan strateji bana göre bir bilimdir, rasyonel olanla ilgilenir. Stratejist şifre veya gizem çözmez, rasyonel akılla olaylara ve olgulara yaklaşır. Tam da bu nedenle stratejiye merak duyan biri olarak naçizane içinde ‘Şifre’, ‘gizem’ ‘deşifre’ geçen ‘gizemli ve şifre çözdüğünü’ iddia eden yazı, makale, kitap ve kişilerden uzak durmayı tercih ediyorum.
Strateji aslında doğrudan gücün kim tarafından, nasıl ve hangi mekanizmalarla dağıtıldığını/kullanıldığını anlamlandırmaya çalışan siyaset ile de ilgilidir. Strateji ileriye bakarken taktik ise cari ve kısa dönemli konulara odaklanır, sahaya ve teknik olana yoğunlaşır. Strateji aynı zamanda yüksek derecede belirsiz ve artan sistemik risklerle cebelleştiği için siyasetten, siyasetin esnekliğinden istifade etmeye çalışır. Tam da bu nedenle strateji doğrudan siyasetle ilgili, taktik ise teknikle bağlantılı bir analiz düzeyidir.
Strateji ile taktik arasındaki bir önemli fark: strateji proaktiftir, yani olacağı olmadan önce öngörmeyi ve ön almayı içerir, akıllı tasarım ve ihtimali planlama gerektirir. Taktik ise reaktiftir, yani şu anda olanı yönetmeyi, lehte olanı hızlandırmaya aleyhte olanı durdurmaya odaklanır. Strateji zar atar, oyun kurar, senaryo yazar, siyaseten miyop olan taktik ise atılan zarlara göre oyunu en etkin oynamaya, yazılan senaryoyu verimli yönetmeye odaklanır.
Bize her yer ‘Stratejik’ ama gerçekler ne yazık ki ‘Taktik’
Enteresan şekilde söylemlerimiz hala stratejik ama yaşadıklarımız giderek taktikleşiyor. Ve toplumsal zihin haritalarımızda bir kavram değişimi söz konusu. Zihinlerimizde taktik ile strateji yer değiştiriyor, toplumsal zihin haritalarımızda zamansal bir daralma yaşanıyor, stratejik düşündüğümüzü, konuştuğumuzu zannediyor ama giderek taktiğe sıkışıyoruz. Ve bu sıkışma bence çok tehlikeli. Taktiğe sıkışıyoruz sıkışmasına ama ortak gelecek vizyonumuzun daraldığının, toplumca miyoplaştığımızın ve yaşamsal mümkünatlarımızın sayısının hızla azaldığının pek de farkında değiliz.
Bu girişten sonra şimdi gelelim asıl konumuza.
Geçen hafta katılımcıları siyasetçilerin olduğu bir etkinliğe güvenlik konularında konuşmak üzere davet edildim. PKK ile mücadelede stratejik-siyasi alandan giderek askeri-taktik alana sıkıştığımızı, bunun da mücadele sonunda ulaşmak istediğimiz hedefler ve vizyon konusunda kafa karışıklığına neden olduğunu açıklarken bir katılımcı söz aldı ve ‘Hocam PKK bitti ama siz hala böyle konuşuyorsunuz’ yorumunu yaptı. Sordum: ‘Ne anlamda bitti?’ ‘Her anlamda Hocam’ diye cevap verdi ve ekledi: ‘Geçen hafta toplam 52 terörist öldürüldü. Bir sürü silah, malzeme ele geçirildi.’
Bu yorum üzerine şu cevabı verdim: ‘Sayın Hocam siz sivil bir siyasetçisiniz bense eski bir asker. Ama sizi taktiğe sıkışmış görüyorum. PKK ile mücadelede başarıyı haftalık etkisiz hale getirilen PKK’lı sayısı üzerinden ölçerek örgütün bitmekte olduğunu öneriyorsunuz. Ama bu bitiş bize sadece askeri-taktik bir zafer verir. Mesele bu askeri-taktik zaferi nasıl bir stratejik zaferler taçlandırabildiğimiz meselesi. Belki de PKK’yı askeri anlamda bitirip savaşı kazanırken farkında olmadan barıştan uzaklaşıyoruz.’
2002’den bu yana Musul üçüncü kez kurtarılıyor
Gerçekten de Irak ve Afganistan tecrübeleri ‘savaşı kazanmak’ ile ‘barışı kazanmanın’ iki farklı şey olduğunu ortaya koydu. Artık taktik-askeri zaferler siyasi-stratejik zaferlerin garantisi değil. Örneğin Musul’a bakın. 2002’den bu yana Musul’u 2004 ve 2009’dan sonra üçüncü kez ‘özgürleştirmeye’ çalışıyorlar. Umarım Musul ileride dördüncü kez kurtarılmaya çalışılmaz. Soru basit: Musul’u daha önce iki kez kurtarılmasını sağlayan askeri-taktik zaferlere rağmen bu gün niçin Irak Musul’un üçüncü kez kurtarılması gibi taktik-operatif düzey bir sorunla karşı karşıya?
Yeni dönemde devlet- silahlı devlet dışı aktör tokuşmalarında askeri-taktik düzeydeki zafer otomatik bir şekilde ‘siyasi zaferin’ garantisi değil. Çoğunlukla tam tersine askeri-taktik zafere ulaşmaya çalıştıkça siyasi zaferden bile uzaklaşılabiliyor.
Taktiğe sıkışmanın zehirleyici etkisi
Her hafta taktik seviyede kahramanlık hikayelerini konu alan diziler evimize misafir oluyor. Geçen hafta saydım. Bir dizinin bölümünde doğrudan atıf olmasa da giyim kuşam ve konuşmalarından PKK’lı olduğunu düşündüğüm ve ölümünü seyrettiğim ‘kötü adam’ sayısı 42. Biz taktik seviyedeki başarı ve kahramanlık hikayelerine sıkıştıkça başarıyı/başarısızlığı da bu seviyeden ölçmeye alışıyoruz/şartlandırılıyoruz. Maç gibi. Bu hafta bizden kaç kişi ‘şehit oldu’, onlardan kaç kişi gitti? ‘Şehitlerimizin’ sayısı ile ‘onların ölülerini’ kıyasla ve başarıyı buradan ölç. Bir de taktiğe sıkıştıkça siyasi-stratejik düzeyin ne yapıp yapamadığı konusundaki denetimimiz de zayıflıyor. Siyasi-stratejik düzeydeki başarı ya da başarısızlıklar önemsizleşiyor. Ne de olsa taktik başarı ve kahramanlık hikayeleri ‘duygusal gerçekliğimizi’ besliyor, bizi ‘iyi hissettiriyor.’
Şimdi soru basit: Acaba çatışma çözümüne yeniden dönmek için şartlar olgunlaştı mı yoksa PKK’nın tamamen ‘bitirilmesi’ yani PKK’nın fiziki varlığını yeryüzünden silip ‘kesin ve mutlak bir taktik-askeri zafer’ için mi biraz daha mı beklemeliyiz? Peki ya bize ‘savaşı kazandıracak’ bu taktik-askeri zafere ulaşma çabası tam da ‘siyasi zaferden’ giderek uzaklaşmamıza neden oluyor olamaz mı?
Veya çatışmadan çatışma çözümüne geri dönmek için acaba PKK’nın ‘Tamam pes! Ben kaybettim’ mi demesini beklemeliyiz yoksa biz mi ‘Ben kazandım! Ben kazandım!’ deyip zaferimizi kendimiz mi ilan edeceğiz?
Bir stratejik vizyon denemesi: 2032 Olimpiyatları Diyarbakır’da
Stratejist ve stratejik söylem bolluğu yaşayan ülkemizde bir analist parçası olarak haddim olmayarak ben de stratejik kelam etmek isterim. Bu kelamı edeyim ki her gün stratejik diye ‘gazlanan’ taktik yorumların yarattığı daralma nedeniyle ‘büzüşen’ zihinlerimiz genişlesin.
Vizyonum şu: Türkiye’nin 2032 Olimpiyatlarını Diyarbakır’da yapmak için aday olması. Düşünsenize 2032 Olimpiyatları’nın Diyarbakır’da yapıldığını. Milyar dolarlık yatırımlar ve bölgesel kalkınma imkanı. Tas tamam 15 yıl var. Hep birlikte el ele versek, Türkü, Kürdü, Alevisi, Sünnisi, sağcısı, solcusu, kentlisi ve köylüsü bu vizyon etrafında birleşsek acaba bu hedefe ulaşmayı başarabilir miyiz? İşte şimdi taktiğin sıkışmışlığından çıktık, stratejinin ilgi alanındayız. 15 yıl sonraki bir vizyonu ve bir hedefi tartışıyoruz. Buna ulaşmak için bize hedefler, kaynaklar ve yöntemler lazım. En başta da bir mühimmat: Birlikte yaşama ve hep beraber ortak amaç uğruna iş tutma becerisi. Acaba yapabilir miyiz? Para, nitelikli insan, alt yapı, üst yapı, siyasi irade. Bunlar tabi ki önemli ama ilk çıkış sorusu önemli: Bu vizyonumu duyunca ‘Gene zırvalamış’ deyip gülüp geçtiniz mi? Yoksa ‘Evet ya. Ne hoş düşünce. Neden olmasın?’ mı dediniz. İlkini dediyseniz taktiğe sıkışmışsınız demektir, ikincisini dediyseniz söylemlerin stratejik, gerçeklerin taktik olduğu ‘Türkiye’ dediğimiz şu ‘Alice Harikalar Dünyası’nda’ hala stratejik bakış açısını koruyabilenlerdensiniz. Lütfen onu kaybetmeyin. Çünkü hep beraber bu ülkeyi inşa ederken lazım olacak.