O, 2014’ün 18 Mart’ında Genelkurmay Başkanlığı’nda düzenlenen ‘Şehitler Günü Anma Programının’ göz bebeği idi. Çünkü korucu olan babası teröristlerce evinin kapısında ve O’nun gözleri önünde şehit edilmişti. Bir şehit çocuğu olarak davet edildiği bu programdaki ‘buruk gururu’nu hisseden ve onu teselli etmek isteyen generaller onun başını okşamışlar, onunla sohbet etmişler ve ona ilk kez uçağa binme ve yine ilk kez Başkent Ankara’yı görme fırsatını veren 18 Mart 2014 gününü hayatının unutulmazları arasına sokmayı başarmışlardı. Gördüğü bu yakın ilgi sayesinde babası şehit olduğundan beri ilk kez yüzü güldü. O’nu Genelkurmay Başkanlığının nizamiyesinden uğurlarken o mahzun gülümseme aklımda çakılı, arkasından bakakalmıştım. ‘Allah’ım ne hayırlı iş oldu’ dedim kendi kendime. ‘Çocuğa sahipsiz olmadığını, ona sahip çıkıldığını hissettirdik. Boynu bükük kalmadı, hayatında bir gün de olsa yüzünü güldürdük.’
O, 18 Mart 2014’den tam 19 ay sonra bu sefer de 2 Ekim 2015’de basına haber olarak yansıdı. Ama bu sefer ‘Generallerin başını okşadığı bir şehit çocuğu’ olarak değil bir ‘Terörist’ olarak. Güneydoğu’nun o adı sık sık çatışmalarla gündeme gelen illerinden birinde acılı annesinin ifadesiyle ‘Şeytana uymuş’ ve o günün akşamı sokağa çıkıvermişti. ‘Arkadaşlarına kandı belki de merak etti bilemiyorum’ dedi annesi ve devam etti ‘Ama yemin billah. Oğlumun yoktur terörle ve örgütle bir ilişkisi. Elinde de silah yokmuş zaten. Eminim meraktan gitti. Sonra beni aradılar oğlun vuruldu, ağır yaralı diye... Polis vurmuş gösteriler esnasında. Ama komutanım yemin billah elinde ne silah varmış çocuğun ne de başka bir şey.’
O, daha 14 yaşındadır. Hemen Diyarbakır Devlet Hastanesi’ne kaldırılır. Devlet her şeye rağmen O’na ‘şefkat’ göstermiş ve tedavi altına almıştır ama kaldırıldığı bölüm ‘Tutuklu Koğuşu’dur. Daha 19 ay önce Ankara’da Genelkurmay’da ‘Generallerin başını okşadığı buruk gururlu şehit çocuğu’ iken artık ‘Çocuk teröristtir.’ Ama her ikisindeki ortak nokta: ‘Çocuktur.’
Çocuk, Türkiye hukuk sisteminde ‘daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişiye’ deniyor. Türkiye’de, çocukların ceza hukuku karşısındaki sorumlulukları bakımından durumları, üç yaş grubu altında farklı hükümlere bağlanmış durumda. İlk grup olarak, suç tarihinde 12 yaşını doldurmamış küçüklerin ceza hukuku karşısında sorumluluğu bulunmamakta. O’nun girdiği 12 yaşını doldurmuş olup, henüz 15 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza hukuku karşısındaki sorumluluklarının olup olmadığı hususunda Kanun Koyucu kesin kanaat bildirmemiş. Son grup olan 15 yaşını doldurmuş ancak, 18 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza hukuku karşısında sorumlulukları bulunmakta. Ancak, bu çocuklar hakkında indirimli ceza politikası izlenmekte.
Geçen ay Cizre’ye yaptığım gezide bir genç beni kenara çekti. ‘Metin Abi’ dedi ve devam etti ‘PKK bu YDG-H’li gençlere çok yazık ediyor. Eskiden örgütçülüğün de bir raconu vardı. Örgüte girmek istediğinde kesin kaydını alırlardı. Seni yaşadığın yerden koparır ve KADROLU TERÖRİST yaparlardı. Kadrolu olunca en azından örgüt içinde bir maaşın, kimliğin, hakkın ve hukukun olurdu. Ama ya şimdi? Şimdi örgüt bu çocukları kandırıyor. Kimliklerini bile almadan onları sokağa salıyor ve başlarına bir şey gelince de haklarını gözetmiyor. Olan da arkalarından koşan gözü yaşlı ana babalara oluyor. Ailesinden kaçıp YDG-H evlerinde kalan 12 yaşında çocuklar var biliyor musun?’
Belki O, o gün annesinin dediği gibi ‘meraktan’ belki de örgütün ‘kandırdığı’ bir çocuk olarak sokaktaydı bunu bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey var O’na ve onun gibilere devletin ‘acımadığı.’ Çünkü devlet o çocuk da olsa terör örgütü üyeliği, terör örgütü üyesi olmamakla birlikte terör örgütü adına suç işlenmesi, terör örgütüne yardım ve yataklık suçu ile terörün propagandası suçlarını asla affetmez ve en ağır şekilde cezalandırır. Her ne kadar çocuk hukuku kapsamında O’nun cezai sorumluluğundan bahsedebilmek için, O’na isnad edilen suçun “hukuki anlam ve sonuçlarını algılama” ve “davranışlarını yönlendirme” yeteneklerine sahip olması gerekse ve cezai sorumluluğunun bulunup bulunmadığına yönelik TİTİZ bir soruşturma süreci gerekse de Türkiye’nin ‘anormalin normalleştiği’ bir şehrinde yaşadığı için kolluk güçlerinin ve yerel yargının ne bunu yapacak gücü ne de konu terör olunca yetkisi var.
Çünkü O ve belki de şu anda yüzlercesi devletin soruşturulması, kovuşturulması ve infazında özel kurallara yer verilmiş, özel kolluk, savcılık, mahkeme sistemi geliştirilmiş ve özel ceza infaz sistemleri öngörülmüş terör suçu ile karşı karşıya. Konu terör olunca “çocuğun korunması ihtiyacı” veya “çocuğun suça itilmesi” olgusu gibi çocuk hukuku değerleri ister istemez ikinci plana itiliyor. O ve onun gibi yüzlercesinin çocuklukları konu terör suçu olunca daraldıkça daralıyor ve en sonunda ‘çocuk terörist’ kavramının başındaki ‘çocuk’ da düşüyor. Akşam haber bültenlerinde biz onları ‘terörist’ olarak dinliyoruz, gazetelerde ‘terörist’ olarak okuyoruz.
‘Çocuk mocuk ama ellerinde Keleşler ve roketatarlar var. Polisi, askeri onlar şehit ediyor’ itirazlarını duyar gibiyim. Doğru elinde silahla polisi ve askeri şehit edenlere acımayın buna diyeceğim yok ama lütfen bir kez kendinizi o kent merkezlerindeki çatışma alanlarının ortasında yaşamaya çalışan bir anne veya baba olarak hayal edin. 15 yaşında oğlunuz var. Atarlı ve ağır adrenalin baskısı altında. Genç ergen. Onu nasıl günün 24 saati ve haftanın 7 günü kontrol edebilirsiniz? Silopi’den bir dostum şöyle diyor ‘Abi, zaten yapabilenler örgüte çocuklarını kaptırmamak için ya başka illere okul kaydını aldırdı ya da çalışmaya gönderdi. Kalanlar zaten durumu olmayan fakir aile çocukları. İş yok güç yok. Bu çocuk ne yapsın?’ Şimdi o zaman asıl suçlu kim?
- Bu habitatta ‘suça sürüklenen’ çocuk mu?
- Bu çocuğa sahip çıkamayan anne baba mı?
- Bu gencin enerji ve dinamizmini çok iyi anlayan ancak istismar eden, kent merkezlerinde daha az maliyetli, daha uzun soluklu, daha siyasi ve kendisi için daha az riskli bir mücadele için bu gencin enerjisini, otoriteye olan itirazını, başkaldırışını kullanan PKK mı?
- Bu genci ıskalayan ve 19 ayda ‘generallerin başını okşadığı şehit çocukluğundan’ ‘çocuk teröriste’ dönüşmesine neden olan mekanizmayı anlamak istemeyen devlet mi?
O’nun şu andaki durumunu merak ediyorsunuz değil mi? Şu anda yargı süreci devam ediyor. ‘terör örgütü adına suç işlenmesi ve terör örgütüne yardım ve yataklık suçlarından 8-10 yıl hapis istemiyle yargılanıyor. Henüz 14 yaşında ama adli siciline ‘terörün’ bir şekilde bulaştığı bir çürüyen kişilik haline gelmiş durumda. Artık O’nun için okumanın, hayata tutunmaya çalışmanın bir anlamı var mı sizce? Henüz çocuk yaşta mezara kadar götüreceği bu damga ile O nerede ve nasıl iş bulur, hayatını nasıl kazanır? Fikri olan......
‘Aman bize ne? Çeksin cezasını’ diyenler de olabilir aranızda. Ben bu kadar acımasız olmazdım ve biraz ürkerdim çünkü O ve O’nun gibilerin sayısı şu son 7 ayda ülke genelinde binli rakamlara ulaşmış durumda. O ve O’nun gibi bir kaç kişi olsa hadi görmezlikten gelelim ama biraz provakatif bir noktaya dikkat çekmek isterim: Bu çatışmalar hala devam ederse 6-7 ay içinde O ve O’nun gibi yaklaşık 5 bin ‘çocuk teröristimiz’ olsa karanlık emelleri olanlar bu kayıp çocuklardan mini bir ‘Şehir Gerillası Ordusu’ çıkartır.
Terörle mücadelede günümüzde her şey çok daha asimetrik. Bakın size bir ilginç bilgi: 1830’larda ABD’nin batı kıyısında, Kaliforniya’nın Pasifik sahillerindeki balıkçılar av dönüşü ağlarına takılan deniz yıldızlarını bıçakla ikiye böler, öldürüp balıklar yesin diye deniz atarmış. Balık üreme yataklarını kurutan bu deniz yıldızları onlar öldürdükçe daha da artmış. Balık yataklarını daha çok kurutmaya başlamış. Balıkçılar da deniz yıldızları balık yataklarını kapladıkça onları daha bir hınçla öldürmeye başlamış. Artık ikiye değil dörde bölerek denize atmaya başlamışlar. 1870’lere gelindiğinde San Fransisko- Los Angeles arasındaki kıyı şeridinde deniz yıldızı istilası yüzünden tüm balık yatakları kurumuş ve balıkçılık bitme noktasına gelmiş. Ve tam da o yıllarda bir deniz biyoloğu çok ilginç bir şey keşfetmiş. Ne mi? Deniz yıldızlarının merkezi sinir sistemi olmadığını... Yani balıkçılar ağlarına takılan deniz yıldızlarını ikiye bölüp öldürdük zannıyla denize attıkça aslında bir deniz yıldızından iki deniz yıldızı yapıyorlarmış. Daha da kızdıklarında onları dörde bölünce de bir deniz yıldızından dört deniz yıldızı....Kıssadan hisse mi?
O ve O’nun gibi ‘Çocuk teröristleri’ tamam ezelim, yok edelim, hapislere tıkalım ama. Ama onlar şu deniz yıldızlarına benziyor olmasınlar. Biz onları yok ettiğimizi sandıkça onlardan daha çok yaratıyor olmayalım? Bir tanesini öldürüp, hapse tıkarken on tanesini yaratıyor muyuz acaba?
Çözüm mü? ilk olarak, O ve onun gibi sayıları binli rakamlara ulaşan ‘Çocuk teröristler’ tarafından gerçekleştirilmiş olan fiilleri dolayısıyla kusur yeteneklerinin varlığı durumunda, halen uygulanmakta olan ceza indirimi suretiyle cezalandırma politikası yerine, hâkime verilecek takdir yetkisiyle, gerektiğinde bu çocuklar hakkında ceza uygulamama yönteminin belirlenmesi. Hakimlerin takdir yetkisine bırakılan bu husus sayesinde bu çocuklar belki de ‘çürüyen kişilikler’ olmaktan kurtarılabilir. İkinci olarak bu ‘çocukların’ topluma nasıl kazandırılacağına yönelik ciddi bir devlet politikası, maddi, manevi ve psikolojik rehabilite süreçlerine dair ciddi projeler gerekir. Umarım Ankara beni duyuyordur. Duymuyorsa da sanırım şu an ağlarına takılan deniz yıldızlarını dörde bölmekten duymuyor olabilir. Ama benden söylemesi deniz yıldızlarının merkezi sinir sistemi yok, birini dörde bölünce ondan dört tane oluyor...
TBB Dergisi 2013 (105) Yusuf Solmaz BALO