15 Temmuz Askeri Kalkışması’nın üzerinden bir yıl geçti. Şu an nerede olduğumuzu anlamak için yeni bir sivil-asker ilişkileri resmi çekmenin zamanı geldi. Bunun için önce kısa bir durum tespiti yapıp, sonra bu alandaki başat aktörlerin algıları, tutumları ve duruşlarını özetleyip, müteakiben madde başlıkları halinde tespitlerimi, tahmin ve önerilerimi sıralamak niyetindeyim.
Şu an ‘Durum’ ne?
Şu an sivil-asker ilişkileri açısından durum ‘karışık.’ Çünkü her şey birbirinin içine girdi ve kördüğüm oldu (veya bu kördüğümü biz yarattık). Artık hiç kimse TSK’nın içinde FETÖ’nün yuvalandığı imtiyaz ve otonomi alanlarının olduğu ve 15 Temmuz’la çürüdüğü tescillenen ‘eski düzene’ dönmek istemiyor. Bu konuda kafalar net. Ama ‘yeni düzene’ dair de kafamızda net bir resim de yok. Herkes ‘neyin’ ve ‘niçin’ yapılması gerektiğini kendi siyasi meşrebi ve hayat görüşü açısından sıralıyor ama yeniye dair beyin yakan ‘NASIL’ sorusuna gelince kafalardaki resimler hala sisli.
- Acaba NASIL bir orduya ihtiyacımız var? Acaba realist bir tutumla TSK’nın şimdiki teşkilat yapısı, kullandığı harp silah/gereçleri, şu anki personel kaynağına bakarak mı bu soruya cevap vermeliyiz (yani eldeki köfteye göre mi ekmeği ayarlamalıyız) yoksa idealist bir tutumla kafamızda ‘olması gereken resme’ göre mi bir ordu tasarlamalıyız (yani hayalimizdeki ekmeğe yetecek kadar mı köfte pişirmeliyiz?)
- Acaba genç askerlerimizin, özellikle ordu içindeki yönetici elitler olan subayların kafasına NASIL bir işletim sistemi yüklemeliyiz? Askeri eğitim sistemini NASIL dizayn etmeliyiz?
- Acaba bir daha 15 Temmuz’lar yaşanmaması için askerlerimizin kalplerini ve beyinlerini ele geçirmesinler diye NASIL bir Denetim/Yaptırım mekanizması kuracağız? Bu mekanizma askeri mi sivil mi olmalı?
Yukarıdaki sorulardan anlaşılabileceği gibi siyaset/ideoloji kokan ‘Niçin’ sorusundan oldum olası hazzetmem. Benim derdim daha teknik, daha eleştirisel ve bu konularda cevaplanması daha zor olan ‘Nasıl’ sorusu.
Ve ne yazık ki 15 Temmuz’un üzerinden neredeyse bir sene geçmesine rağmen ‘nasıl’ sorularına verebildiğimiz cevap sayısına bakınca ortada pek de iç açıcı bir resim yok.
Şimdi Aktörler ve mevcut pozisyonları
Askeri Bürokrasi: TSK’nın 15 Temmuz Sonrası Kaçan Dönüşüm İştahı
Son günlerde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nın iç dinamikleri ve ordudaki hakim gruplar arasındaki güç mücadelelerine dair yazılar medyada sıkça yer alıyor. Bu yazılara baktığımda ülkenin aşırı siyasallaşmış ikliminde TSK içindeki asıl mücadelenin siyasi görüşleri açısından ‘Ülkücüler’, ‘Avrasyacılar’, ‘Muhafazakarlar’ ve ‘NATO’cular’ gibi farklı gruplar arasındaki güç/çıkar mücadelesi olduğunu vurgulayan yorumlara rastlıyorum. Bu yorumların gerçeklik payı var ama bence TSK içindeki asıl mücadele bu değil. Yani 15 Temmuz sonrasında TSK içindeki asıl güç mücadelesi ‘siyasi görüş’ açısından değil ‘DÖNÜŞÜM konusundaki duruş’ açısından. 29 Nisan 2017’deki yazımda[i] da vurguladığım gibi TSK içindeki asıl güç/çıkar mücadelesi simbiyontlar, pragmatistler ve reform yanlısı dönüşümcüler (eskiyi ihya etmeye çalışan öze dönüşçüler ve yeni bir model peşinde koşan ilerlemeci dönüşümcüler) arasında yaşanıyor. Ancak askeri elitleri siyasi görüşe değil de dönüşüme yönelik tutumları açısından analize başladığımız zaman TSK hakkındaki tartışmayı ‘depolitize’ ederek toksik siyasi zeminden teknik zemine çekebileceğimizi ve bu sayede de ‘Nasıl’a dair farklı projeler, modeller ve yaklaşımlar tartışabileceğimizi düşünüyorum.
Bana ‘askerle sivil siyaseti ayıran en temel fark nedir?’ diye sorsanız ‘belirsizliğe’ yönelik tutumları derim. Sivil siyaset için belirsizlik bir dereceye kadar risk ama son tahlilde ‘fırsat’ demekken asker için belirsizlik her ahval ve şartta başı ezilmesi gereken bir numaralı düşmandır. Sivil belirsizliği yönetmeye çalışır, asker ise yok etmeye. Bu nedenle askerlerin büyük çoğunluğu statüko’ya tapınır, yenilikten ve reformdan nefret eder, arşive sadıktır, yeni yol/yöntem bulmaya değil eskiyi takibe odaklanır, dönüşmekten, reformdan korkar. 15 Temmuz sonrasında da böyle oluyor. TSK kurumsal refleksle ‘ESKİYE’ yani 15 Temmuz öncesine dönmeye çalışıyor. Ama sivillere bir uyarım: TSK bu davranışı siyasi bir bilinçle yapmıyor. Modernist, Weberian paradigmayla kurulmuş, bürokratik, sert ve hiyerarşik her modern dünya ordusunun gösterdiği bir REFLEKS bu. Yaşanan kurumsal şok sonrası eski statükoya dönme refleksi. 15 Temmuz sonrası yaşanan tasfiyelerle TSK içindeki statüko’ya tapan, TSK ile parazitel ilişki kuran, hayat felsefesi ‘ne kadar az iş o kadar iyi’ olan simbiyontlar’a gün doğdu. Her devrin adamı olan ve kendi kariyerini önceliklendiren pragmatistler de 15 Temmuz sonrasında kazananlar arasında. Bir yazımda ’15 Temmuzla FETÖ’cüler en çok TSK içindeki dönüşüm konusundaki istek ve kapasiteye zarar verdi’ demiştim tam da bu yüzden. 15 Temmuz sonrasında nispeten entelektüel gelişmişlikleri düşük simbiyontlarla, aşırı siyasallaşan pragmatistlerin devri başladı ve neticede TSK’nın dönüşüm/reform konusundaki iştahı kaçtı. Nasıla kafa yoran çoğu ilerlemeci dönüşümcü tasfiye edildi, öze dönüşçü dönüşümcülerin büyük kısmı ise hala küskün veya öfkeli.
Bir tespitim: ‘15 Temmuz sonrasında TSK’nın ‘dönüşüm konusunda kaçan iştahı’ şu an ‘Avrasyacı, Ülkücü, Muhafazakar, Natocu’ şeklinde köpürttüğümüz siyasi tartışmalarımızdan çok daha önemli.
Sorum gene bir nasıl sorusu: TSK’nın dönüşüm konusundaki iştahı NASIL açılacak?
Unutmayın TSK yeni bir ‘şeye’ dönüştürülemezse eskiye döner. Bunu da istemiyoruz. O nedenle bu sorum çok kritik. Lütfen düşünün: TSK’nın dönüşüm iştahı nasıl açılacak?
Sivil Bürokrasi: Askerler sanki 15 Temmuz olmamış gibi davranıyor
15 Temmuz sonrasında TSK’nın içindeki dönüşüm istek ve kapasitesi de uçup gittiği için sivil bürokrasi dönüşümle ilgili ‘nasıl’ sorularını cevaplamak zorunda. Ama sivil bürokraside iki şey gözlemliyorum:
- Askerlerin kurumsal bir refleks olan ‘eskiye ya da 15 Temmuz öncesine’ dönüş çabalarını siyasi bir okumayla ‘Bu askerler eski otonomi/imtiyaz ve haklarını muhafaza etmeye çalışıyorlar. Asker 15 Temmuz sanki hiç olmamış gibi davranıyor’ şeklinde algılıyorlar. Bu algının sonucu da 15 Temmuz sonrasında askerlerle beraber çalışan sivil bürokraside askere yönelik artan kırgınlık, hatta öfke mevcut. Sivil bürokrasi 15 Temmuz sonrasında askerin yeni bir ‘şeye’ dönüşmesi gerektiğini anlayamayıp, eskiye dönmek istemesinden şikayetçi ama bana ‘Sivil yeniye dair nasıl sorularını cevaplayan bir model, yaklaşım öneriyor mu?’ diye sorarsanız buna ‘Hayır’ derim. 15 Temmuz’un üzerinden bir sene geçti ama ben hala ‘Nasıl bir Askeri Reform’ konusunda kafamdaki soruları cevaplandıran bir kitap, rapor, akademik çalışma okumadım. Toksik siyasetten zehirlenmiş gazete köşe yazıları, op-ed’imsi yazılar arasında bile bu konuyu irdeleyen yazı yok denecek kadar az.
O zaman yönetmemiz gereken ilk risk alanı ortaya çıkıyor:
- Askerlerin 15 Temmuz öncesine dönme reflekslerinin törpülenmesi, TSK’nın dönüşüm konusundaki iştahının açılması ve 15 Temmuz sonrasında TSK içinde ‘aranan adam’ haline gelen ve kurum içine ‘STATÜKO’ pompalayan simbiyontlar ile kontrolsüz şekilde siyasallaşan pragmatistlerin sivil bürokrasi tarafından yönetilmesi zaruriyeti.
- Diğer risk alanları da şunlar:
1. Türkiye’de 15 Temmuz sonrasındaki sivil-asker ilişkilerinin giderek ‘Cumhurbaşkanlığı (saray)- asker ilişkilerine’ dönüşmesi ve 15 Temmuz’a çare olarak önerilen ‘tekelci sivilleşme’nin yani tüm sivil gözetleme (monitoring) ve denetleme (oversight) mekanizmalarının tek çatı altında toplamanın yaratacağı risk. Eskiden askerde olan ‘gücü’ yani yumurtalarımızı ayrı ayrı sepetlere koymak yerine hepsini tek bir ‘sivil sepete’ koyunca gücü askerden sivile transfer etmiş ve sivil-asker ilişkilerinde bir sivilleşme sağlamış oluyoruz ama bu ‘gücün farklı aktörlere dağıtılmasını/yayılmasını’ amaçlayan demokratikleşme demek değil.
2. Manisa’daki asker zehirlenmesi ardından yazdığım yazıda[ii] da vurguladığım gibi 15 Temmuz sonrasında Genelkurmay Başkanlığı makamının gücünün/etkisinin hem TSK içinde hem de sivil muhatapları nezdinde hızla ve kontrolsüz şekilde zayıflaması, bu zayıflamaya paralel olarak bir güç boşluğu oluşması. Ne yazık ki Milli Savunma Bakanlığı (MSB)’nın TSK içindeki ve TSK ile ihale vb. nedenlerle iş tutan sivil tüzel kişiler nezdinde gücü/etkisi Genelkurmay Başkanlığı’nın zayıflaması nispetinde artamadı. Genelkurmay Başkanlığı’nın özellikle Kuvvet Komutanlıkları üzerinde azalan etkisi ve 15 Temmuz sonrasında hem TSK’nın dönüşümü hem de yeni bir sivil-asker ilişkileri mimarisi konusunda ‘lokomatif’ rolü üstlenmesi gereken MSB’nin bu rolü bir türlü üstlenememesi ayrıca önemli. MSB’nin bu sorunu TSK içinde özellikle personel, teadarik, lojistik, bütçeleme asker alma-acemi eğitimi vb. cari (günlük) konuların güç boşlukları, harekat, istihbarat gibi alanlarda koordinasyon eksiklikleri, planlama ve stratejik öngörü konusunda ise entelektüel kapasite eksikliği anlamına geliyor.
3. 15 Temmuz sonrasında TSK içindeki bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünen dönüşümcü askerlerin sayıları çok azaldı. Bu askerlerden sivil bürokrasiye yardımcı olmak isteyenler de statüko yanlısı simbiyontlar ve pragmatistlerle bir kısım öze dönüşçü tarafından ‘sivile yalakalık’ hatta ‘hainlikle’ suçlanıyor. Hal böyle olunca sivil bürokrasiye yardımcı olmak isteyen az sayıdaki asker kurum içindeki ‘mahalle baskısına’ yenik düşüp, pusuyor ve siniyor.
4. TSK içinde pek çok nitelikli/uzman personel çok fazla dikkat çekmemek ve FETÖcü damgası yememek için dönüşüm konusunda model, yaklaşım önermekten, ‘Nasıl’a dair sorulara kafa yormaktan, çözümlerini çevreleri ile paylaşmaktan çekiniyor. Bu da kurumu statükocu bir atalete sokuyor. TSK’nın dönüşümü ve ‘nasıl bir sivil-askeri ilişkileri’ konusunda ‘lokomatif’ aktör olması gereken MSB bu rolü yeterince oynayamadığından 15 Temmuz’un üzerinden bir yıl geçmesine rağmen ordu ve sivil-asker ilişkileri alanında Türkiye’de sayıları belki de 60’ı geçmeyen akademisyen/uzman/eski askerlerin katılımı ile çalıştaylar, toplantılar ve etkinlikler düzenlenemiyor.
5. Yeni dönemde ivedilikle kurulması gereken ‘asker-sivil entegrasyonu (dikkatinizi çekerim asker-sivil işbirliği değil daha çok iç içe geçmişlik kokan entegrasyon) siyasi bagajlarımız ve toksik siyaset yüzünden bir türlü kurulamadı.
6. TSK’nın başta yurt içinde ve yurt dışında terörle ile mücadele, sınır güvenliği vb. cari görevlerinin yoğunluğu nedeniyle ‘cariye yapışması’ TSK’nın geleceğinin planlanması ve gelecek tasarımına yoğunlaşmasını engelliyor, kurum içinde stratejik miyopi yaratıyor.
7. TSK ve askerler hala siyasal ve popüler tartışmalarımızın tam ortasında. Şu aralar ‘TSK hakkında siyaseten ne hissettiğimiz’ ‘nasıl düşündüğümüzden’ çok daha önemli. Bu da ister istemez TSK’nın dönüşümü ve sivil-asker ilişkilerini siyasi bir pozisyon almadan, safını seçmeden tartışamaz hale getiriyor.
Sonuç olarak 15 Temmuz’un üzerinden bir yıl geçti ama ‘Nasıl bir ordu, nasıl bir sivil-asker ilişkileri’ konusunda hala elimizde kuşatıcı ve ortak rıza üzerine kurulmuş bir ‘resim’ yok. Toksik siyaset ve magazinsel yaklaşımlar resim altenatifleri konusundaki tartışmayı zorlaştırıyor. Ankara’da askeri bürokrasinin dönüşüm konusundaki iştahı kaçtı, sivil bürokrasinin elinde ise ‘iştah açıcılar’ yok.
‘Ordunun demokratik (gücün dağıtılması) ve sivil kontrolü (gücün sivile transferi), etkinliği (verilen siyasi hedeflere ulaşma derecesi) ve verimliliği (hedeflere en az kaynaktan en çok çıktıyı alarak ulaşmak), toplumsal meşruiyet (ordu-toplumun birbirine benzeşmesi ve ordunun toplum nezdindeki meşruiyeti), ordunun uluslararası itibarı ve caydırıcılığı prensipleri arasındaki Altın Oran’ı NASIL tesis edebiliriz?’ sorusunun cevabını hala arıyorum. ‘Buldum’ diyen varsa haber versin.