Yarattığı etki, zamanlaması, sonrasındaki gelişmeler ve ulaştığı nokta itibariyle Arap ayaklanmaları, Tunus’ta “ateşin yakılmasından” bu yana dünyayı şaşırtmaya devam ediyor. Ayaklanmaları Suriye’yi parantez dışı bırakarak değerlendirmek, aynı zamanda tüm ülkeleri ayrı kategoride ele almak zorunlu. Birçok farklı dinamiğin harekete geçtiği bu ülkelerdeki ortak nokta ise kaçınılmaz ve doğal olarak İslami kökenli hareket ve partilerin yeni dönemdeki belirleyiciliği ve etkisi. Bu dinamiği göz önüne almadan yapılacak tüm analiz ve yaklaşımların eksik kalacağı ortada. İslami hareketlerin bu kısa süre içindeki hareket tarzlarını ise ayaklanma dönemi ve sonrası olarak ikiye ayırmak dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi. Bu açıdan Mısır’da 2011’deki parlamento seçimleri ile ilk tur sonrası yapılan seçim sonuçlarını, yapılan değerlendirmeleri ele almak gerekiyor.
Mısır’ın seçimi ve şüpheler
Mısır neredeyse kadim ve modern tarihi boyunca ilk kez görece özgür, çok adaylı ve “sivil” kökenli isimlerin yarıştığı başkanlık seçimlerine sahne oldu. Sonucun ilk kez baştan belli olmadığı ilk tur ve iki adayın kaldığı ikinci tur ile yıllarca hem içeride hem de dışarıda bir tehdit unsuru olarak da kullanılan “istikrarlı bir diktatörlük” yerine “kaotik bir demokrasi süreci”ne girilmiş durumda ki bu da çok önemli. Ancak, seçimin ilk turundan sonra kendini sandıkta ifade eden bir demokrasinin eski rejimi çağrıştıran diktatoryal bir sapmaya doğru yol alıp olmadığı sorusu sıkça soruluyor. 1,5 yıl gibi kısa sürede bu sorunun soruluyor olması olumlu olmakla birlikte Mısır “demokrasi” yoluna yeni düşmüş durumda. Haklı olarak kafa karışıklığını nedeni Mısır “devrimi”ni gerçekleştiren bileşenlerin yola çıkış gerekçeleri ile vardıkları nokta. Tahrir ruhunu oluşturan, ayaklanmanın sıcak günlerindeki asgari müşterekin korunmadığı ve kısa dönemli pragmatik, popülist seçim politikalarının, ideallerin, “ekmek, özgürlük, adalet” gibi devrimin şiarlarının önüne geçtiği ve sonuçta ayaklanmanın dinamiğini oluşturan farklı bileşenlerin kendi yoluna gittiği algısı var. Bir yanda, eski rejimden kesin bir kopuş beklenirken bunun tam gerçekleşmemesi hala rejimin neredeyse tüm kurumları ile ayakta olması, diğer yanda Müslüman Kardeşler ve Selefi hareketin yükselişi ile birlikte “yeni bir baskı döneminin başlayacağı” şüphesi söz konusu.
Bu durum bazılarına göre İslami hareketlerin tipik oportünist tavrı ve hatta gizli ajandası, bazılarına göre sadece iktidar olma uğruna eski rejimin yöntemlerini farklı biçimde kullanmaları, kimilerine göre de doğal demokratik, ayaklanmanın ruhuna ve lafzına uygun bir gelişme.
Mısır, Tunus gibi küçük çaplı, Libya ya da Suriye gibi kurumsallaşmanın gerçekleşmediği ülkelerden değil. Askeri kökenli tek adam yönetimlerine rağmen belli bir modernleşme süreci, muhalefet anlayışı ve kurumsal yapıları söz konusu. Bağımsız sivil toplum kuruluşları ise hala mevcut değil. Tahrir ayaklanmasını gerçekleştiren birliktelik, “devrim ruhu” ise dağıldığını söyleyenler, özellikle Özgürlük ve Adalet Partisi nezdinde Müslüman Kardeşleri kastederek devrimin fırsatçı, günlük politik kazanımlara dönüştürüldüğü düşüncesi hakim. Ancak “Tahrir’e dönüş” her an için yeniden mümkün olsa, gençler bu yolu her zaman açık tutsa da genel anlamda Tahrir ruhundan yararlanıp belli merkezlerde yer tutanlar geçmişi çabuk unutmuş gibiler. Bu durum bir yandan eski rejimin kalıntıları ve ordunun işine gelirken diğer yandan sanki “rejimin yenileri” varolan duruma çabuk ayak uydurmuş gibi; verilen sözler unutulmuş reel politikanın “kazanımları” galebe çalmış. Mısır’da başkanlık seçimlerini ikinci turu öncesi kafaları karıştıran ve bazı Mısırlılara “biz devrimi bunun için yapmadık” algısını güçlendiren algının temel nedeni şu: Mübarek dönemindeki diktatörlük, yeni dönemde baskıcı bir İslami düzene dönüştürebilir. Hatta bazı yazarların yaklaşımı ile “ya askeri ya İslami faşizm”. İndirgemeci bir yaklaşımın sonucu olan bu değerlendirme kavramsal olarak sorunlu olsa da özellikle gençler, liberaller, sosyalistler, Mısır çerçevesinde seküler bir hayat biçimini savunanlar, Kıpti Hıristiyanlar arasında yaygın. Ancak Tahrir ayaklanmasından bugüne, bu olumsuz algıyı haklı kılan bir takim yaklaşım ve politik manevralar da yok değil. Buna örnek olarak geçen yıl ordu ile birlikte seçim kanunu üzerinde uzlaşması, ordu ile ilişkilerini bozmamaya çalışması, başkanlık seçiminde aday göstermeyeceğini açıklamasına rağmen aday göstermesi, meclis seçimleri sırasında Tahrir Meydanı’ndan uzak durması gösterilebilir. Ayrıca, Selefi varlığı, ciddi oy alarak Meclise girmesi ile tereddüt unsurlarından birisi. Özellikle devlet düzeni ve kamusal hayatın İslami kuralara göre belirlenmesi yönündeki açıklamalar henüz netlik kazanmış değil. Seçimin ilk turunun ardından Muhammed Mursi’nin belli bir siyasi grubun, din mensuplarının ve hareketin temsilcisi değil Mısır halkının temsilcisi olacağını” söylemesi bu kuşkuları gideremeye yönelik denilebilir.
Mısır’daki mücadele seçmen nezdinde seçimin birinci turu öncesi eskiler ile yeniler arasındaki bir mücadele olarak algılanıyordu; hala da öyle. Yenileri temsilen Müslüman Kardeşler, Başkanlık seçimine bir resmi bir gayri resmi olmak üzere iki adayla girdi. Adalet ve Özgürlük Partisi adayı Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler Hareketi’nden koparak bağımsız aday olan Ebul Futuh. Mursi hareket tarafından devlet başkanlığı için uygun görülmese, karizmatik ve politik olarak eksik görülse de, seçmen aday yerine partiyi oylayarak Mursi’yi ikinci tura yükseltti. Müslüman Kardeşler’den ayrılarak bağımsız olarak adaylığını koyan Ebul Futuh ise bazı Selefiler, liberaller ve hatta Tahrir’in “kahramanlarından” sanal dünyada devrimi örgütleyen Wael Gonim gibi isimlerden oluşan ilginç ittifakın desteğini sağlamıştı, kaybetti. İkinci turda, Futuh taraftarlarının büyük kısmı, muhtemelen Selefiler kesin olarak Mursi’yi destekleyecek.
Kötüler arasında bir seçim mi?
Mübarek’in has adamı ve eski generâli Ahmet Şefik sürpriz bir çıkış yaparak ikinci tura kaldı. Özellikle Şefik’in aldığı oyda, Mısır’da bazı kesimlerin içinde bulundukları istikrarsız ve güvensiz ortamdan biran önce çıkmak istemeleri, “yenilerin” ülkeyi yönetemeyeceği, tecrübesiz oldukları algısına Müslüman Kardeşler liderliğinin değişen açıklamaları, ordunun açıktan olmasa da eski rejimden yana tavır koyması belirleyici oldu. Ama asıl kendilerini sıkışmış ve açmazda görenler ise eski ve yeni ayırımında, kendilerini yeniler içinde gören ama Müslüman Kardeşler ya da Selefilere uzak duranların durumu. Hatta bir önceki seçimde Müslüman Kardeşler’in birinci çıktığı şehir ve bölgelerde Ahmet Şefik iki misli oy kazandı. Bu gruba göre, onlar kendilerini ‘kötüler’ arasında bir seçim yapmak zorunda hissediyor. Çünkü, Şefik de Mursi de Mübarek döneminde olduğu gibi neo-liberal politikaların aynısını savunuyor. Bu arada Hamdin Sabahi gibi milliyetçi sol, Nasırcı bir adayın yüzde 20’lerde oy alması da ülkede üçüncü bir dinamik olduğunu da gösteriyordu. Yani indirgemeci bir yaklaşımın tersine Mısır’da eski yani Mübarek ile yeni yani İslami yaklaşımın dışında Sabahi gibi isimler de var. Yeniler eski rejime bağlı olmayan herkesi tarif eden bir tanım olarak kullanılırken ikinci tura Muhammed Mursi ile Ahmet Şefik’in kalması Mısır halkını ciddi bir yol ayrımına getirdi. Kendini Müslüman Kardeşler safında görmeyen ama devrime inanan kitleler ne yapacak?
Mısır henüz başladığı “demokrasi” yolculuğunda çok yeni. Bu olması gerektiği gibi kaotik, tartışarak zaman zaman çatışarak toplumun aşması gereken bir yol. Unutmamak gerekiyor ki Tahrir ayaklanması onlarca farklı siyasi ve ideolojik görüşün bileşiminden doğmuş, işçilerin, sendikalarını katkıları ile büyümüş, gençlerin direnişi ile en üst noktaya varmıştı. Müslüman Kardeşler mecliste en fazla sandalye sayısından sonra başkanlığı da kazanacak gibiler. Ancak, uzun süre önce bıraktıkları ve eski dönem yaklaşımı olan “tek çözüm İslam” anlayışını bıraktıkları zaman ki neo-liberal açıklamalar onların da farklı bir yöne evirilmekte olduklarını gösteriyor. Ülkenin yenilerinde yöntem ve sonuç açısından eskiyi çağrıştıran birçok unsur olduğu gerçek ama bu eskinin devamı olacak anlamına gelmiyor. Ülkede sistem yıkılmış değil, aktörler değişti, bu aktörler anayasa ile birlikte uzun yıllara yayılan bir değişikliğe gidecek. Ama bu süreçte eski sistemin yöntemlerini kullanarak mı yoksa demokrasi, insan hakları, her türlü din mezhep, kadın haklarına ve kamusal alandaki farklı yaşam tercihlerine sahip çıkarak ayrım gözetmeden mi ilerleneceğini zaman gösterecek. Yeninin nasıl olacağını ise Mısır’ın politik hareketleri, halk, Tahrir ruhu ve uluslararası konjonktür belirleyecek. Ama kesin olan Mısır’ın eski Mısır olmayacağı. Hele Tahrir yolu her zaman açıkken.