12 Kasım 2021

Dinle Sebastian!

Fulya Canşen kitabında; Almanya serüveninde ve Türkiye’de hayatına dokunan arkadaşları, dostları ve dosttan da ileri olanları ile anılarını, merkezinde Sebastian’ın olduğu bir kurguyla anlatıyor… 180 sayfalık kitaba, bu kadar farklı ve derinlikli konunun nasıl sığdırılmış olabildiğine şaşırdım, hayran kaldım

Güzel bir tesadüf, Fulya Canşen’in Dinle Sebastian / (Karakarga Yayınları) kitabından önce okuduğum son üç kitap; en güzel göç romanları yazarı Abdulrazak Gurnah’ın şu anda piyasada bulunabilen üç kitabıydı. Sessizliğe Hayranlık, Deniz Kenarında ve Kumdan Yürek.

Fulya Canşen’in Manisa’dan Almanya’ya uzanan öyküsü, bana Gurnah’ın kitaplarını/kahramanlarını hatırlattı. Her iki yazar da, doğup büyüdüğü topraklardan farklı nedenlerle ayrılıp, bir başka ülkeye; okumak, biraz da ‘özgürlüğü hissetmek’ amacıyla göç etmek zorunda kalmışlardı. Gurnah romanlarındaki kahramanlar; Londra’ya eğitim görmek amacıyla giden ve göçmen olma sorunlarıyla karşı karşıya kalan, diğer birçok göçmen gibi yavaş yavaş kentin ‘öğüttüğü’ kişilerden biri olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan kahramanlardı, Fulya Canşen ise Almanya’ya.

Kitabı elime alıp, arka sayfasındaki tanıtım yazısını okuyunca kitabın; çoğunluğu eğlenceli ve esprili yaşantıların anlatımı ile yönlenen anılar bütününden oluştuğu izlenimine kapılmıştım. Ancak son sayfaya geldiğimde, elimdeki 180 sayfalık kitaba, bu kadar farklı ve derinlikli konunun nasıl sığdırılmış olabildiğine şaşırdım, hayran kaldım. Fulya Canşen gerçek yaşantılarını, harika bir kurgu ile anlatıyor. Bir solukta okunan, akıcı bir metin. Ancak asıl önemli olan bize söyledikleri. Bu nedenle, anıların ve bir kadının zorlu savaşının dikkatle okunması gerektiğini düşünüyorum.

Fulya Canşen’in Almanya’da Türkiye’den giden kadın bir göçmen olması, Almanya’da hem etnisite, hem cinsiyetçilik, hem milliyetçilik, hem de kültürel aşağılanma bağlamında bombardımana maruz kalması açısından kaçınılmazdı. Bu durumda olan birçok kişi gibi kolayca kent tarafından öğütülüp, kayıp kişiler arasına katılabilirdi. Ancak birçoğumuzun karşılaşma ihtimalinden bile korkacağımız, onlarca devasa sorunu ve zorluğu, azmi, çalışkanlığı, ısrarlı tutumu ve en önemlisi insan sevgisine dayalı çıkarsız dostluklar kurma becerisi ile aşmayı ve bugüne başarılarla ulaşmayı başarmış bir insan Fulya Canşen.

Fulya Canşen kitabında; Almanya ‘serüveninde’ ve Türkiye’de hayatına dokunan arkadaşları, dostları ve dosttan da ileri olanları ile anılarını, merkezinde Sebastian’ın olduğu bir kurguyla anlatıyor. Ve her biri özelinde ele aldığı farklı davranışları, tutumları anlatırken, bunları; tarihsel altyapısı ile birlikte, sosyolojik tespitlerle ve psikolojik irdelemelerle zenginleştiriyor. Anlatımında; göçmenlikle gelen sorunları ve zorlukları, kültürel farklılıklara önyargılı bakışı, kadınlık sorunlarını, iletişimsizliği, duygusal olarak geri dönmeyen özverilerin yarattığı doğal yıkımları ve bir türlü doğru anlaşılamamayı okuyoruz, kimi zaman kahkahayla, kimi zaman öfkeyle, kimi zaman gözlerimiz dolarak. Bu arada yazar, kişisel psikolojik çözümlemeler ve özeleştiri yapmaktan da geri kalmıyor. İlişkilerindeki sabırlı tutumu, empatiyi ve saygıyı, değiştirilemeyecek düşünceleri öngörüsü ile tespit edip, pasif tutuma geçişini hayranlıkla okudum.

Fulya Canşen, eminim küçük bir kısmını yazdığı bu zorlu savaşın sonunda sadece kendi yetenekleri ve çabasıyla başarılı olmuş, ne istediğini tam olarak bilen, örnek bir Cumhuriyet kadını. Kitabında bize; kendisine zaman zaman sorduğunu söylediği; “Türk müyüm, Alman mı? Doğulu mu, Batılı mı?” sorusunun aslında gereksiz olduğunu, artık bu soruları, bu sorunları aşmamız gerektiğini de anlatmaya çalışıyor. Hatta, “Kadın mı, erkek mi?”, “O mu, bu mu?” sorularının anlamsızlığını da. Çünkü en önemli şey “zaman”dır. Yani zamanı nasıl değerlendirdiğimiz veya değerlendiremediğimiz.

Çok güzel bir kitap. Okumalı ve anlamaya çalışmalıyız.

Bu arada, kitabın son sayfasındaki tanıtım yazısının, anlatımın özünü yakalayamadığını ifade etmekten kendimi alamayacağım. Fakat Sedat Gösterikli’nin kapak tasarımı harika. Daha uygun bir kapak olamazdı. (Belki Ferrari olabilirdi:))

Son olarak; anlatıdan seçtiğim iki güzel cümleyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

“… Güzel değil akıllı kadın olmanın onur verici olduğunu sanıyordum. Tek başına yaşayabilmenin, kariyer yapmanın, çok kitap okumanın ve hem dürüst hem adil olmanın, olduğum gibi davranmamın pirim yapacağına inancım sonsuzdu….”, (Syf.127)

… Bu seminerden hem doğada bir ilahi adalet olduğunu, hem de her şeye önyargılarla baktığımızı, iyi insan olmanın yolunun bunların farkında olmaktan geçtiğini öğrendim... (Syf.175)

TIKLAYIN: Dinle Sebastian! | Fulya Canşen, göçün 60. yılında ‘Alamancılar’ın ve Almanların hikâyelerini yazdı

Yazarın Diğer Yazıları

TRT ve spor

Elmas Lig 2021, Euro 2020 ve Wimbledon 2021 organizasyonları, hem birbiri ile çakıştığı, hem de diğer organizasyonlar ve bant programlar nedeniyle yayın sürekli kesildiği için takip edilemiyor