Üzüm kabartmalı kristal tokmaklarla açılan kapıdan girdiğimizde, mihmandarımız uyarıyor:
“Şimdi mahzenimizdeki en değerli fıçının yanına gidiyoruz. Lütfen fıçıya dokunmayın, hafifçe de olsa vurmaya, sert bir cisimle dokunup sesini duymaya çalışmayın. Kırılabilir hatta patlayabilir, çok nazik…”
Çinli bir ressamın beş asırlık Château Kirwan'ın duvarını süsleyen resmi, Bordo'daki değişimi çok iyi anlatıyor...
Biraz ilerliyor ve etrafı lüks otellerde rastlanan kırmızı halatlarla çevrili fıçının yanına geliyoruz. Işıl ışıl parlıyor, altın sarısından kehribara, kahverenginden maun tonlarına renkler gözü alıyor. Bildiğimiz ahşap fıçılardan değil bu. Fransa’nın en lüks markalarından Lalique’in kristalinden yapılma… Şatonun 400. yılı onuruna 2018’de el işçiliğiyle üretilmiş, o gün bugün ziyaretçiler tarafından huşu içinde gezilerek fotoğraflanmış. Neyse ki kırılmamış!
Kristal fıçıya saygılarımızı sunduktan sonra, farklı rekolte şarapların teşhir edildiği satış holüne giriyoruz. Şişesi 50-100 avro civarında gezinen şarapların arasında biri astronomik fiyatıyla dikkat çekiyor: Tam 2 bin 900 avro… Onu da inceleyince, diğerlerine benzemeyen tombul şişenin yine Lalique kristalinden yapıldığını görüyoruz. Sadece 25 adet yapılmış, yatırıldığı ahşap sandığın işi bitince puro kutusu olarak da kullanılacağı belirtilmiş. Sauternes bölgesinin “Premier Grand Cru Classe” statüsündeki Lafaurie-Peyraguey şatosunda sıra bu kez tadım holünde. Şatonun iksir kıvamındaki yıllanmış tatlı şaraplarını tanesi 170’er avroluk kadehlerden tatmak, artık bir sürpriz olmuyor. Ama doğrusu incecik kristaller de şarabın keyfini hayli arttırıyor.
Şarabın başkentinde bağları artık sadece klasik şatolar değil, araziye konmuş uzay aracını andıran modern şaraphaneler de süslüyor.
Gusto Şarap Kulübü üyeleri ve şarap kursları katılımcıları ile bayramda yaptığımız Bordo gezisinde yaşadığımız şaşkınlıklardan sadece biri bu. 400 yıllık şatoya birkaç yıl önce Lalique kristalleri ortak olmuş ve A’dan Z’ye elden geçirip lüksün doruklarına tırmandırmış. Fıçı mahzeninin yanı başında açılan iki Michelin yıldızlı restoran da cabası…
2000’lerin başlarında bazen senede iki kere gittiğim ama son yıllarda ziyaret fırsatı bulamadığım Bordo, doğrusu görmeyeli çok değişmiş. Rus oligarklarla başlayıp Çinli yeni zenginlerle süren talep patlaması Güney Kore’den Tayvan’a Asya’nın farklı ülkelerine de uzanmış, Amerikalı dolar milyarderleri de onlardan geri kalmamış. Şarapların fiyatları arttıkça artmış, şatolar ailelerden büyük holdinglere ya da lüks marka gruplarına geçmiş. Ve Bordo’nun özellikle “Grand Cru” şarapları, orta gelirli şarapseverlerden iyice uzaklaşmış…
Büyük yatırımcıların ortak ya da sahibi olduğu şatolar yenilenirken geleneksel ile moderni de birleştiriyorlar
Kartlar yeniden karılıyor
Bordo gezimizin ilk gününde, şarapları Medoc’un şatolarına göre göre daha alçakgönüllü kalan St. Emilion’a gidiyoruz. İlk durağımız, Château Pavie. 10 yılda bir yenilenen şatolar hiyerarşisinde 2012’de en üst statü olan Premier Grand Cru Classe “A” sıfatını kazanmış. Ama 9 çocuklu yoksul bir ailede büyüyen, gençliğinde marketlerde portakal kasaları taşırken zamanla süpermarket kralı olan Gerard Perse’nin Bordo’ya paraşütle inmesi, üstelik 1998’de aldığı şatonun basamakları bu hızda tırmanması, tepkilere yol açmış. 1955’ten bu yana bölgenin liderliğini elinde tutan ünlü Cheval Blanc ve tahtı paylaştığı Ausone, Pavie ile aynı statüde bulunmayı içlerine sindirememiş ve geçtiğimiz yıl “A” sıfatını iade ederek hiyerarşik sistemden çıkmış. Bu Perse’nin hırsını daha da bilemiş. Şato ünüyle birlikte fiyatlarını da yukarı çekmiş, en pahalıların peşindeki zengin alıcıların kavlarını doldurmuş.
2012 rekoltesini tattığımız ve şarabın derinliğinden büyük keyif aldığımız Pavie’den sonra daha alçakgönüllü bir şatoya, Pomerol’den Beauregard’a uğruyoruz. Bu aile şatosunun başına da devlet kuşu konmuş, ünlü Galerie Lafayette mağazası tarafından satın alınmış. İlk reformlardan biri de fermantasyon kalitesini arttıran modern beton küvlerin yapımı olmuş.
Lafaurie-Peyraguey şatosundaki Lalique kristalinden fıçı, Bordo şarabındaki lükse yönelişin sembolü…
Yeni patronlar, yeni teknikler…
Bordo gezimiz, ertesi gün Medoc yakası ve kimilerinin tarihi 5-6 asırı bulan köklü şatolarıyla sürüyor. Margaux bölgesindeki geçmişi 1700’lere uzanan Kirwan şatosunun holünde, Bordo’nun -ve belki de Asya’nın- son yıllarını özetleyen bir resimle karşılaşıyoruz. Çinli ressamın tuvalinde üç Çinli, Bordo şarabı tadıyor. Biri bardağındakini beğenmeyip döküyor, diğeri çok beğendiği şaraba övgüler sıralıyor, üçüncü de diğerlerini sessizce izleyip yorumunu kendine saklıyor. Masadaki Bordo’ya ise biftek değil Asya yemekleri eşlik ediyor.
Bağların arasındaki öğle yemeğinden sonra durağımız ise, 1855’te yapılan sınıflamada 5. kategoride olmasına rağmen fiilen 2.’ler ile anılan prestijli Lynch-Bages’da. Bu köklü şato şaraplarını ürettiği 7 küçük binayı yıkmış, yerlerine ultra-modern dev bir kompleks inşa etmiş. Projeyi de Louvre müzesinin avlusundaki cam piramidi yapan Çinli mimar Leoh Ming Pei’nin oğlu Didi Pei yürütmüş. Bu çok temiz, hijyenik ve düzenli dev tesiste bağın 80 ayrı parselini de ayrı ayrı işleyebilecek tam 80 fermantasyon tankı var. Brüt beton ısı kontrolünü kolaylaştırıyor, yeraltındaki fıçı mahzeni de gerekli nem ve serinliği doğal olarak sağlıyor. Şaraplar yine enfes, kaliteye diyecek hiçbir şey yok.
Şatoların zengin sahipleri arasında armalarını fıçılara yaldızlarla işletenler bile var...
Beş günlük Bordo gezimizin en hüzünlü anları ise, şarap satın almaya ayırdığımız son saatlerde yaşanıyor. Kent merkezindeki kavlarda şarapların yanına yanaşmak mümkün değil. Bundan sadece 10 yıl önce 25 avroya rahatça alınabilen iyi bir şato şarabı, şimdilerde 50 avrolardan başlıyor. Çoğu şatonun şarapları ve birçok rekolteleri de bulunmuyor üstelik. Bazı satıcılar gülümsüyor: “Aradığınız şarapları belki New York ya da Şangay’da daha kolay bulabilirsiniz…”
Gerçi dünyanın en eski liman şehirlerinden Bordo her zaman önemli bir ticaret merkeziydi, şarabı yeryüzünün ihraç edilen ilk şaraplarındandı. İyi Bordo’lar kralların, soyluların ve kardinallerin sofralarını süslerdi. Şatolar aristokrat aileler arasında sık sık el değiştirirdi. Yine de yıllık 500 milyon litrelik üretimin çok büyük çoğunluğu, ortalama bir şarapsever için erişilebilir fiyatlardaydı. Son yıllarda ise hükümet Bordo’nun uygun fiyatlı şaraplar çıkaran sıradan bağlarını sahiplerine prim vererek söktürüyor, bölgeyi arzı kısarak daha da lüks ve pahalı şaraplar üretmeye yönlendiriyor. Cheval Blanc ve Yquem gibi en pahalı Bordo şaraplarının sahibi olan Bernard Arnault’nun teknoloji devlerini sollayarak dünyanın en zengin adamı seçilmesi boşuna değil, bölgenin nereye evrildiğinin bir göstergesi.
Bordo'nun bağları da değişimden payını alıyor, yeni üzüm cinsleri deneniyor.
Tüm bu izlenimlerin okuyucuya mesajlarına gelince… Bordo şaraplarını sevenler, arzı sınırlı iken talebi her geçen yıl artan bu ürünlerin fiyatları daha da uçmadan güçleri yettiğince almalı. Kâh ileride içmek, kâh yatırım amacıyla uygun koşullarda stoklamalı. Ve bir süre sonra iyi Bordo’lara erişebilmek hayal olacağı için, aynı üzümlerden benzer stillerde şarap yapan yerli üreticileri keşfetmeli, Bordo içme özlemini onların daha ekonomik “muadil” şaraplarıyla dindirmeli…
Mehmet Yalçın kimdir?
Türkiye'nin ilk "içki yazarı" Mehmet Yalçın, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 1984'ten itibaren haber ajansı ve dergilerde muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine uzanan görevlerde bulundu.
1997'de modern yaşam tarzı dergisi Gurme'yi, 2001'de de Türkiye'nin ilk içki kültürü dergisi Gusto'yu çıkardı. Sabah ve Milliyet gazetesinin Pazar eklerinde 17 yıl gastronomi alanında köşe yazarlığı yaptı.
"A'dan Z'ye Viski", "A'dan Z'ye Şarap" ve "A'dan Z'ye Bira" kitaplarını yazdı.
Dünyanın dört yanında sayısız şarap ve sert içki tadım ve eğitimine katılan Yalçın, danışmanlık ve eğitmenliklerini sürdürüyor, her hafta Türkiye'nin en çok okunan bağımsız internet gazetesi T24'te yazıyor.
|