06 Eylül 2019

Yine de şahlanıyor aman kolbaşının külhanı!

Irak ve Suriye’ye karşı bir askeri harekat başlatacağız, Misak–ı Milli sınırlarımıza ya istiklali getirecek ya da öleceğiz!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Sivas Kongresi’nin 100. Yılı nedeniyle irat ettiği nutku okurken, gözlerimin yaşarmasına engel olamadım.

Hey yavrum hey, analar ne aslanlar doğuruyor!

Kara plak günlerinde olsa pikaba bir Ruhi Su ya da Hasan Mutlucan koyar, serhat türküleri eşliğinde konuşmasını bir kez daha okurdum:

Erdoğan’ın konuşmasından anladığıma göre Misak – ı Milli hudutlarına kavuşacağımız günler yakın, belki yarından da yakın!

Reis şöyle diyor:

“910 kilometre Suriye sınırımız var. Orası neydi, bir zamanlar Misak – ı Milli hudutlarıydı. Bunu bilmeyen, biliyor olsa da kendisine biçilen misyon gereği bu gerçeğin üzerini örtmeye çalışanları da aynı kervana dahil etmemiz gerekiyor. Tıpkı 100 yıl önce Sivas Kongresi’nde bir araya gelen büyüklerimiz gibi ‘Ya istiklal, ya ölüm’ diyoruz.”

Benim bildiğim Misak – ı Milli sınırları, güneyde şimdi Suriye – Rusya’nın eline geçen Han Şeyhun’u filan da için alıyor.

Suriye’de Akdeniz kıyısındaki Lazkiye’den başlayın, İdlip, Halep, Deyr – i Zor, Rakka, Haseke; Irak’a doğru devam edin, Musul, Kerkük diye Basra Körfezi’ne kadar gidiyor.

Demek ki “Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyalım” diye bugüne kadar boş yere yırtınmışız. Hep bu monşerlerin işi bunlar!

Şimdi Reis, söylediklerinde gerçekten ciddiyse yakında sefer görev emri bildiren kağıtlar posta kutularımıza bırakılacak demektir.

Gerçi ben artık “çağ dışına çıktım” ama görev gelirse, kamuflajları çekip, yatarım sipere!

Reis’in bu konuşmasından başka bir şey çıkmıyor çünkü:

Irak ve Suriye’ye karşı bir askeri harekat başlatacağız, Misak – ı Milli sınırlarımıza ya istiklali getirecek ya da öleceğiz!

Yoksa Reis bir kez daha kendi sesinin gazına mı geldi de esip savuruyor?

***

Binali Bey’e “özgül ağırlığına uygun” görev önerim

Maiyet yazarının bildirdiğine göre AKP kulislerinde, Binali Yıldırım’a önümüzdeki dönemde nasıl bir görev verileceği ile ilgili dedikodular almış başını, gitmiş.

“Yeniden TBMM Başkanı olur” diyenler de varmış, ama Mustafa Şentop o işi kimselere bırakacak gibi durmuyormuş.

Binali Yıldırım’ın “özgül ağırlığına uygun” bir görev arayanlar ise Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’nı uygun görüyorlarmış filan.

AKP’li arkadaşlarım bana hep “yıkıcı” eleştiri yaptığımı, biraz da “yapıcı” eleştiriler yazmam gerektiğini söylüyorlar.

“Yıkıcı” olduğum fikrine katılmıyorum ama madem ki onlar böyle algılıyor, o halde ben de bugün Binali Bey’e aranan yeni görev yeri konusunda “yapıcı” bir yazı yazayım dedim.

Bir kere Cumhurbaşkanı Yardımcılığı, Binali Bey’e uygun gelecek kadar parlak bir görev değil.

Bu iş çok önemli olsaydı, Reis bu göreve Fuat Oktay’ı tayin etmezdi bir kere!

Belli ki Reis, bu makamı bir tür müsteşarlık gibi görüyor, Binali Bey’e hayli dar gelecek bir gömlek olur bu.

Benim önerim, Türkiye’nin geleceğini Binali Bey’in uhdesine vermek.

Bakın Yıldırım ailesinin çocuklarına, maşallah her biri Harvard’da örnek olay olarak okutulacak kadar başarılılar.

Geliri sınırlı bir memur ailesinin çocukları, bugün ülkenin sayılı armatörleri arasındalar.

İnternette bakıyorum – Allah nazardan saklasın, yollarını açık etsin – gemileri dünya denizlerinde adeta fink atıyor.

(Böyle internet siteleri var, gemiler nereden yük aldı, nereye gidiyor, şu anda hangi limana kaç mil uzaktalar filan, hepsini görebiliyorsunuz.)

Bu çocukları kim yetiştirdi? Binali Bey ve eşi.

Gerçi Binali Bey, bu işin sırrını kimseler ile paylaşmaya niyetli görünmüyor ama Reis emrederse, eminim akan sular duracaktır.

Binali Bey için makam önerim şu: Genç Girişimciler Bakanlığı.

Böylece sınırlı bütçelere sahip ailelerin çocuklarının da dünya gözüyle üç kuruş para görmelerinin yolunu açabiliriz.

Düşünün: Binali Bey’in çocukları gibi 100 bin genç girişimcinin bu topraklarda boy verdiğini!

Bu ülke nasıl uçar gider, Merkel de arkamızdan nasıl baka kalırdı!

***

Sübliminal faaliyetler bunlar!

Sürekli yazıyor, uyarıyorum ama bir türlü uyanmalarını sağlayamadım. Bakın bir daha yazıyorum: Damat Paşa’nın biraderinin yönetimine verdiğiniz gazeteler, çaktırmadan altınızı oyuyor, farkında değilsiniz.

Geçen gün bu gazetede yine bir haber okudum: “Burhaniye’nin incisi Pelit Köy’de yüzlerce zeytin ağacını kesen utanmazlar, villaları dikmişler, bir de utanmadan villaları yeşile boyayıp, gizlemeye çalışmışlar.”

Haber aynen böyle, tipik bir Türkiye gerçeği haberi.

Solcusu, sağcısı fark etmiyor, rant varsa ne ağaç dinliyorlar, ne tabiat.

Yeter ki “villa tipi” evler yapıp, satsınlar.

Mutlu Türk ailelerinin, evlerinin içinde merdivenler olmasına, in – çık helak olmaya, bu kadar meraklı olmaları meselesine başka bir yazıda gireriz. “Villa tipi ev” meselesine yani!

Sabah sizce bu haberi niye veriyor olabilir? Tabiat aşkından mı? Öyle olsaydı Kaz Dağları’ndaki altın madenini de haber yaparlardı, onu atladılar mesela.

Ya da HES’ler için kesilen ormanlardan söz ederlerdi, onları da hiç görmediler.

Bence bu gazetenin bu haberi, böyle vermesi, subliminal Reis düşmanlığından kaynaklanıyor. Bilinç altımızı dürterek, Okluk Koyu’na yazlık saray yapmak için yok edilen çam ormanını hatırlatmak istiyorlar.

Bir koca koyun ağaçları saray inşaatı ve saraya gelen yollar için kesildi, güzelim Gökova’nın bir koyu, beton mega yat iskeleleriyle bitirildi!

Hep diyorum, dinlemiyorsunuz: Bu gazeteye bir kripto sızması var!

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"