02 Kasım 2020

Yıkılmadan önce yapmak mümkündü

Binalar yıkılıp, insanlar altında öldükten sonra yenisini yapmanın ölen vatandaşlarımıza faydası yok

Bu yıl farklı ülkelerde 6,5 büyüklüğünün üzerinde 22 deprem meydana geldi.

Bunlardan ikisi Türkiye'de, İzmir ve Elazığ'da gerçekleşti, şu ana kadar hayatını kaybedenlerin sayısı 94. Enkaz kaldırıldıkça, bu sayının artmasından endişeliyiz. Bu depremde Yunanistan'da da iki kişi öldü.

Geri kalan 20 depremde ölüm sayısı toplam 13. Bunların 10'u, Meksika'daki 7,4'lük depremde hayatını kaybetti.

Japonya, Şili, Endonezya, Solomon Adaları ve ABD'deki 6.5 ile 6.9 büyüklüğü arasındaki depremlerde hayatını kaybeden kimse olmadı.

İzmir'deki son depremde Bayraklı'da yıkılan Doğanlar ve Rızabey apartmanları için ilçe belediyesinin 2012 ve 2018'de "çürük raporu" verdiği ortaya çıktı.

Her iki binanın da riskli ve tehlikeli olduğu için ev sahipleri uyarılmış. Ancak binalar tamir ya da tahliye edilememiş.

Bu, gazetecilik ölçüleriyle çok ilginç bir haber olmakla birlikte biz sıradan Türklerin hayretle okuyacağı bir haber de değil aslında.

Hepimiz benzeri hikâyeleri duyduk, yaşadık, halen de yaşıyoruz.

En büyük mesele, depreme dayanıksız olduğu anlaşılan binanın depreme dayanıklı hâle getirilmesinin maliyeti.

İnsanlar başlarını sokabilecekleri bir evi zar zor bulmuşlar, tamiri için olanakları yok, yıkıp yeniden yaptırmak ise tam bir macera.

Bu görev aslına bakarsanız devlete düşen bir görev.

Birincisi, binalar yapılırken deprem yönetmeliklerine uygun inşa edilip edilmediklerini denetleme işi onun görevi.

İkincisi, deprem için toplanan vergiler ve DASK'ta biriken primleri bu iş için kullanmak mümkündü, genel bütçeye büyük bir yük getirmeden.

Üçüncüsü, devlet, kentsel dönüşümün bir avuç müteahhitin rant hırsına kurban edilmesine göz yumdu, müsaade etti. Gerçek amaca yönelik bir kentsel dönüşüm projesini yürütmedi. Bakınız: İstanbul'daki kentsel dönüşüm projeleri!

Erdoğan'a göre "kazan – kazan" olacaktı ki o buna "win – win" diyordu; herkes kaybetti! Müteahhitler battı, ev sahipleri sokakta, inşaatlar yarım.

Dün T24'te yayımlanan habere göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İzmir'deki depremin ardından şöyle konuştu:

"Nerede rezerv alan var, bu çalışmaları yapıp, o alanlara göre de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'mız süratle adımları atacak. Elazığ ve Malatya deneyimini aynen burada da inşallah değerlendireceğiz. Enkazın kaldırılmasının ardından burada da inşaat çalışmalarına başlayacağız."

Yani devletimiz, deprem nedeniyle yıkılan ve oturulmaz hâle gelen binaların yerine yenilerini yapacak ve depremde hayatlarını kaybetmeyen vatandaşlarımız bu yeni binalarda huzur içinde oturacaklar.

Hayatını kaybedenler ne olacak? Yakınlarını kaybedenlerin acılarını dindirecek mi?

Yaralananların, sakat kalanların, enkaz altında kurtarılmayı bekleyenlerin yaşadığı travma ne olacak?

Bu inşaatları, binalar yıkılmadan önce yapmak mümkündü oysa.

İstanbul ve İzmir'in yıkıcı bir depreme maruz kalacağı bir sır değil, bilimsel gerçek.

Belediyeler sokak sokak her binanın durumunu biliyor. Hangi bina yıkılıp yapılmalı, hangi bina güçlendirme çalışmasıyla ayakta kalabilir, belli.

Ve bunu dün öğrenmedik, Körfez depreminde gözümüzün açılmasından beri, 21 yıldır biliyoruz.

Bu 21 yılın 18 yılında AKP iktidardaydı.

Ve şimdi yıkılan binaların yerine yenisini yapacağından, deneyim kazandığından söz ediyor.

Tebrik ederim, ellerine sağlık ancak yetmez!

İstanbul depreminin eli kulağında!

Binaların durumunu belediyeler sokak sokak biliyor.

Yıkılacak binaları hemen yıkıp, yerine yenilerini yapmak gerek. Tamiratla güçlendirilebilecek çok sayıda bina yardım bekliyor.

Binalar yıkılıp, insanlar altında öldükten sonra yenisini yapmanın ölen vatandaşlarımıza faydası yok.

İstanbul'da halen satılamamış 220 bin civarında konut var. Hem müteahhitlerin cebini, hem de vatandaşın canını kurtarmaya ne dersiniz?

Nasıl, gözleriniz parladı bakıyorum "müteahhitleri kurtaralım" deyince!

* * *

Tweet atan sapıklardan daha tehlikeli

İzmir'deki depremin ardından bazı kişilerin yaptığı paylaşımlar için soruşturma açılacağı bildirildi.

Bu kişiler siber suçları izleyen polis devriyesi tarafından tespit edilecekler ve haklarında dava açılacak.

Bunlardan bazılarını ben de gördüm. ("Günah" denilince bazı İslamcıların aklına gelen ilk şeyin "seks" olması ise incelenmesi gereken bir sosyal psikolojiye işaret ediyor olmalı.)

Şaşırdığımı söyleyemem çünkü böyle tipler ile ilk kez karşılaşmıyoruz.

Ve bunların sadece İslamcılar arasından çıktığını da düşünmeyin, bu konuda bereketli bir toprakta yaşıyoruz; kuşku duymayın ki her kesimde böyle tipler var.

Bu tiplerden yola çıkarak bu durumu genellemelere konu etmek doğru olmaz.

Nasıl ki her sakallı İslamcı değilse, üç – beş sapık tweet attı diye, her İslamcı da sapık olmaz.

Ama bunlar da durduk yerde ortaya çıkmıyorlar, orası da bir başka gerçek.

Bilmiyorum, dikkatinizi çekmiş miydi? Evvelki hafta sonunda, Ağrı'nın Patnos ilçesinde Diyanet Vakfı tarafından, hayırseverlerin de katkılarıyla yaptırılan 2 bin kişilik bir cami açıldı.

Caminin adı Recep Tayyip Erdoğan Camii. Bu konuya bir başka gün döneriz.

Caminin açılışında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş konuştu:

"Ahirete inancı olmayan insandan her türlü kötülük beklenir. Onu engelleyecek ne var ki başka. Bu dünyada yaptığı bir şeyin hesabını ahirette vereceğine inanmayan birisi dünyada hangi kötülüğü yapmaz ki."

Diyanet İşleri Başkanı'nın, Müslümanlara ahiret inancının önemini anlatmasında elbette bir sorun yok.

Ancak kendisi laik bir devletin memuru olduğunu da unutmamalı.

Bu ülkede, onun tanımladığı türden ahiret inancı olmayan çok insan var, buna emin olsun.

Vatandaşlar arasında ayrım yapmak, bir devlet memurunun haddi değildir, önce haddini ve hududunu bilmeli. Bilmiyorsa, hemen öğrenmeli.

Din üzerinden siyaset yapmak istiyorsa da o beyaz cüppesini çıkarıp, siyasete girmeli.

Diyanet İşleri Başkanı sıfatını taşıyan kişi, sırf kendisi gibi bir inanca sahip değil diye genelleme yaparak, "bunlar her türlü kötülüğü yapabilir" derse, depremden sonra tweet atan sapıklar da akıllarına gelen her şeyi söyleyebilir.

İmam ve cemaat meselesi yani!

Diyanet İşleri Başkanı, halkın bir kesimini, sırf kendisi gibi düşünmüyor diye aşağılıyor, hedef gösteriyor, toplum kesimleri arasına düşmanlık sokmaya çalışıyor.

Yaptığı, tweet atan sapıklardan çok daha tehlikeli, çünkü bir de sırtında Diyanet cüppesi, kafasında sarığı var!

Öte yandan şu ana kadar gördüğümüz de şu ki, "ahiret inancına sahip olduğunu" söyleyenlerin bir bölümünün, sırf siyaset nedeniyle bu ülkede yarattıkları hukuksuzlukların da haddi hesabı yok.

Uydurma suçlamalarla, ne olduğu belli olmayan tanıklarla insanların hayatlarından yıllar çalındı, çalınmaya devam ediliyor ve çalanların alnı secdeden kalkmıyor.

Çocuklarıyla birlikte hırsızlık yapmak, rüşvet, ihtilas, irtikap da bunlarda.

İnsanları peşin hükümlerle yargılayıp, hedef göstermek, insanlar arasına nifak sokmak da bunlarda.

Diyanet İşleri Başkanı'na tavsiyem şudur ki önce kendi mahallesini süpürsün.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"