Bir saray darbesiyle görevinden alınan sakıt Başbakan Ahmet Davutoğlu, üç yıldır sorduğum ama yanıtını alamadığım soruya bir düğüm daha attı.
Davutoğlu’nun açıklaması bayramdan önceydi, unutmuş olanlar için hatırlatayım:
"2015 YAŞ’ına (Yüksek Askeri Şura) giderken MİT Müsteşarı, titiz bir çalışma ile liste sundu. Bunların tasfiyesini iki kademeli olarak yapalım dedik. O dönem Sayın Hulusi Akar ve Sayın Cumhurbaşkanımızla bir araya gelerek bunların iki kademeli tasfiyesini öne aldık. Bir grubu şimdi, diğer grubu sonra… Mesela Mehmet Dişli’nin kesinlikle emekliye sevk edilmesi konusunda ben de MİT Müsteşarı da çok ısrarcı olduk. Bunu MİT’ten gelen bir rapor üzerine söyledim. Ve son geceye kadar da Dişli’nin emekliye sevki söz konusuydu. Son gece kanaat değişti. Ama bu kanaat benim sebebimle değişmedi. Bu devlet şeyi ile… Girmek istemem detayına… Ama şu bilinsin ki, ben FETÖ’ye karşı tek bir FETÖ mensubu kalmayınca kadar mücadele kararlığı gösterdim."
Mehmet Dişli, söz konusu YAŞ toplantısında emekliye sevk edilmediği gibi bir üst rütbeye terfi etti, tümgeneral oldu.
Aynı YAŞ’ta, Hulusi Akar da Genelkurmay Başkanlığı görevine atanmıştı.
Bu ikili Genelkurmay Başkanlığı karargâhında birlikte görev yaptılar.
MİT Müsteşarı titiz bir çalışma yapmış ve komuta kademesinde kimlerin Fethullahçı çeteye mensup olduğunu tespit etmiş.
Bununla da kalmamış, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve çiçeği burnunda Genelkurmay Başkanı ile yapılan dar toplantıda Mehmet Dişli’nin tasfiyesi için ısrarcı olmuş.
Yani bu noktada Dişli’nin, Fethullahçı çetenin bir elemanı olduğu, Türkiye’yi yöneten en üst kadro tarafından kesin olarak biliniyordu.
Ve yine aynı kadro şunu da biliyordu ki bunlar, tasfiye edilmeden önce bir hükümet darbesi yapmak da dahil olmak üzere her şeyi yapabilirler.
Nitekim 2016 YAŞ’ında tasfiye edilecekleri endişesiyle 15 Temmuz’da bir darbe kalkışmasında da bulundular.
Peki nasıl oldu da Fethullahçı olduğu herkesçe bilinen Mehmet Partigöç ve Mehmet Dişli, Genelkurmay Karargâhında kritik görevlerde tutuldular?
Bunu kim istedi? Komutanın onayı olmadan, karargâhı şekillendirilebilir miydi?
Hulusi Akar, Fethullahçıları gözünün önünde tutmak mı istedi? Yoksa başka bir gerekçesi var mıydı?
* * *
Mehmet Dişli, AKP Genel Başkan Yardımcılığı görevinde de bulunan, Hollanda’da TC Büyükelçisi yapılan Şaban Dişli’nin de biraderidir. Mehmet Dişli’nin, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı derdest edip, Akıncı Üssü’ne götürdüğünü, Akar’a darbenin lideri olmasını önerdiğini, silahla tehdit ettiğini de biliyoruz. Ama bildiğimiz bir şey daha var ki hâlâ sırrını çözebilmiş değiliz.
Darbe girişimi bastırılıp Akıncı Üssü’ndeki Genelkurmay Başkanı ve beraberindekiler kurtarılınca, Orgeneral Akar, bir helikopterle Çankaya Köşkü’ne geldi. Saray yapıldığından beri Çankaya Köşkü, Başbakanlık tarafından kullanılıyordu. Burada bir kriz merkezi kurulmuştu ve Başbakan Binali Yıldırım bu merkezden, darbe sonrası ortaya çıkan durumu yönetmişti. Akar’ı, Çankaya Köşkü’ne getiren helikopterden inen askerlerin arasında Mehmet Dişli de vardı. Ve Mehmet Dişli, Başbakanlık’taki bu kriz merkezinde yaklaşık yedi saat görev yaptı. Kardeşi Şaban Dişli’ye bilgi verdiği sırada da polisler tarafından gözaltına alındı, mahkeme tarafından tutuklandı. "Esrar" da zaten bu! Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, bir darbeci olduğunu şahsen bildiği bir asker ile bir helikoptere binip Çankaya’ya geldi ama darbecinin 7 saat süreyle kriz merkezinde çalışmasına da göz yumdu.
1– Diyelim ki Akıncı Üssü’nde kendisini kurtaran polislere güvenmediği için Dişli’yi teslim etmek istemedi ve Mehmet Dişli’nin de helikoptere binmesine ses çıkaramadı. Neden helikopterden iner inmez Mehmet Dişli’yi tutuklattırmadı?
2– Mehmet Dişli’nin, darbe sonrası ortaya çıkan krizi yönetmek için kurulan kriz merkezinde 7 saat süreyle çalışmasına nasıl müsaade etti?
3– Mehmet Dişli, kriz merkezindeki bu yedi saat içinde hangi kararların alınmasına, hangi tedbirlerin geliştirilmesine katkıda bulundu?
4– Mehmet Dişli’nin bu kriz merkezinde tek başına alıp uygulamaya koyduğu kararlar var mıydı? Bu soruların yanıtlarını bilmiyoruz. Genelkurmay Başkanı’nın yaşadığı şok nedeniyle basireti mi bağlanmıştı?
Yoksa 15 Temmuz günü karargâhında MİT Müsteşarı ile birlikte yaptığı gibi yine değerlendirme hatası mı yapmıştı? Meclis araştırma komisyonunun AKP’li üyeleri, Genelkurmay Başkanı’nın Meclis’e gelip, "milli iradeye" yanıt vermesini engelledi.
Daha da ilginci Dişli’yi sorgulayan savcı da merak edip Genelkurmay Başkanı’na bu soruları sormadı.
Dişli’nin yargılanması sırasında duruşma savcısı da bu soruyu sormadı.
Ve Davutoğlu’nun son açıklamasından sonra Dişli’nin etrafındaki bu koruma kalkanının kimin eseri olduğunu daha çok merak eder oldum.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, bakarsınız 15 Temmuz’un yıldönümünde bu esrarı aydınlatacak bir açıklama yapar.
Bu, 15 Temmuz’da canları pahasına darbeyi önleyen kahramanlara, ömür boyu sakat kalacak gazilere karşı bir vicdan borcu değil midir?
* * *
15 Temmuz Şehit ve Gazilerinin parası nerede?
15 Temmuz darbe girişimine direniş sırasında şehit olan ya da yaralanan, sakat kalanlara yardım için bir kampanya düzenlenmişti.
Türkiye, bu kampanyaya o güne kadar görülmemiş düzeyde katkıda bulundu, 309 milyon lira toplandı.
Paranın toplandığı tarihte 1 ABD Doları, 2,98 Türk Lirası değerindeydi.
Yani toplanan para kabaca 100 milyon ABD Doları idi.
Dün baktım, 1 ABD Doları eşittir 6.81 TL olmuş.
Şehit yakınları ve gazilere dağıtılmayı bekleyen para 45 milyon dolar seviyesine inmiş.
Ve bu para hâlâ hak sahiplerine dağıtılmış değil.
Bir vakıf kurdular, bu vakıf bu parayı işletecek, gelir elde edecek, bu gelirle de şehit yakınlarının ve gazilerin ihtiyaçlarını karşılayacak.
Nasreddin Hoca’nın koyunların tüylerinden yün elde etmek için bahçesinin sınırına diken ekmesi gibi bir hikâye yani!
Toplanan para, bu kişiler arasında belli kıstaslar gözetilerek dağıtılacağına niye bir vakıf kurulması gerektiğini tahmin edebiliyoruz.
Bir vakıf kurulması demek mütevelli heyetine maaş demek. Bir genel müdür tayip edip, maaş, makam aracı, sekreter maaşı vs. demek. Çalışanlara maaş ödemek demek. Binalar kiralamak ya da satın almak demek.
Bütün bunlar zaten toplanan paranın bir bölümü, amaç dışı harcanacak anlamına da geliyor.
Vakıf güya toplanan bu parayı değerlendirecek ve ihtiyaç sahiplerine düzenli bir gelir sağlayacak.
İyi de faaliyete geçene kadar paranın yarısından fazlası buhar oldu, uçtu!
Kalan para da makam bulamamış politikacılara, akrabayı taallukata arpalık olarak kullanılacak, onun için kamuoyunun dikkatinin bu meseleden uzaklaşması mı bekleniyor?
Ben söylemiş olayım, çok beklersiniz. Gözüm üzerinizde!