24 Mart 2021

Yeni yolculukta tramvay kullanmayacak

Ünal'ın dilinin altında bir bakla var ve bu bakla, bu partinin bugüne kadar kamuoyundan gizlediği bir başka ajandasının olduğunu ele veriyor

Recep Tayyip Erdoğan'ın partideki yardımcısı Mahir Ünal, bugün yapılacak olan AKP kongresinde göreve seçilecek kadrolar ile 2023'ü karşılayacaklarını ve "ikinci büyük yürüyüşe başlayacaklarını" söyledi.

Ünal, "Bugüne kadar yaptığımız her şey aslında hazırlıktı. Hazırlıklarımızı tamamlamamız 19 yıl sürdü ve asıl şimdi başlıyoruz. 24 Mart yeni ve büyük bir yolculuğun başlangıcı" dedi.

Bu sözleri, ilk bakışta tipik bir siyasi gevezelik gibi görünüyor.

Ancak bu kadar basit değil.

Ünal'ın dilinin altında bir bakla var ve bu bakla, bu partinin bugüne kadar kamuoyundan gizlediği bir başka ajandasının olduğunu ele veriyor.

Hazırlıklarını tamamlamışlar, ve büyük bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyorlar.

Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'da Belediye Başkanı iken 14 Temmuz 1996 günü Milliyet'te yayımlanan söyleşisinde, gazeteci Nilgün Cerrahoğlu'na şunu söylemişti:

"Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz."

Erdoğan'ın tramvayın son durağına gelindiğini düşündüğünü gösteren çok örnek var.

İşaretler de tramvaydan inmeye hazırlandığını gösteriyor.

Türkiye'nin AKP iktidarında geçirdiği 19 yılın sonunda insan hakları ve demokrasi konusunda birkaç küme birden düştüğünü gösteren çok endeks var.

İsveç'teki Göthenburg Üniversitesi'nin gerçekleştirdiği bir araştırma var.

Varieties of Democracy (V – Dem) endeksi, demokrasi konusunda dünyanın en büyük veri tabanını kullanan bir araştırmaya dayanıyor. 202 ülkeden toplanan 30 milyonu aşkın veri, 1789'dan günümüze kadar tarihsel bir gelişimi de gösteriyor.

Bu verileri değerlendiren değişik ülkelerden 3 bin 500 uzmanın hazırladığı rapora göre Türkiye, 179 ülke içinde 149'uncu olabildi.

Beş temel endekste yapılan değerlendirmeye göre Türkiye, dünya çapında son on yılda demokrasisi en fazla gerileyen ülkeler sıralamasında üçüncü durumda. Bizden fazla demokrasisi gerileyen Polonya ve Macaristan var.

Ve onlarda da tesadüf bu ya İstanbul Sözleşmesi'nden tıpkı Erdoğan gibi çekilmek isteyen ve dini duyguları alabildiğine sömürerek siyaset yapan Katolik Hristiyan otokratlar iş başında! (*)

Yani Erdoğan aslında en başta verdiği sözü tutmuş gibi görünüyor.

Amacına ulaşmak için bir süreliğine bindiği demokrasi tramvayından inmeye hazırlandığı açık.

Mahir Ünal'ın sözleri ise yeni yolculuğun ne yöne olacağının ipucunu veriyor.

Kuşkusuz ki bu yolculuğun sonunda demokrasi yok.

Türkiye'nin, yukarıda sözünü ettiğim V – Dem endeksinde, en iyi durumda olduğu kıstas, "seçimli demokrasi" idi.

Erdoğan'ın, seçimli demokrasiye ilk darbe girişimi, belediye başkanlarını görevden alıp, yerlerine memurlarını tayin etmesi ile gerçekleşti, başarılı da oldu.

Seçimle iş başına gelmiş bir belediye başkanının görevden alınıp, yerine bir İçişleri Bakanlığı bürokratının tayin edilmesini yadırgamaz hale geldik.

Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılıp, milletvekillerinin hapse atılması, uyduruk mahkeme kararlarıyla milletvekilliklerinin düşürülmesi bir diğer aşamaya tekabül ediyordu.

HDP'ye yönelik kapatma girişiminin nedeni de budur.

İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerindeki darbe teşebbüsü, millet tarafından püskürtüldü ancak bu yenilgiden kaynaklanan öfkesi, artık İstanbul halkının bu seçimi nedeniyle cezalandırılmasına dönüştü.

Ve son darbe, sahip olmadığı bir yetkiyi TBMM'nin elinden gasp etme denemesi oldu.

Muhalefet bunu yargıya taşımaya hazırlanıyormuş.

Erdoğan yargısından nasıl bir sonuç bekliyorlar bilmiyorum ama bu gaspa gerekçe olan 9 numaralı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile ilgili itirazın aradan geçen yıllara rağmen gündeme bile alınmamış olmasına bakarak, bir sonuca varabilirsiniz.

Erdoğan'ın partisinin çıkmaya hazırlandığı yeni yolculukta, demokrasi tramvayına binmeyeceğini, o işlerin artık çok geride kaldığını bugünden not etmiş olayım.


(*) Gördüğünüz gibi din, hangisi olursa olsun, politikaya alet edilmeye başlandığında bunun bir tek sonucu olabiliyor: Demokrasi azalırken, otoriterlik yükseliyor.

Bireysel haklar azalırken, yolsuzluklar artıyor.

Din, politikacının elinde yolsuzlukların üzerini örten adeta bir şal görevi görüyor.

* * *

AKP'li düzgün bilim insanı yok mu?

Cumhurbaşkanı tarafından bir gece yarısı operasyonuyla Merkez Bankası'nın başına tayin edilen Dr. Şahap Kavcıoğlu'nun doktora tezinde, 2001 yılında Merkez Bankası tarafından yayımlanan raporlardan intihal yaptığı ortaya çıktı.

Berkant Gültekin'in, dün BirGün gazetesinde yayımlanan haberinde intihallerin örnekleri vardı.

Kavcıoğlu, raporun bazı bölümlerini tezine aynen aktarmış ama herhangi bir atıf da yapmamış.

Bunu nasıl olup da yapabiliyorlar, gerçekten merak ediyorum.

Normal olarak insanda utanma duygusu uyandırmalı. Kimseden utanmazsan bile insan tez hocasından utanır.

Oysa çok basit, ifadeyi tırnak içine al, kaynağını sayfanın dibine yaz.

Belli ki nasıl olsa yutturacaklarını düşünerek, başkalarının emeklerini aşırıp tez diye sunuyorlar.

Erdoğan'ın Boğaziçi'ne tayin ettiği adamın da benzer bir suçlamaya uğradığını hatırlatayım.

İlginç bir tablo bu: AKP zihniyetine yakın olup da "eli uzun olmayan" birisini bulmak ne kadar zor olmalı ki bula bula bunları bulup tayin edebiliyor.

Hem AKP'ye yakın olup hem de dürüstçe bilim yapmaya uğraşan insanlara bu kadar ayıp yapılır mı, onlar bu kadar değersiz mi?

Bu sorunun yanıtını da o bilim insanları kendilerine versinler.

* * *

Okulları "deneyim kazanmak" için mi kapattılar?

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Habertürk yazarı Nagehan Alçı'ya yaptığı açıklamada "vaka artışından bağımsız olarak okulları açık tutma ilke kararımız var. Vaka sayısı ile okulların açık olması arasında bir korelasyon yok. Bu algıyı değiştirmemiz lazım" dedi.

Yanlış mı anladım diye dikkatle bir daha okuduğumu söyleyeyim.

Evet, Milli Eğitim Bakanı, aynen bunu söylüyor: Hasta sayısındaki artış ile okulların kapalı kalması arasında bir ilişki yokmuş, bu kamuoyunun bir yanlış algısından ibaretmiş.

İyi de o zaman bir yıldır bu çocukların okulları niye kapalı?

Bir tuhaf durum bu.

Aynı Bakan, Sabah gazetesinden Ceyda Karaaslan'a yaptığı açıklamada da şunu söyledi:

"Salgın bitse de uzaktan eğitim kalıcı olacak. EBA alt yapımızı güçlendirdik. Hibrit modelini uygulamaya ilişkin ciddi bir deneyimimiz oldu."

Yoksa okulları bu deneyimi kazanmak için mi bir yıldır kapalı tutuyorlar diye düşünmeden edemedim.

Yazarın Diğer Yazıları

Yargının itibarı nasıl korunur?

Taksirle ölüme sebebiyet vermekle suçlananların bile iktidara yakınlık durumlarına göre tutuksuz yargılanabildiği Türkiye’de, Nasuh Mahruki sosyal medya paylaşımı nedeniyle tutuklandı. ‘Uluslararası Demokrasinin Küresel Durumu – 2023’ raporuna göre Türkiye, 173 ülke içinde hukukun üstünlüğü alanında 148. sırada yer alıyor. Bu tabloda siyasetin olduğu kadar yargı kurumlarının da rolü yok mudur?

Bu disiplinsizlik en ağır cezayı mı hak ediyor?

Teğmenlerin, subay yemini yapılmayacağına ilişkin emre rağmen, bu yemini etmeleri kuşkusuz ki bir disiplinsizliktir. Ancak ellerin vicdanlardan çekilmemesi de yararlı olur: TSK Disiplin Kanunu’nun öngördüğü en ağır cezayı gerektirecek bir disiplin suçu mudur?

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına

Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, Riyad’daki dans gösterisinde Kâbe siluetinin dijital dekor olarak kullanılmasına, “Suud ulemasının sessizliği fecaattir” sözleriyle tepki göstermesini tebessümle karşıladım. Fetullahçılar, her türlü ahlaksızlığı yaparken kendisi Diyanet İşleri Başkanı idi. Bu ülkede yolsuzluğa “hırsızlık değildir” diyen, “rüşvet vermek caizdir” diyen fıkıh uleması bile gördük

"
"