Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'dan sonra, eski CHP Milletvekili Dursun Çiçek de savcılıkta ifade verdi.
Sebebini biliyorsunuz, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı kızdırdılar.
Erdoğan'ın kızmasının nedeni, Başbuğ ile Çiçek'in, FETÖ'nün siyasi ayağının bakılması gereken yere işaret etmeleri.
Asker kişileri yargılama yetkisinin askeri mahkemelerden, özel yetkili mahkemelere devrine olanak sağlayan kanun ile ilgili bir tartışma bu.
Aslına bakarsanız, o tarihte askeri mahkemelerin yetkilerinin sivil mahkemelere devri ile ilgili çalışma, AB'ye uyum kapsamında yapılmıştı.
Söz konusu kanunun çıktığı günlerde AKP için "askeri vesayet ile mücadele", iktidar alanını genişletebilmek için önemliydi.
Zaten AB üyeliği ve AB mevzuatına uyum meselesine o devirde sıkıca sarılmalarının nedeni de buydu.
Amaç hasıl olunca, AB'yi unutmalarının nedeninin de bu olduğu gibi.
Söz konusu kanun değişikliği ile ilgili olarak FETÖ iması yapılınca, normal tepki bunu açıklamak olmalıydı.
Ama bu yolu tercih etmediler.
Erdoğan kızdı, Başbuğ'u hedefe koydu, "boru göstermeye benzemez" diyerek aba altından bir Ergenekon sopası da salladı.
Niye kanunun asıl gerekçesini açıklamadılar da bu yola gittiler?
FETÖ'nün siyasi ayağına ulaşabilecek her çorap söküğünde iplerden birinin ucu kaçınılmaz olarak AKP'ye de gider. Çorabın sökülmesini istemiyorlar, sebeplerden biri bu olabilir.
İkinci tahminim, günümüz şartlarına bakınca daha olası görünüyor:
İktidarın oy tabanı hızla eriyor. Bu tür yönetimlerin, iktidardan gitmeye yaklaştıkça sertleşmeleri, muhalefeti demokratik olmayan yollarla sindirmeye çalışmaları sık rastlanan bir durum.
Nitekim Erdoğan'ın, Başbuğ'a, "boru" hatırlatmasıyla Ergenekon'u işaret etmesi, abuk gerekçelerle tutuklanan gazeteciler, üç milletvekilinin hapse atılması bu çerçevede, daha büyük bir baskı dalgasının işaretçileri olabilir.
İşim falcılık değil tabii, tarihteki örneklerine bakarak olasılıklardan söz ediyorum.
Başbuğ ve Çiçek'in, bir kanunun çıkış gerekçesine dikkat çekerken yaptıkları iş bir suç sayılmaz.
Şeffaf bir demokrasiden söz ediyorsak, meclislerin faaliyetleri kamuoyunun gözünün önünde olur.
Meclisler, milletvekilleri, çıkardıkları kanunlar eleştiriden vareste değildir.
Politika, sadece meclis çatısı altında yapılan bir iş de değildir.
Eleştiri kültürünün geliştiği ülkelerde, böyle eleştirilere yanıt verilir, mahkemeye vermek kimsenin aklına gelmez.
Öte yandan Başbuğ ve Çiçek için suç duyurusunda bulunan AKP milletvekillerinin dilekçesinde şöyle bir bölüm de var, dikkatimi çekti:
"Milletvekillerinin yasama faaliyetlerinden dolayı suçlanması ancak antidemokratik rejimlerde ve vesayet düzeninin geçerli olduğu ülkelerde söz konusu olabilir. Şüphelinin bu doğrultudaki açıklamaları vesayet düzeninin özleminin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir."
Eleştiri, özellikle de siyasal eleştiri bir demokrasinin olmaz ise olmazıdır.
Eleştiriyi "suçlama" olarak da yöneltebilirsiniz.
Hatta demokrasilerde kamu görevi yapanlar, daha ağırına da razı olmak durumundadırlar. İnanmayan, Erdoğan'ın, Süleyman Soylu'nun avukatlarına sorsun!
Tabii "milletvekillerinin yasama faaliyetlerinden dolayı suçlanması ancak antidemokratik rejimlerde ve vesayet düzeninin geçerli olduğu ülkelerde söz konusu olabilir" cümlesini okurken acı acı gülmüş de olabilirsiniz.
Halkın oyuyla seçilip, yasama dokunulmazlığı kazanmış bazı milletvekillerinin neden hapiste olduğunu açıklayan bir cümle olmuş bu.
Bu da AKP'li olmanın bir garip cilvesi işte!
Demokrasi adına ne söylersen söyle, ucu dönüp dolaşıp Erdoğan yönetimine dokunuyor!
* * *
AKP, kendisi olmaktan vazgeçerse
AKP, 2023 seçimlerinde oy verecek Z kuşağını kazanmak için çalışmalara başlamış.
Önümüzdeki seçimde ilk kez oy verecek olanların sayısının 7 milyon civarında olması bekleniyor.
Onun için seçimi kazanmak isteyenin, bu yeni seçmen kitlesini yanına çekebilmesi kritik önemde.
Gizem Karakış'ın Hürriyet'teki haberine göre AKP yöneticilerine sunulan raporda, Z kuşağının olayları sosyal medyadan takip ettiğine dikkat çekiliyormuş.
Kim yazdıysa rapora Cambiridge Analytica'yı (CA) da sokuşturmuş!
Hatırlarsınız, bu kuruluş sosyal medya çalışmalarıyla ABD seçimlerini ve Brexit'i manipüle etmekle suçlanıyordu.
Tam da Twitter'deki AKP trollerinin temizlendiği konuşulurken, CA'yı hatırlatmak, pek akıllıca olmamış gibi geldi bana.
AKP yöneticileri farkındalar mı bilmiyorum ama Z kuşağını, bugüne kadarki politikalarıyla etkilemeleri pek kolay görünmüyor.
Gezici Araştırma geçenlerde onlarla ilgili bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı.
- Oy davranışlarında ana – babalarını taklit etmiyorlar.
- AB'yi destekliyorlar.
- Düşünce özgürlüğü, liyakat, israf gibi kavramlar konusunda çok hassaslar.
- Kendilerini bir ideolojiyle bağlamak gibi bir eğilimleri de yok.
- Ve din ticaretiyle bu çocukları etkileyebilmek mümkün değil.
Yani AKP'nin ezberini bozacak bir kitle bu.
AB üyeliği yolunda ciddi gelişmeler elde ederseniz, memlekette demokrasiyi hakim kılarsanız, din ticaretinden vazgeçerseniz, düşünce özgürlüğüne saygı duyarsanız, güreşçiyi banka yönetimine tayin etmezseniz, gerçekten bilgi sahibi olanların yükselmesine olanak verirseniz, memleketin kaynaklarını israf etmezseniz bu çocukların oylarını alabilirsiniz.
Size bir yönetici özeti vereyim: Bugün yaptıklarınızın tam tersini yaparsanız, bu kuşağın oylarına talip olabilirsiniz.
Gerçi o zaman benim oyumu da alabilirsiniz, bunu da belirtmiş olayım.
* * *
Müzevir çocuklar gibi
Televizyon kanallarındaki tartışma programlarına HDP'liler çağrılmıyor.
Yeni bir durum değil, uzunca bir süredir HDP yokmuş gibi davranmak, haber kanallarının ortak özelliği gibi görünüyor.
Bir de bunu "evrensel habercilik ilkeleri" gibi, "kuş mu, deve mi" olduğunu tam olarak idrak edemediklerini çok belli eden gerekçelerle açıklamıyorlar mı?
İzleyicinizi, okuyucunuzu da aptal yerine koymayın, çok ayıp.
Onun için açıkça söyleyin: Saray'dan izin alamadığınız için HDP'lilere de, bazı muhalif isimlere de ambargo uyguluyorsunuz.
Hep aynı tiplerin haber kanalları arasında dolaşıp, duruyor olmaları tesadüf mü?
Bu memleketin entelektüel düzeyi bu kadar fakir olabilir mi?
Öte yandan HDP de açıklama yapmış, bundan sonra HDP'li bir yönetici çağrılmadan, HDP'yi tartışan programlarla ilgili "suç duyurusu" yapacaklarmış.
Buna da hiç şaşırmadım.
"Suç duyurusunda bulunmak" artık milli bir sporumuz olmuş gibi görünüyor.
Müzevir ilkokul çocukları gibisiniz vallahi!
Nedir bu savcıların, bu milletten çektiği?
Allah'tan onlara da yeterli talimat verilmiş. Hangi suç duyurusunu çöpe atacak, hangi suç duyurusunu işleme koyacak açık ve net şekilde biliyorlar.
Onun için HDP'lilerin suç duyurusu kağıt israfından başka bir işe yaramaz.
Televizyonlara kimin çıkacağına karar veren otorite, hangi suç duyurusuna işlem yapılacağı kararını da veriyor, benden duymuş olmayın.