Memleketimizde bir adalet reformu yapılacak. Bunu duymamış olmanıza olanak yok çünkü şu anda AKP hükümetinin en çok önem verdiği konulardan biri bu.
Bunu niye yapmak istiyorlar, onu da biliyoruz.
Böylece AB’nin gözüne gireceğiz, demokrasimiz gelişecek filan.
Hatta bir punduna getirip Terörle Mücadele Yasası’nın bazı hükümlerini de bu sırada çözebilirlerse AB vizeyi de kaldıracak.
Acaba ucunda biraz para da olmasa böyle bir reform akıllarına gelir miydi, orası ayrı mesele.
Bilmiyorum farkında mısınız, reformun en çok önem verilen konularından biri “ifade özgürlüğü” konusu.
Çünkü bu nedenle onlarca gazeteci hapiste, yüzlercesine açılmış dava var. Binlerce vatandaş da sosyal medyada filan sırf bir şeyler yazdılar diye hapis tehdidi ile karşı karşıya, davalar birbiri ardına açılıyor.
Ancak doğrusunu isterseniz bu “özgürlükler” meselesinde hâlâ yanlış bir yerde durduklarını da söylemek zorundayım.
Adalet reformu ile ilgili ilk yasa paketi tatilden önce TBMM’ye getirilecek ve bunun içinde “özgürlükler” ile ilgili bir düzenleme de var.
Şöyle: İfade özgürlüğüne ilişkin davalarda kanun yolu güvencesi arttırılacak, istinaf incelemesi sonunda verilen kararların kesinlik sınırı yeniden belirlenecek.
Yani Cumhuriyet davasında olduğu gibi istinaf incelemesi sonunda 5 yıldan az ceza alanlar doğrudan hapishaneye gitmeyecek, hapse girmek için Yargıtay aşamasını bekleyecek!
Şimdi sevinmem mi gerekiyor, bu yazdıklarım nedeniyle beni hapse atmak için Yargıtay kararına kadar bekleyecekler diye?
Bireysel özgürlükleri genişletmek için yapılacak Adalet reformu, hâlâ “ifade özgürlüğü suçlarının nasıl cezalandırılacağı” ile ilgili!
Bu bir oksimoron aslında: İfade özgürlüğü suçu!
(Oksimoron, birbiriyle çelişen ya da tamamen zıt iki kavramın bir arada kullanılması.)
Marifet, insanları bu nedenle hapse tıkmak için Yargıtay aşamasını beklemek değildir.
Gerçekten özgürlükler ile ilgili reform yapacaksanız, önce dilinizden, beyninizden “ifade özgürlüğü suçu” kavramını silmelisiniz.
Düşündüğünü söylemenin hâlâ suç olduğu ama hapse atılmak için Yargıtay kararının beklendiği bir ülkede, demokrasiden söz edemezsiniz.
Düşüncelerin yayılmasından korkan, sırf düşüncesini açıkladığı için insanları hapse tıkan iktidarların olduğu yerlerde faşizm vardır, başka bir şey değil.
Adalet reformu tabii ki yapılsa iyi olur ama zihniyetiniz hâlâ “düşünce suçu” kavramını normal karşılıyorsa, yapacağınız şey reform değil, rejiminizin ayıplarını makyajla kapatmaya çalışmaktır.
***
Bu hâkim de reforma girecek mi?
Geçenlerde Barış Akademisyenleri bildirisi ile ilgili olarak görülen bir davada yargıç avukatlara şunu söyledi:
“Terör örgütünü övmek ifade özgürlüğü mü? Bir bayana tecavüz etmek ifade özgürlüğü müdür? Yani şurada bir kadına tecavüz edilse bunu savunabilir misiniz?”
Kimin duruşmasıydı, hangi mahkemeydi bunun elbette bir önemi var ama konumuz bununla ilgili değil.
İsim vermiyorum çünkü belli bir şahsı hedef almak gibi bir niyetim yok.
Hâkimin bu sözleri söylemesinden bir ay önce Anayasa Mahkemesi “şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan, terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan düşünce açıklamaları terörizmin propagandası olarak kabul edilemez” diye bir karar almıştı.
Bu da o kadar önemli değil. Konumuz açısından sadece yargıcın, AYM kararlarından haberdar olmadığını ortaya koyuyor, o kadar.
Benim dikkatimi çeken şey “ifade özgürlüğü” ile bir “kadına tecavüz” eylemini aynı cümle içinde kullanması, birbiriyle kıyaslayabilmesi ve bunu yapanın da bir yargıç olması.
Yargıya hakim olan bu zihniyeti ne yapacağız?
***
Reyting meselesiyse tamamdır!
Ben hep söylüyorum, ama dinleyen yok!
Beştepe Sarayı’nın bin odasından çoğunu dolduran danışmanlar ne iş yapıyorlar, bilmiyorum.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Japonya’ya giderken soruları yanıtladı.
Konu Osman Öcalan’ın TRT Kürdi kanalına çıkarılmasına gelince bir kez daha anladık ki danışmanlar ya tembeller ya da onlara kimsenin bir şey danıştığı yok.
Meğerse Cumhurbaşkanı Osman Öcalan’ın, Türkiye Cumhuriyeti tarafından kırmızı bülten ile aranan bir terör suçlusu olduğunu bilmiyormuş!
Öcalan televizyona çıktığında Saray’da bunu kimse merak etmedi mi?
Şimdi Interpol demez mi ki, “siz devlet televizyonuna çıkardığınız adamı niye kırmızı bültenle arıyorsunuz”?
Ve Erdoğan’dan öğreniyoruz ki Öcalan’ın televizyona çıkarılmasının sebebi de “reyting hesabı” imiş.
“TRT’yi yönetenler, Kürdi’nin reytingini yükseltmeyi de düşünüp bu ülkeye neyin faydalı olacağını düşünüp adımlarını atmışlardır” diyor.
Bu tabii “Öcalan müracaat etmişti, müracaat ettiği için ekrana çıkarıldı” açıklamasından biraz daha mantıklı bir yanıt.
“Minareden at beni, in aşağı tut beni” türküsündekine benzer bir mantık tabii!
Ama yine de şunu söylemeliyim ki Cumhurbaşkanı da ya bizlerle kafa buluyor ya da danışmanlar daha akıllıca bir gerekçe üretecek kapasitede değiller!
Düşünün, Hasan Cemal, altı yıl önce Kandil’de yaptığı bir röportaj yüzünden yargılanıyor, TRT “reyting artsın” diye Osman Öcalan’ı seçimden bir gün önce ekrana çıkarıyor.
Bence Aleyna Tilki şarkı söylerken arkasında Süleyman Soylu ile Osman Öcalan vokal yapsalar, reyting daha iyi olurdu, fırsat kaçtı!
Bir de Apo meselesi var tabii: Cumhurbaşkanı’na göre “devlet izin vermiş.”
Bu “devlet” nerede yaşıyor, çok merak ettim.
Barış bildirisi imzalayan, silahları bırakın diyen akademisyenler birbiri ardına hapis cezasına mahkûm edilirken, bir akademisyen devletten izin alıp Abdullah Öcalan’ı ziyaret edebiliyor.
Merak ettim, acaba ben de “devletin” yerini bulup müracaat etsem Sırrı Süreyya Önder’i ziyaret izni alabilir miyim?
Deneyeceğim, gelişmeleri size haber veririm.