20 Şubat 2021

Yaşadığın her gün özeldir

Geri kalan günler, geri kalan günlerden ibaretti. Bir takvim yılını doldurabilmek için mecburen yaşamak zorunda olduğumuz, sıradan günler. Ama sonra farkına vardım ki o günler de aslında çok özeldi. Geçip gittikten sonra bir daha geri getiremeyeceğimiz için özeldiler

Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide birkaç saniye oyalananlar hep aynı şeyi anlatırlar: O anda hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti!

Benim başıma böyle bir şey hiç gelmedi, öyle kritik bir anı hiç yaşamadığım için sanırım.

Geçen gün düşündüm, böyle bir film çekmek isteseydim, hangi sahneleri seçerdim diye.

Sonuç olarak birkaç saniye bile sürmeyecek bir filme ne kadar sahne sığdırabilirsiniz?

Ama gördüğünü iddia edenler de ısrarlı: Bütün hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti!

Bu kadar kısa bir filme sığabildiğine göre insanın beyni, önemsiz bulduğu her şeyi siliyor olmalı.

Kendinden çok emin ya da işten atılmayı göze almış bir film kurgucusu gibi, yönetmenin çektiği sahneleri acımasızca kesip atan ve sadece kendince hatırlanmaya değer bulduklarını "kurdeleye" montajlayan bir beyin!

Bunu şimdi zamanı çok bolmuş, hiç tükenmeyecekmiş gibi yaşayan birisine anlatmak zor elbette.

Çünkü yaşadığımız her günün içinde çok özel anlar barındırdığını ancak aradan bir süre geçtikten sonra fark edebiliyoruz.

Bu düşünceye bir günde varmadım tabii.

Hayatın önüme koyduğu sınavlardan geçer not almaya çalışırken, zamanın da hızla akıp gitmeye başladığının ayırdına vardığım yaşlardaydım.

Kırklı yaşlarımın başı olmalı.

İnsanın yaşadığı her günün özel bir gün olduğunun farkına varmamdan önce, "özel günler", benim için de gerçekten "özel" idi.

Yılbaşı, bayram, kandil, doğum günleri, sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, mezuniyet, terhis, yayınladığım gazete ve dergilerin gazete bayisinde tezgaha ilk kez konduğu gün, yayınladığım ilk gazetenin, ilk sayısının, ilk temiz baskısını rotatifin ağzından aldığım an!

Bunların hepsinin kutlamaya değer olduğunu düşünürdüm.

Geri kalan günler, geri kalan günlerden ibaretti.

Bir takvim yılını doldurabilmek için mecburen yaşamak zorunda olduğumuz, sıradan günler.

Ama sonra farkına vardım ki o günler de aslında çok özeldi.

Geçip gittikten sonra bir daha geri getiremeyeceğimiz için özeldiler.

Eskiden yılbaşlarında geçmekte olan yıl yapamadığım ve gelmekte olan yıl mutlaka yapmam gereken şeyler listeleri bile hazırlardım.

Bu saçma alışkanlıktan kurtulalı hayli oldu. Geçip giden her günün özel olduğunu, önümde yaşayacağım her günün de yeni bir milat olduğunu öğrendim.

Yaşamın bana öğrettiği en büyük dersin bu olduğunu biliyorum.

Parasını öderken sıkı bir vicdan – cüzdan muhasebesi yaptığım özel şişeleri açmak için artık "özel bir gün" beklemiyorum.

Aldığım anda açıp, şişenin dibini görmek istiyorum. Yarını, sonraki günü beklemiyorum. Biliyorum ki yarın biz ne kadar istersek isteyelim hiç gelmeyebilir.

Geçenlerde T24'te Mehmet Yalçın'ın köşesinde okuyuculardan gelen "değerli içkilerin" fotoğraflarını gördüm.

Şu ya da bu şekilde eve girmiş ancak açılması için özel bir gün beklemiş şişeler!

Kimisinin mantarı çürümüş, içindeki artık sirke olarak bile bir anlam taşımıyor. Kimisinin alkolü uçmuş, geride renkli bir sıvı kalmış.

O şişelerin sahipleri, hep beklemişler: Kızın evlendiği gün açarım, oğlanın askerden döndüğü gün açarım diye.

O günler geldiğinde de şişenin açılması ertelenmiş belli ki.

Belli ki şişe, bir büfenin vitrininde gelmesi beklenen o güzel gün için dururken, giderek kendisi özel hâle gelmiş.

Önemi, hayali kurulan özel günün önüne geçmiş ki açılmadan kalmış.

Ali isminde bir arkadaşım var, çok özel viskilerden oluşan muazzam bir koleksiyonun sahibi.

Lüfer akını başladığında bir öğlen yemeği için evinde toplandığımızda bütün bir duvarı kaplayan, kristal camlı dev vitrinin içindeki nadide şişelere bakarken uyardım kendisini: Sen bunlara gözün gibi bakıyor, içmeye kıyamıyorsun ama bil ki günün birinde öldüğünde bunları belki de hiç sevmediğin enişten içecek.

"Onun için içkileri iç, şişelerin koleksiyonunu yap" diye zarf da attım ama işe yaramadı.

Ve biliyorum ki aynen böyle olacak. Mehmet Yalçın'ın şişeleri açmayıp, bir özel gün peşinde yıllarca saklayarak içkilerini bozan okuyucularının başına geldiği gibi.

Tabii siz değerli okuyucularımı da kandırmak istemem.

Hâlâ bazı şeyleri yapmayı ertelediğim oluyor.

Hafızamda "haftaya hallederim" bölümünde yer alan şeylerin sayısında gözle görülür bir azalma yok.

Zamanla olgunlaşacağımdan eminim ama.

Şimdi diyeceksiniz ki bu yaşa geldin hâlâ olgunlaşamadın mı?

Hayır, objektif olarak olgunlaşmış sayılmam.

Hâlâ bamya, brokoli, kale gibi "şeylerden" nefret ediyorum. Ağzıma sütlü tatlı da koymam. Ramen yiyene kuşkuyla yaklaşırım, iyi gözle bakmam.

Bilim insanları tat alma duygusunun insan büyüdükçe geliştiğini söylüyorlar.

Bunlardan tat alamadığıma göre hâlâ yeterince büyümüş sayılmam diye düşünüyorum. Yeni yaşımın şafağında, aklımda bir tek şey var:

Bir hayatın var, onu yaşa ve ne yapacaksan şimdi yap! Yaşadığın her günün başkaları için değilse bile senin için özel olduğunu unutma!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"