05 Ekim 2021

“Vakıf” neyin ya da kimin paravanı?

Adını “Saray müteahhidi” olarak duyuran Rönesans Holding’in patronu Erman Ilıcak’ın annesi Ayşe Hanım’ın ilk şirketi, 105 milyon 484 bin 952 dolar 46 Cent’i “bağış” olarak adını bilmediğimiz bir vakfa göndermiş. Bir vakfa bu kadar büyük parayı bir insan niye bağışlar ve vakıf o parayla ne yapar? Niye bu gizli tutulur? Bir acayip iş olduğu çok açık.

Adını “Saray müteahhidi” olarak duyuran Rönesans Holding’in patronu Erman Ilıcak’ın annesi Ayşe Hanım’ın girişimci kişiliği ilgimi çekti.

Demek ki şu anda 4 milyar 400 milyon dolar kişisel serveti olduğunu bildiğimiz Erman Ilıcak, girişimci genlerini annesinden almış diye düşündüm.

Rönesans, bildiğim kadarıyla 20’den fazla ülkede faal, başarılı bir şirket.

Zaman zaman işçi hakları ile ilgili ihlal iddiaları da gündeme geliyor; ben şirketin sahibi Erman Bey’in yerinde olsam bu kadar para kazandıran işçilerin gönlünü hoş tutar, haksızlık iddialarıyla adımın yan yana gelmesini istemezdim. Ama tabii herkesin kendi bileceği iş. Baksanıza tazminat ödemeden gazetecileri işten atan Meltem Demirören gibi tipler de var iş dünyamızda.

Rönesans Holding’in Türkiye’deki serüveni Recep Tayyip Erdoğan ile paralel.

Şehir Hastaneleri, Bin Odalı Saray, Yazlık Saray gibi işleri var. Son beş yılda 16 milyar liralık ihale, Erman Bey’e, bizzat Erdoğan tarafından verildi.

Deutsche Welle’nin, yeni ortaya çıkan “Pandora’nın Kutusu” adı verilen belgeler üzerinde yaptığı inceleme, Erman Bey’in annesi Ayşe Hanım’ın, İsviçre’de faaliyet göstermek üzere British Virgin Adaları'nda iki şirket kurduğunu gösteriyor.

Şirketler, Saray’ın inşaatı devam ederken 17 Mart 2014 tarihinde kurulmuş.

2015 yılında bu şirketlerden Covar Trading Ltd.'nin hesaplarına 105 milyon 524 bin 132 ABD doları girdiği görülüyor. 32 Cent’i de var ama boşverin.

Ayşe Hanım’ın kurduğu ikinci şirket Dolmine International Ltd.’y de yine 2015 yılında 105 milyon 212 bin ABD doları gelmiş. Şirket bu parayı faize koymuş, 491 bin 616 Dolar 16 Cent kazanmış ki aferin diyorum.

Toplamı 210 milyon küsur ABD Doları ediyor. Milyon dolarlar havada böyle uçuşunca koca bir tekne almaya yetecek parayı küsurat gibi görmeye başladım ben de!

Ayşe Hanım’ın ilk şirketi, paranın hesabına geçtiği yıl 105 milyon 484 bin 952 dolar 46 Cent’i “bağış” olarak adını bilmediğimiz bir vakfa göndermiş.

Ayşe Hanım’ın bu hayırseverliği doğrusunu isterseniz gözlerimi yaşartırdı ama bazı vakıfların ne tür dolambaçlı işler için kullandığını artık biliyoruz.

Şimdi böyle büyük bir bağışın neden gizli tutulduğunu merak ediyorsunuzdur.

Gerçi “alan el, veren eli görmeyecek” denir ama bu sözü “kim verirse versin alan el görünmeyecek; siz kim olduklarını tahmin edersiniz” olarak değiştirmeyi uygun görüyorum.

Bir vakfa bu kadar büyük parayı bir insan niye bağışlar ve vakıf o parayla ne yapar?

Niye bu gizli tutulur?

Niye Türkiye’de çıkarıp helalinden verilmez de para önce İsviçre’ye gönderilir filan.

Bir acayip iş olduğu çok açık.

Hazreti Ömer, İslam’ın örnek kurumlarından biri olan ilk vakfı kurarken, günün birinde bu kurumların böyle işler için kullanılacağını aklına bile getirmemiş olmalı.

Ama bizim siyasal İslamcılar, bir çekirge sürüsü gibi Hazine’nin üzerine çöktüler, vakıfları da bu işlerine alet ettiler.

“Bulgurcu Hoca” bu işe ne der bilmiyorum ama Hazreti Ömer’in kemiklerinin sızlamış olduğunu düşünmemiz için çok neden var.

Tabii insanın annesinin bile adını böyle bir işe karıştırmasına ne demeli, bilemiyorum.

Allah müstahakını versin diyelim!

 

***

 

Hesap soracak olanlar korkar

 

Eğer bir çadır ya da aşiret devleti değilse, her devlet böyle bir para trafiğini merak eder.

TC’nin de bu işleri merak etmekle görevli kurumları var; bir değil, iki değil hem de!

MASAK’dan başlayarak Gelir İdaresi Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı filan bu 210 milyon doların neden bir iş yapmayan şirketlere transfer edildiğini merak etmeli.

Ama göreceksiniz ki bu kurumlarda bu işi merak eden birileri varsa da kimse harekete geçmeyecek.

Çünkü resen harekete geçerlerse başlarına neyin geleceğini, işin ucunda kime çatacaklarını bilemezler.

Daha doğrusu kime ya da kimlere çatabileceklerini tahmin ederler onun için seslerini çıkarmadan, bakışlarını başka yöne çevirirler.

Bu haberleri hiç okumamış gibi davranırlar; olur da benim gibi soran olursa da yanıt vermezler, unutturacaklarını düşünürler.

Böylece, bugün itibariyle “mübarek Cuma sorularına” bir yenisini ekleyeceğimi de duyurmuş olayım.

* Bu kadar büyük bir para neden İsviçre’de kurulmuş paravan şirketlere aktarıldı ve yarısı adını bilmediğimiz bir vakfa bağışlandı?

* Öteki yarısı neden hâlâ banka hesabında duruyor?

* Bu şirketler iş yapmak için kurulduysa, bu kadar büyük bir sermaye, banka hesabında kuzu kuzu yatmaya bırakılır mı?

* Müdebbir tüccarlar böyle davranır mı?

 

 

 ***

Üniversite var ama öğrencisiyle hocası yok!

 

Üniversitelere ek yerleştirme de tamamlandı ve sonuç: 224 bin kontenjan boş kaldı!

Bu sayının bir programa yerleştirildiği halde kayıt yaptırmayacak olanların da eklenmesiyle daha da artması bekleniyor.

Mine Özdemir Güneli'nin, Milliyet’teki haberine göre; 68 bin 932 adayın yerleştiği halde kayıt yaptırmaktan vazgeçtiği üniversite yerleştirme maratonunda, birinci ek yerleştirme sonunda boş kontenjanları sadece 40 bin 205 aday tercih etti.

Bu da kayıt yaptırmaktan vazgeçenlerin yerini dolduracak sayıda adayın bulunamadığını gösteriyor.

Bu yıl toplam 1 milyon 10 bin 669 öğrencinin üniversiteye kayıt yaptırabileceği açıklanmıştı.

Demek ki kontenjanların dörtte biri dolmadı, dolacak gibi de görünmüyor.

İkinci yerleştirme için baraj puanları düşürülse de açık kalan bölümlerin ezici çoğunluğu öğrencilere “bir gelecek vaat etmeyen programlar”!

Yani “şu kadar üniversite açtım” demenin kimseye bir faydası yok.

Gördüğünüz gibi içinde hocası ve kitabı olmayan kütüphaneleriyle istediğiniz kadar üniversite açtığınızı iddia edin, sonuç bu: Bina var, hoca yok, öğrenci yok!

 

TIKLAYIN-' Saray'dan gelen paralar vergi cennetinde

TIKLAYIN -Rönesans Holding'ten "Pandora Belgeleri" açıklaması

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"