Artık büyük konuşmamam gerekiyor, buna karar verdim.
Son yayımlanan kitabım “Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür” adını taşıyordu.
Biraz erken konuşmuşum gibi görünüyor.
Memleketimizde her doğan gün yeni sürprizlere gebe, “Yok artık bu kadarı da olmaz” dediğimiz her şeyin fazlası oluyor.
Artık hiç bir şey beni şaşırtamaz derken, apışıp kalıyorum.
Bilmiyorum dünyada böyle başka bir üniversite var mı?
Yani, hocalarının bir yarısı, diğer yarısının işten atılmasını, bununla da yetinmeyip hapislerde de süründürülmesini isteyen bir üniversite ortamı?
Sanmıyorum.
Demokrasinin hüküm sürdüğü ülkelerin üniversitelerinde, düşündüğü bir şeyi açıkladıkları için üniversite hocalarının kitlesel şekilde işten atıldığına rastlanmaz.
Zaten adına “üniversite” denen kurum, bunun için vardır.
Akademisyen denilen seçilmiş özel kişilere maaş verilir ki bunlar okusunlar, yazsınlar, düşünsünler, aykırı da olsa fikirlerini açıklasınlar filan diye!
İnsanlık böyle gelişti.
İş kutsal kitapların yazdığı ile yetinmeye kalsaydı ya da devletlerin çizdiği sınırların dışına çıkmak yasak olsaydı ne Newton çıkardı, ne Galileo.
Bu tür işler artık adına siz ne dersiniz bilmiyorum, otoriter – totaliter – faşist – komünist rejimler altındaki ülkelerde olurdu, oldu, oluyor.
Bir grup akademisyen, bir bildiri yayınladı.
Bu otoriter iktidarın hoşuna gitmedi, ak tolgalı beylerbeyi haykırdı ve hepsini üniversiteden attılar, mahkemelerde de mahkûm ettiler.
Sonra Anayasa Mahkemesi’nin bir grup üyesi, Türkiye’nin Anayasa’sına göre AB müktesebatına uymasının zorunlu olduğunu hatırladı.
Vay sen misin, böyle karar veren? İktidarın bir işareti ile Anayasa Mahkemesi’ne saldırı başladı.
Kamu kaynaklarıyla yaratılan besleme medya işaret fişeğini attı, ardından bir grup “üniversite hocası” mahkemeyi eleştiren bildiri yayımladı.
Mafya, meslektaşlarını “kendi kanlarında boğmakla” tehdit ederken sesini çıkarmayanlar, mahkemeye veryansın ettiler.
Gerçekten merak ediyorum: Bu tipler ne istiyorlar?
AYM, bu kararı vermeseydi, iki ay sonra aynı kararı AİHM zaten verecekti.
İstedikleri şey “AİHM’den dönene kadar hapiste yatsınlar” mı?
Yahu medeni bir insan, sırf farklı düşünüyor diye her hangi bir kimsenin hapiste yatmasını, işinden atılmasını filan isteyebilir mi? Ne biçim yaratıklarsınız?
Reis’e de mi karşısınız yoksa?
Sizin Reis değil miydi, Anayasa’ya bu hükümleri koyduran?
Şimdi de vize kalksın diye akademisyenleri de mahkum ettiren maddelerin değiştirilmesi emrini veren?
***
“Tabii hâkim” ilkesi ne oldu?
Osman Kavala’nın tutuklu olarak yargılandığı 16 sanıklı Gezi davasına bakan mahkeme heyetinde yeni bir düzenleme yapılmış.
Arkadaşımız Gökçer Tahincioğlu’nun T24’te yayımlanan haberine göre İstanbul 30. Ağır Ceza artık iki heyet halinde çalışacak .
Kavala ve Yiğit Aksakoğlu ile ilgili olarak tahliye yönünde oy kullanan iki yargıç, ikinci heyette yer alacak.
İlk heyetten davaya bakmaya devam edecek yargıç ise sanıklar hakkında tutuklu yargılamaya devam kararı veren yargıç.
Gezi ve Adnan Hoca yargılamalarını mahkemenin 1 numaralı heyeti yapacak.
Elbette eski üye de, 1 numaralı heyete yeni atanan iki üye de yargıç bağımsızlığına değer veren, peşin hükümlü olmadan sadece kendilerine sunulan kanıtlara bakan, savunmayı can kulağıyla dinleyerek iddianamenin tutarlı olup olmadığını tartan, şüphenin sanık lehine değerlendirilmesi gerektiğini bilen yargıçlardır. Öyle olmaları beklenir.
Bundan kuşkumuz yok ama yargılamanın orta yerinde, durduk yerde böyle bir değişiklik yapılmasından nasıl bir sonuç çıkarmalıyız?
Bir soru daha: Heyete yeni atanan iki yargıç, kendileri için nasıl bir sonuç çıkarırlar?
Ben nasıl bir sonuç çıkarmamız gerektiğini biliyorum, birazdan açıklayacağım ama yeni atanan iki yargıcın kendileri için nasıl bir sonuç çıkaracaklarını bilemem.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Anayasa Hukuku hocalarımız rahmetli Muammer Aksoy ve Mümtaz Soysal idi. Onlardan öğrendiğim ve hep aklımda kalan bir konu var.
(Kuzugillerin üniversite kapısından geçemediği yıllardı.)
Çok önemli bir Anayasa ilkesi, yargılamaları yapacak mahkemenin – yargıçların, yargılamaya konu olacak eylem, durum vs.den önce belli olmasıdır. Buna tabii hakim ilkesi (doğal yargıç da diyebilirsiniz) deniliyor.
Yani adamına ya da olayına göre yeni mahkeme kuramazsınız.
Tarih boyunca bizde iki örneği oldu: İstiklal Mahkemeleri ve Yassıada Mahkemesi. İkisi de hukuk tarihimizde iftiharla anılmıyor.
Bu olayda “doğal mahkeme” var: İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi.
Ama bu doğal mahkemenin üç üyesinden ikisi, yargılama sürerken açıklanamaz bir nedenle değişiyor ise mahkeme hâlâ “tabii” midir?
Bu tablo, bu mahkemenin sırf Kavala ve arkadaşlarını yargılamak için sonradan oluşturulduğunu düşündürtüyor bana.
Anayasa Mahkemesi’nin geçmişte verdiği bir kararı da var bununla ilgili, şöyle diyor:
“Doğal yargıç ilkesi, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıçların atanmasına engel oluşturur; sanığa veya davanın yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermez.”
Şimdi HSK bin dereden su getirecek ve mahkemenin değişmediğini, yargılamayı yürüten yargıçların hala heyette bulunduklarını (ikinci heyet oluyor) filan anlatacaktır.
Kusura bakmayın beyler ama yemezler!
Bu yaptığınızla hem yargılamaya gölge düşürüyorsunuz, hem de yeni atadığınız iki yargıcın saygınlıklarını tartışılır hale getiriyorsunuz.