L.C. Waikiki (Kilis)
L.C. Waikiki, Kilis’teki mağazasında reyonları gösteren tabelalarda Türkçe’nin yanında Arapça da kullandığı için eleştiriliyor.
Aynı şeyi İngilizce ya da Fransızca yapsaydı büyük ihtimalle böyle bir sorun ile karşılaşmayacaklardı.
Artık 82 ülkede 1500 mağazası olan bir Türk markası olan kuruluşun adı Fransızca.
(L.C. Waikiki ismi, Fransızca Les Copains (arkadaşlar) kelimesinin kısaltılmışı ve Hawaii’deki Waikiki plajından geliyor.)
Bu Fransızca isme de itiraz eden olduğunu hiç duymadım, kimse böyle bir saçmalık yapmadı.
Bizim milletin Arapça ile özel bir ilişkisi var; “özel” yerine “tuhaf” sıfatını da kullanabilirdik aslında.
Halkımızın bir bölümü Arapça yazı görünce, laiklik elden gitti zannederken, diğer bir bölümü yerde Arapça gazeteden kopmuş bir parça bulsa öpüp başına koyuyor.
Kafası karışık bir milletiz bu konuda.
Araplarla ilişkiler konusu da öyle.
Dini hassasiyetleri nedeniyle kendisini Araplara daha yakın hisseden çoğu insanda bile biraz tepeden bakma eğilimi vardır.
“Biz gittikten sonra”, iki yakalarının bir daha bir araya gelemediğinden duyulan örtülü bir üstünlük duygusu.
Arap deyince tüyleri diken diken olanlarımız da eksik değil tabii. Birinci Dünya Savaşı’ndaki “ihanetten” de beslenen bir nefret duygusu.
Bazılarımızın “ihanet” diye gördüğü şeye karşı taraftan bakanlar “milliyetçi bir bağımsızlık talebi” görebilirler oysa.
Milletlerin tarihlerindeki olaylardan hiç etkilenmemeleri mümkün değil. Meselelere soğuk kanlı bir BBC haber spikeri edasıyla yaklaşamayacakları bir gerçek.
Araplar ve Arapça ile ilişkimiz bu nedenle “yaralı.”
Yaranın bunca zamandır iyileşmiyor olmasının nedeni de kuşkusuz kendi iç hesaplaşmalarımızı bitirip, huzura kavuşamamış olmamız.
Öte yandan ciddi bir “Suriyeli geçici sığınmacı” sorunumuz var.
Hükümetimiz bu insanlara “geçici sığınmacı” demeyi tercih ediyor diye “geçici” olmayacakları da açık.
Giyim zincirinin Türkçe – Arapça yazılı yön levhaları kullandığı Kilis, bu sorunun en kuvvetle hissedildiği yer.
Mülteciler Derneği’nin sitesindeki bilgilere göre Kilis, nüfusuna göre en çok “geçici sığınmacı” yaşayan ilimiz.
Kilis’te 155 bin 179 Türk vatandaşı ve “kayıtlı” 68 bin 280 Suriyeli yaşıyor. Kayıtsız Suriyeli sayısının ne kadar olduğunu elbette bilmiyoruz.
Yani sokakta yürüyen neredeyse iki kişiden biri Arapça konuşuyor, ana dili Arapça.
Onun için Kilis’teki bir mağazanın iki dilli tabela kullanmasına hayret etmemek gerek, buna sinirlenmek ve “boykot edelim” diye ortaya atılmak ise iyice saçma.
Sinirlenilecek birisi ya da birileri varsa onlar, başını sonunu düşünmeden Suriye’deki iç savaşa elinde benzin bidonuyla koşan Erdoğan yönetimi.
Birçok icraatları gibi bu icraatları da öngörüsüzlük, cehalet ve ideolojik körlükle malul.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York’a gitmeden önce havaalanında yaptığı basın toplantısında “Şam yönetimi ve muhaliflerle bir süredir Suriye'de çatışmasızlığı sağladığını görüyoruz. Bu durum kalıcı çözüm için etkin bir kapı aralamak adına elverişli bir ortam sağlıyor. Suriye dışında milyonlarca insan vatanlarına dönmek için bekliyor” dedi.
Erdoğan “milyonlarca insanın vatanlarına dönmek için beklediği” tespitini nasıl ve hangi bilgiye dayanarak yaptı acaba?
Bu bir bilgiden daha çok “temenni” olsa gerek.
Araştırmalar gösteriyor ki sığınmacıların önemli bölümü kalıcı.
Dönmek isteyenlerin çoğunun dönebileceği bir evi, köyü, işi de kalmadı.
Esad yönetiminin ilan ettiği genel af, Suriye’de suçlu olarak arandıkları için Türkiye’ye gelmiş olanların geri dönmesini belki sağlar ama çoğunluğu kadın ve çocuk sığınmacılar için bu bir anlam ifade etmez.
Ağustos ayında Türkiye’den Suriye’ye dönen ya da başka bir ülkeye gidenler 9 bin 382 kişiydi.
Geride 3 milyon 96 bin 157 kişi var. Bunların yarısı 18 yaşın altında, eğitim çağında.
O çocuklar Suriye diye bir ülkede doğdularsa bile nasıl bir yer olduğunu hatırlamalarına olanak vermeyecek yaşta bu ülkeye göç etmek zorunda kaldılar.
Hayal kurmak kişisel olarak iyi bir şeydir ama devletler hayal kurmaz.
“Bir gün dönerler” diye beklerseniz bir de bakmışsınız hepsi kocaman olmuşlar.
Bu çocukları eğitim sisteminin içine alıp bu topluma uyumlarını sağlamak ciddi bir planlama ve organizasyon gerektiriyor.
Bu da rejimin en uzak olduğu şey: Planlama ve organizasyon!
Çünkü buradan elde edilecek bir avanta yok; bu işi de müteahhitlere devrederek özelleştirmeye kalkışmazlarsa tabii!
* * *
Kuralları tanımayan motosikletler sorunu
Trafik polislerinin, gözlerinin önünde gerçekleşen bu ihlallere kayıtsız kalmaları, motosiklet sürücülerine acıyor olmalarından mı kaynaklanıyor, görevlerini savsaklıyor olmalarından mı? |
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 12 – 19 Eylül tarihleri arasında 2 milyon 645 bin 136 aracın denetlendiğini ve 466 bin 170 sürücü hakkında işlem yapıldığını açıkladı.
Bakanın açıklamasına göre 2024 yılının ilk sekiz aylık döneminde toplam kazaların yüzde 45,2’sine motosiklet ve motorlu bisikletler karıştı.
Görebildiğim kadarıyla trafik polisinin yaptığı tek şey, bir köşeye pusu kurup ehliyetsiz motosiklet kullananları avlamak.
Bunun dışında motosiklet sürücüleri ile ilgili bir uygulamaya tanık olmuyorum.
Sorunun temeli, motosiklet sürücülerinin özellikle de moto kuryelerin önemli bölümünün, kullandıkları aracın Karayolları Trafik Kanunu’ndan muaf olduğunu zannediyor olmaları.
Kaldırımlarda yayaların arasından giden, yaya geçitlerini kullanan, ters yola giren, duran ya da hareket halindeki araçların sağından geçebileceğini düşünen, geçebileceğini gözüne kestirdiğinde kırmızı ışık ihlalinden çekinmeyen sürücüler ile ilgili hiçbir işlem yapıldığını görmüyorum.
Bunlara bir de skoter adı verilen iki tekerlekli garip araçlar da eklendi.
Trafik polislerinin, gözlerinin önünde gerçekleşen bu ihlallere kayıtsız kalmaları, motosiklet sürücülerine acıyor olmalarından mı kaynaklanıyor, görevlerini savsaklıyor olmalarından mı? Bu sorunun yanıtını bulmak da sanırım Bakan’a düşüyor olmalı.
Öte yandan moto kuryeleri, hızlı servis için zorlayan işletmeler ile ilgili bir yaptırım uygulandığını da hiç duymuyoruz.
Geçim telaşıyla, işini kaybetmekten korkan kuryelerin, bu tür işyerlerine karşı korunması da sanırım devletin görevleri arasında olmalı.
Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da büyük bir düzensizlik ve kuralsızlık hâkim.
Devlet, günün değişen şartlarını takip etmekte zorlanıyor gibi görünüyor.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|