Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Narin Güran davasında verilen karar önemli” dedi.
Ben de çok önemli buluyorum. Ancak bu kararı “önemli bulma” nedenimiz Bakan Bey ile aynı değil.
Bakan Tunç, kararın hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ilkeleri doğrultusunda verildiğini belirterek, bunun toplum vicdanında önemli bir yer edinmesi gerektiğini söylüyor.
Türkiye’de “hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı” ilkelerini unutalı çok oldu.
Hatta biraz daha ileri gidip, zaten Türkiye’de idarenin bu ilkelerle başının hiçbir zaman hoş olmadığını da söyleyebiliriz.
Bu dönemin farkı artık bunu saklama gereğini bile hissetmeden fütursuzca yapıyor olmalarıdır. Onun için bu bahsi geçelim.
Kararın “toplum vicdanındaki yeri” meselesine değinmek istiyorum.
Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, “sanıklara verilen ceza yüreklere su serpti” diyor.
Mahkemeden çıkan karara bakınca da kararın esasen “yüreklere su serpmek için verildiği” izlenimi ediniyorum.
Ortada bir cinayet ve bazı sanıklar var.
“Bu cinayeti kim, neden işledi” sorusunun tam bir yanıtını alamadık.
Mahkeme, cinayeti işlediklerine kanaat getirdiği sanıkları ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm etti ancak bu kanaatin oluşmasına yol açan deliller nelerdi?
Burada bir netlik yok.
Cinayetin işlenmesine yol açan saik neydi?
Bunu da bilmiyoruz, mahkeme de bilmiyor.
Belli ki olayı soruşturan jandarmanın böyle bir soruşturmayı dört başı mamur yürütecek elemanları yokmuş.
Kişisel görüşüm bu cezanın temyizden döneceği.
Böylece eksik soruşturma ve kötü yargılama, küçücük bir kız çocuğunun öldürülmesinden sorumlu olanların cezadan kurtulmalarına yol açacak.
Roma’dan beri ceza yargılamasına hâkim olan ilkelerden biri bu: In dubio pro reo! Şüpheden sanık yararlanır!
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2018 / 562 sayılı kararı “ceza yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkûmiyet kararından söz edilemez” diyor.
Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2015 / 52 sayılı kararı da “sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilmesidir” diyor.
Sosyal medya ve onlardan çok da farklı olmayan geleneksel medyanın gazıyla “toplum vicdanı” bu cezayı kabul edebilir ve onaylayabilir.
Ama “toplumun vicdani kanaati”, kararın “hukuki” olduğu sonucunu doğurmaz.
Bu yargılama, eksik ve kötü soruşturmadan kaynaklanan nedenlerle sorunlu.
Cinayeti kimin, nasıl ve hangi motivasyonla işlediğinin tartışmasız delillerle ortaya konmadığı bir karar var.
Biliyorum çok kişi bu yazı nedeniyle bana sinirlenecektir.
Onlara da hak veriyorum, “toplum vicdanı” bazen kendisini rahatlatmak için hukukun temel ilkelerini ve kavramlarını göz ardı edebilir.
Bunları hiçbir şekilde göz ardı etmemesi gereken devletin kurumları ve biz gazetecileriz.
Erdoğan hükümetinin bakanları, toplum vicdanına sığınarak, idarenin beceriksizliğinden kaynaklanan kötü soruşturmayı ört bas etmek isteyebilir tabii.
Narin’in güzel yüzü ve gülümseyen o fotoğrafı hafızalarımızda durdukça “toplum vicdanı” kendisini ne kadar rahat hissedebilir, o da ayrı mevzu.
***
Öcalan’ın çağrısı ve Erdoğan rejimi
Öcalan’ın “gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım” sözleri, “ehliyet ve kararlılığa sahibim” sözleriyle birlikte bir anlam ifade ediyor. PKK’ya silah bıraktırıp, Türkiye dışına çıkma çağrısı yaptığında, Kandil’deki savaş ağaları bunu nasıl karşılayacaklar. Kritik mesele bu
|
TBMM Başkanvekili ve DEM Partii Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile DEM Parti Milletvekili Pervin Buldan
Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’den oluşan DEM Parti heyeti, PKK’nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan ile görüştü ve bir mesaj getirdi.
Öcalan, “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” diyor.
Buldan ve Önder, “Ortadoğu ve Türkiye’de yaşanan son gelişmelerin değerlendirildiği görüşmede Sayın Öcalan, dayatılan karanlık gelecek senaryolarına karşı pozitif çözüm önerilerini sunmuştur” diyorlar.
Böylece Devlet Bahçeli’nin TBMM’nin açılışında DEM Partililer ile el sıkışması ile başlayan süreç, yeni bir aşamaya giriyor.
Öcalan, “sürecin başarısı için Türkiye’deki tüm siyasi çevrelerin dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması ve pozitif katkı sunması elzemdir. Bu katkıların en önemli zeminlerinden biri de şüphesiz TBMM olacaktır” diyor.
Öcalan’ın “gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım” sözleri, “ehliyet ve kararlılığa sahibim” sözleriyle birlikte bir anlam ifade ediyor.
PKK’ya silah bıraktırıp, Türkiye dışına çıkma çağrısı yaptığında, Kandil’deki savaş ağaları bunu nasıl karşılayacaklar?
Kritik mesele bu.
Öcalan “ehil ve kararlıyım” diyerek PKK içinde bir anlamda liderliğini de oyuna sürüyor.
Bakalım Kandil’in bu işe yanıtı ne olacak?
Bu deneyin nasıl sonuçlanacağını zaman içinde göreceğiz elbette, şimdilik şunu söylemeliyim ki böyle bir süreç yaşanacak ve Türkiye, Kürt meselesini çözebileceği bir yola girecekse, bu bugünkü “demokratik” ortamda mümkün olamaz.
Gazeteci Nevşin Mengü hakkında PKK’nın Suriye’deki partisi PYD’nin eski eş başkanı Salih Müslim ile yaptığı röportaj gerekçe gösterilerek “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla 7 yıl 6 aya kadar hapis istemiyle dava açılmasının üzerinden daha 4 gün geçti.
Böyle bir “demokratik” ortamda bu konu gerçekten konuşulabilir mi?
Öcalan’ın bu açıklamalarını aktardığımız için yarın bizler hakkında aynı suçlamayla dava açılmayacağının garantisi nedir?
Türkiye’nin demokrasi sorunu çözülmeden bu iş nasıl olacak?
Memleketin bir bölümünü demir yumrukla yönetirken, bir bölümüne demokrasi baharı getirmek gibi bir iddiayı kanıtlamak peşinde değillerse tabii.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|