Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı’nın “ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını” dilediği asgari ücretin açıklandığı toplantıya Türkiye’nin en büyük işçi örgütü Türk-İş temsilcileri katılmadı.
Türk-İş’in üçüncü toplantıdan sonra yaptığı açıklamada, asgari ücretin 29 bin 583 liranın altında olmasının kabul edilemeyeceğini açıkladığını hatırlatayım.
Türk-İş’in toplantıya katılmayıp, protesto etmesinin nedeni ise asgari ücretin açıklanacağı toplantının “bilgilendirme yapılmadan düzenlenmesi!”
Sendikal hareket tarihinde kendisine unutulmaz bir yer edinecek bir protesto olmalı bu.
“Altını kabul edemeyiz” diye açıkladıkları ücretin yaklaşık yüzde 30 altında bir ücret ilan ediliyor ve sendikanın protestosunun gerekçesi “bilgilendirme yapmadan toplantı düzenlediler!”
Bu protestonun hükümet ve işveren sendikalarının temsilcilerinde nasıl derin bir üzüntüye neden olabileceğini, nasıl şok geçirdiklerini düşünebiliyor musunuz?
Kim bilir nasıl perişan oldular? Hâlâ kendilerine gelememiş olabilirler mi acaba?
“Sarı sendikacılığın” dünya yüzünde çok örneği var. Çin’deki gibi kâğıt üzerinde “sosyalist” sendikalardan tutun da Japonya’daki şirket sendikalarına kadar farklı farklı kılıklarda karşımıza çıkabiliyorlar.
Bunun alaturka versiyonu da Türk-İş gibi oluyor.
Türk-İş’in açıklanan asgari ücret karşısındaki tepkisine bakınca bunun tarihe geçecek bir protesto olabileceğini söylememin nedeni bu.
Sendikaların gerçek gücü üretimi durdurabilmelerinden gelir.
Bu gücü kullanamıyorsanız zaten ancak demeç verebilir, lafla protesto edebilirsiniz, Türk-İş’in yapabildiği de bu zaten.
Asgari ücretin daha yüksek belirlenmesinin, enflasyonla mücadeleye zarar vereceğini savunanlar da var.
Eğer Türkiye’deki enflasyonun işçi ücretlerinden kaynaklandığına inanacak olursanız bu görüşlere hak verebilirsiniz.
Oysa ekonomide kötü giden her şeyin bir tek sorumlusu var: Recep Tayyip Erdoğan.
“Şahsı”, kendisini iktisatçı zannederek ekonominin ayarlarını öyle bir bozdu ki Mehmet Şimşek’in palyatif önlemleriyle ancak bu kadar olabiliyor.
Kamu kaynaklarının yolsuzluklarla eritilmesinin, kamu yönetimindeki aşırı israfın engellenememesinin bedelini ücretliler başta olmak üzere memleketin dar gelirli insanları ödüyor.
Üretim ve eğitim için harcanabilecek milyarlarca doların AKP çevresinde yoğunlaşmış dar bir oligarşik yapıya aktarılmasının sonucu bu.
Desen: Tan Oral
Böyle ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de kötü yönetimin, yolsuzlukların, israfın bedelini ödemek ücretli ve dar gelirlilere düşüyor.
Erdoğan, bu yaptığını ücretli ve dar gelirli kesimlere kabul ettirebilmek için en iyi bildiği şeyi yapmaya devam ediyor.
Dünkü grup konuşmasında gaz verdiği din ticareti ile asgari ücretin düşüklüğünün kızdırdığı kitleleri ne kadar sakinleştirebilir, bu biraz da CHP’nin ne yapacağına bağlı.
Türkiye’de yaşanılan sorunun temelinin yaşam biçimlerindeki farklılıklar olmadığını, iktisadi olduğunu, sınıfsal olduğunu anlatabilecek mi?
Gelir dağılımındaki bozukluğun yarattığı dengesizliği ve işsizlik sorununu çözebileceği inancını verecek bir program ortaya koyabilecek mi?
* * *
“Millî” Eğitim’in Arapça Günü kutlamaları
Konya Tahir Büyükkörükçü Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde, Dünya Arapça Günü'nde yapılan gösteri hayli ilginç. Suriye iç savaşı canlandırılmış, bazı öğrenciler “IŞİD militanı gibi” giydirilmiş, ellerinde oyuncak silahlarla birbirlerine ateş açıyorlar. “Arapça” denilince akıllarına böyle sahnelerin gelmesi ne türden bir ırkçılığa işaret ediyor? |
Fotoğraf: Abdurrahman Yerlikaya Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi resmi sitesi
18 Aralık Dünya Arapça Günü, Millî Eğitim Bakanlığı’nın direktifleri doğrultusunda Türkiye’deki okullarda da kutlandı.
Birleşmiş Milletler, 18 Aralık 1973 tarihinde Arapçayı kurumun resmi dillerinden biri olarak kabul etmiş, UNESCO da bu tarihi “Dünya Arapça Günü” ilan etmiş.
İnternette bir gezinti yaptım, hemen bütün ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları bu özel gün vesilesiyle bir açıklama yayınlamışlar.
Ama ana dili Arapça olmayan ülkeler arasında Türkiye dışındaki bir ülkede, okullarda bu özel günün kutlandığına ilişkin bir habere rastlamadım.
Türkiye Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu Arapça hassasiyeti ilginç tabii.
Özellikle imam hatip ortaokul ve liselerinde çeşitli etkinlikler de yapılmış.
Konya Tahir Büyükkörükçü Anadolu İmam Hatip Lisesi’ndeki gösteri hayli ilginç.
Öğrencilere oyuncak silahlar verilerek bir oyun sahnelenmiş.
Suriye iç savaşı canlandırılmış, bazı öğrenciler “IŞİD militanı gibi” giydirilmiş, ellerinde oyuncak silahlarla birbirlerine ateş açıyorlar filan.
Konya Tahir Büyükkörükçü Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde Dünya Arapça Günü etkinliğinde öğrencilere oyuncak silah verildi
“Arapça” denilince akıllarına böyle sahnelerin gelmesi ne türden bir ırkçılığa işaret ediyor?
Bunu mesela Fransa’da bir okulda izleseydik “İslamofobi” nedeniyle ayağa kalkacakların sayısını ve kimler olabileceğini tahmin edebiliyorum. Mesela Cumhurbaşkanımız böyle bin törene çok sinirlenirdi, buna eminim.
UNESCO, 15 Aralık gününü de Dünya Türkçe Günü olarak kabul etmişti.
15 Aralık gününün seçilme nedeni, Danimarkalı Türkolog Vilhelm Thomsen’ın 15 Aralık 1893 tarihinde Orhun Abideleri’nin Türkçe dilinde olduğunu dünyaya duyurduğu tarih olması.
İnternette bunu da araştırdım, can dostumuz Katar’da, yakın zamanların kankişi Sisi’nin yönettiği Mısır’da bile kutlanmamış.
Suriye’nin şu sıralar derdi başından aşkın, onların kutlamamaları normal diye düşündüm.
Ayrıca Konya’daki İmam Hatip’te yapılan kutlamaya bakınca belki de Arapların, Dünya Türkçe Günü'nü kutlamamaları daha iyidir diye aklımdan geçirmedim de değil.
Bizim memleket İslamcılarının Arap hayranlığının ve Arap olmaya özenmelerinin vardığı yeri göstermesi bakımından ilginç bir durum diye dikkatinize sunayım dedim.
Ve “Arapça öğretimine karşı mısın” diye mesajlar yazmaya hazırlanacaklar için bir not: Hayır, Türkiye’de çocukların Arapça öğrenmesine karşı değilim. Mümkün olsa sadece Arapça değil, Farsça, Kürtçe, Rusça, Gürcüce, Yunanca, Bulgarca gibi bölgemizdeki bütün dillerin öğrenilmesi de şahane olurdu. O gün gelene kadar doğru dürüst Türkçe ve evrensel bir dil olarak doğru dürüst İngilizce öğrenseler daha iyi olur diye düşündüm.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|