Mehmet Akif Ersoy, Habertürk’te çalışan bir gazeteci.
Şahsen tanımıyorum. “Alo Fatih” münasebetiyle, AKP kontenjanından mı bir köşe kaptı, yoksa öyle olmasa da Habertürk’te kendisine yer bulabilir miydi? Tanımadığım için bu konuda bir yorum yapmayacağım.
Ekrem İmamoğlu’na canlı yayında bir soru sordu. İmamoğlu da ona yanıt verdi.
Buraya kadar son derece normal. Bir gazetecinin karşısına çıkıyorsan, sorduğu soruya da yanıt vereceksin.
Sonra AKP’li trollerden biri bu konuşmayı kesti, biçti, montajladı ve sosyal medyada yayınladı.
Bu videoyu virüs gibi yaydılar ve sonunda bir iş yerinde, genç bir erkek ile İmamoğlu, bu kurgulanmış, sahte video yüzünden tartıştılar.
Bu andan itibaren olayın gelişme seyri, Türkiye’nin Siyasal İslamcılarının insani karakterlerinin temel çizgilerini ortaya koyan ve kafalarının nasıl çalışmakta olduğunu sergileyen bir laboratuvar deneyi sanki.
Adım adım gidelim:
“Dilsiz şeytan” olmadı ama...
1 – Soruyu sorup, yanıtını alan gazeteci Mehmet Akif Ersoy, Ekrem İmamoğlu’nun yanıtının çarpıtılması üzerine şöyle bir açıklama yaptı:
“İmamoğlu’nu farklı şekilde eleştirmek, çelişkilerini tespit etmek, gerçek veri ve sebeplerle ifadelerine şerh düşmek mümkünken, böylesine yanlış bir yöntemle bunları paylaşmanın AK Parti’ye negatif yansımaları oluyor!”
Gördüğünüz gibi Ersoy’un bu olayda ahlak dışı bir şey bulmadığı açık.
“Yöntem yanlış” diyor ama açık bir şekilde yapılanın yalancılık, ahlaksızlık olduğu ile ilgili bir eleştirisi yok.
Ve bu eleştirisini ortaya koyma gerekçesi de yine politik: “AK Parti’ye negatif yansımaları oluyor.”
Açıklamasındaki üsluba bakacak olursak, bu negatif yansıma olmasa, sanki o açıklamayı da yapmayacak.
Anası – babası bu arkadaşa Mehmet Akif ismini koyarken, büyük şair gibi bir insan olabilmesini ummuş olmalı.
Ne dersiniz? Umduğu şey gerçekleşmiş mi?
Şair Mehmet Akif Ersoy, böyle bir rezilliğe tanık olsaydı, böyle mi davranırdı?
Ama hiç olmazsa şu konuda hakkını teslim edelim: Susmayı da tercih edebilirdi, itirazı ahlaki bir bakış açısından olmasa da susmadı.
En azından “dilsiz şeytan olmadı” diyelim!
Pişmanlık yok, yalanda ısrar var
2 – Ekrem İmamoğlu’nun sözlerini kesip, biçip montajlayarak, bambaşka bir hale getiren kişinin AKP İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi Elif Şahin Keleş olduğu iddia ediliyor.
Keleş, seçilmiş Başbakan Ahmet Davutoğlu’na karşı gerçekleştirilen Saray darbesinin medya ayağını oluşturan Pelikan grubunun bir üyesiymiş.
Baktım başını filan da örtmüş, en azından Müslüman kadın görüntüsü veriyor. Kalbini bilemem, onu Allah bilir, bize bunu tartışmak düşmez.
Keleş, olayın kendi üzerinden gerçekleştiği iddialarına ilişkin olarak şöyle bir açıklama yaptı:
“1) Videoyu ilk ben paylaşmadım, tek ben de paylaşmadım. Paylaşan birinden alıntıladım. 2) Üzgünüm ama video montaj falan değil yayından bi kesit, çok gerçek. 3) Hiç bir hakaret yanınıza kalmayacak, hepsini avukatımız takip ediyor. Hukuk önünde hesaplaşacağız.”
Bir yalana kaynaklık etmesi için üretildiği artık ayan beyan ortada olan videonun gerçek olduğu konusunda, hâlâ ısrar ediyor.
Her hangi bir üzüntü belirtisi yok. Pişmanlık yok. Af dilemek yok.
Yalanda ısrar var.
Onunla da kalmıyor, bu durumu eleştirenlere yönelik “tehdit” de var.
Hukuk önünde hesaplaşacakmış.
Müslüman kılığında dolaştığına göre Ahiret inancı da olmalı.
Elif Hanım’a önerim, bu hesabı ahirette nasıl kapatacağının çarelerini şimdiden aramaya başlamasıdır.
Utanma duygusu da kalmayınca
3 – Bu montajlanmış görüntülerin viral bir şekilde yayılmasını sağlayanlardan biri de AKP’li Burhan Kuzu isimli şahıs.
O da görüntülerin montaj olduğu gerçeği ortada olduğu halde şöyle bir açıklama yaptı:
“İmamoğlu sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. Canlı yayında ‘Gelin Türkiye'yi beraber yönetelim’ diyerek FETÖ ve PKK’ya açıkça mesaj gönderdi. İstanbul seçimleri öncesi CHP – PKK – FETÖ ittifakı aleni bir şekilde ortaya çıkmış oldu. İstanbul halkı böylesi bir işbirliğine geçit vermez.”
İnsan adının önündeki unvandan utanır diyeceğim ama söz konusu Siyasal İslam ise utanmak diye bir duygunun sözlüklerinden silinmiş olduğunu da biliyoruz.
Bu bey bir de hukukçu, hem de profesör bile olmuş.
Ama bir yalanı, gerçekmiş gibi yaymakta bir beis görmüyor. Bu konuda, ahlaki ve vicdani bir çekinceye sahip değil belli ki.
Makyavel bu tipleri görmüş olsaydı “yazdıklarım çok hafif kaçmış” derdi diye düşünüyorum.
Totaliter rejim böyle insan ister
4 – Bu görüntüler yayıldıktan sonra, Ekrem İmamoğlu esnaf ziyareti sırasında bir genç tezgahtar ile karşılaştı.
Genç tezgahtar, montajlanmış görüntüler ile ilgili soru sorunca, İmamoğlu “aslını seyret de öyle konuşalım” diyerek orijinal videoyu cep telefonundan göstermeye çalıştı.
Tezgahtar nal dedi, mıh demedi!
Ekrem İmamoğlu bence bu şahıs ile tartışmayı gereksiz yere uzattı.
Çünkü bu tipler için gerçeğin ne olduğunun bir önemi yok.
Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları isimli eserinde şöyle yazmıştı:
“Totaliter rejim için ideal kişi kendisini davaya kalpten adamış bir nazi ya da komünist değildir. Gerçekle hayal ürünü arasındaki ayırımı ve doğruyla yanlış arasındaki farkı artık önemsemeyen kişidir.”
Bu genç tezgahtar da tam olarak böyle bir tipti.
Gerçeğin ne olduğuyla ilgili değildi. Tam olarak İslamcı totalitarizmin aradığı bir tip olduğunu söylemeliyim.
O tezgahın arkasına önceden planlanarak konulduğundan da ciddi şüphelerim olduğunu söylemeliyim.
Standart Türk davranışı, bu tür tartışmaları bu kadar uzatmamak şeklinde ortaya çıkar.
Denemek isterseniz, bildiğiniz taksinin sürücüsüyle her hangi bir konuda ters fikir ortaya atın. Bakın bakalım, tartışmayı kaç dakika sürdürebileceksiniz.
Pişkinliğin bu derecesi
5 – Ekrem İmamoğlu, tartışmanın sonunda bu gencin yanağına dokundu. Okşadı da denebilir.
Hani Mehmet Barlas’ın, Recep Tayyip Erdoğan’ın yanağına dokunduğu gibi!
Ve bu görüntü de anında montajlanarak, “İmamoğlu, bir genci dövdü” başlığıyla sosyal medyada yayıldı.
Türkiye’de, bu tür yalanları en iyi bilmek durumunda olan kişi kimdir?
Bu yalanın nereden çıktığını, nasıl yayıldığını çok kısa sürede öğrenme olanağına sahip olan kişiyi soruyorum?
“İçişleri Bakanı Süleyman Soylu” yanıtını verenler kazandılar.
Çünkü biliyorsunuz Emniyet’in artık en büyük birimlerinden biri de sosyal medyayı takip ediyor. Her gün milyonlarca sosyal medya mesajı taranıyor, kim nerede, ne yapıyor, adım adım izleniyor.
Ve her şeyin doğrusunu saniyeler içinde öğrenme olanağına sahip olan bu adam bakın o ikinci yalan video için ne dedi:
“Son zamanlarda Ekrem İmamoğlu bana takmış. Sinirli zaten son zamanlarda. Demin de bir çocuğu tokatladı, biliyorsunuz. Çocuk anlatmak istiyor, ona ukalalık yapma diyor. Şunu ifade edeyim, ona bir şarj doldurdular, şarjı bitti. Bir de öz güven patlamasına girdi. Güç zehirlenmesi diyoruz biz ona. Güç zehirlenmesine girdi, kimseyi takmıyor.”
Gördüğünüz gibi bir yalanı yeniden üretmek ve dolaşıma sokmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor.
O kadar pişkin ki bir de “güç zehirlenmesinden” söz ediyor!
Alçaklık da bir yükseklik ifade eder
Şunu söylemeliyim ki günlük hayatta karşılaştığımız memleketimizin İslamcılarının yaptıkları ile gazetelerin Ramazan sayfalarında anlatılan İslam arasında gerçek bir uçurum var.
Hepsi sahurdan iftara kadar aç – susuz dolaşıyor ama dillerinden yalanı da bir türlü söküp atamıyorlar.
Yalan, iftira, vicdansızlık, kumpas kurmak benliklerinin temel karakterini oluşturabiliyor.
Bunu ne için yapıyorlar: Dünyevi iktidarı sürdürebilmek amacıyla kitleleri kandırabilmek için!
Yazının başlığında “Memleketimizin siyasi İslamcıları daha ne kadar alçalabilirler” diye sordum.
Korkarım ki bu kadar alçalmak da onlara yetmeyecek.
Çünkü alçak, az da olsa bir yükseklik ifade ediyor.
Galiba bunlara “çukur” demek daha doğru olacak.
Şimdi anladınız mı, dünyanın İslami endekse en uygun ülkesinin neden Yeni Zelanda olduğunu, onu İsveç, Norveç, Finlandiya gibi ülkelerin takip ettiğini?
Bir tek nedeni var: O ülkeleri yönetenlerden hiçbiri Siyasal İslamcı değil.
Çalmıyorlar, çırpmıyorlar, çalıp çırptıklarını saklamak için iktidarlarını yalan ve korku üzerine kurmuyorlar.
Bu kadar basit!