16 Haziran 2021

Siyasal İslamcılar ve ahlak

'TRT Diyanet Çocuk' kafaları din diye hurafelerle doldurulmuş, tarih diye zırvalar belletilmiş çocuklar yetiştirmek için uygun bir yöntem olabilir. Ancak, bunların küçük yaşlardaki çocuklara vereceği dini eğitim, iyi ahlaklı bireyler yetiştirmekte asla işe yaramayacak

Diyanet İşleri Başkanlığı, TRT ile işbirliği yapacak ve "TRT Diyanet Çocuk" isimli yeni bir televizyon kanalını yayına sokacak.

Diyanet İşleri'nin eli kılıçlı imamı Ali Erbaş, "7 yaş öncesi oluşacak bu karakter yapısında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın katkısı olması lazım" diyor.

TRT Genel Müdürü de bu kanal sayesinde "geçmişini ve İslam dinini bilen çocuklar yetiştirileceğini" söylüyor.

3-6 yaş dönemi, çocuklarda ahlaki değerlerle ilgili bilincin de yavaş yavaş gelişmeye başladığı bir dönem.

İyi-kötü, doğru-yanlış gibi temel kavramları öğrenmeye başladıkları yaşlar bunlar.

Sorgulamaya açık bir zihni gelişimin temellerinin atılabileceği yıllar!

Diyanet'in yapacağı eğitim ise kendi tabiatı gereği tek yönlü, dogmatik ve baskılayıcı olmak zorunda.

Ve buradan konumuza geçeyim; hiçbir işe de yaramayacak!

Evet kafaları din diye hurafelerle doldurulmuş, tarih diye zırvalar belletilmiş çocuklar yetiştirmek için uygun bir yöntem olabilir.

Baksanıza memleketi yöneten Siyasal İslamcılar arasında Fesli Kadir'i bile "tarihçi, bilim adamı" diye kabul edenler hâlâ var ve uydurduklarını tarihi gerçekler zannedebiliyorlar.

Burunlarına kulak çubuğuyla tereyağı sürerek, Covid'in yan etkilerini tedavi edebileceklerine inanacak kadar da bilimsel bilgiye vakıflar.

Ancak, bunların küçük yaşlardaki çocuklara vereceği dini eğitim, iyi ahlaklı bireyler yetiştirmekte asla işe yaramayacak.

Nereden biliyorsun diye soracak olursanız, bu yazıyı okuduğunuz mecradan kafanızı kaldırıp, memleketin Siyasal İslamcıların hal-i pür-melaline bakmanızı öneririm.

Erken yaşta verilen din eğitimi gerçekten işe yaramış olsaydı, günümüzün Siyasal İslamcılarının içine düştükleri sefaleti izlemiyor olurduk.

Eğer erken yaşta aldıkları din eğitimi, onları gerçekten ahlaki bir yüceliğe ulaştırmış olsaydı, yolsuzluklarına çocuklarını alet etmezlerdi!

Düşünün, baba yolsuzluk yapıyor, çocuklar o yolsuzlukla eve gelen parayı kullanıp iş adamı oluyor!

Evde çocukları büyüten kadın, "Bey bu para haram, çocuklarımın kursağından geçmesin" demiyor, koluna Hermes çantayı taktığı gibi, Range Rover'ine atlayıp mevlide gidiyor!

İslam için en önemli ahlaki erdem sayılması gereken "kul hakkı yememek" bunlara hiç öğretilmemiş.

"Adil olmak" yanlarına uğramamış, yarattıkları bunca adaletsizliğe rağmen en küçük vicdani bir rahatsızlık duymadan hayatlarını sürdürüp, gidiyorlar.

"Amel defteri" denince akıllarına aynı anda üç-beş yerden aldıkları maaşları ya da ihale komisyonlarını kaydetmek için tuttukları defter geliyor.

Yolsuzluk dosyalarını ört bas etmek, çetelerle iş tutmak, buna itiraz edenleri hapis dahil her türlü yöntemi kullanarak susturmak, korkutmaya çalışmak onlar için "davaya hizmet" olmuş.

Küçük çocukların beyinlerini hurafelerle doldurmaya çalışmalarının nedeni de bu düzeni ancak böyle bireyler yetiştirerek sürdürebileceklerini bilmeleri!

* * *

Erdoğan, savcıların önünü açar mı?

Artık kuşkuya yer yok ki devletin içinde mafyatik bir organizasyon var.

Bu organizasyon polisi, adliyeyi ve medyadaki maaşlı elemanlarını kullanarak resmen haraç topluyor.

Haraç nasıl dağıtılıyor, organizasyonun emir komuta zinciri nasıl işliyor, şimdilik bunları bilmiyoruz.

Ancak çorap sökülmeye başladı.

Kendisine gazeteci süsü veren Veyis Ateş isimli bir kişi, Süleyman Soylu ile arasını yapacağı kaçak Sezgin Baran Korkmaz'dan 10 milyon Euro istiyor.

Paranın "iş çözülene kadar" kendisinde duracağını ancak ondan sonra "hak sahiplerine" dağıtılacağını söylüyor.

Bu "hak sahipleri" arasında aslan payı da Süleyman Soylu'nun olmalı.

Pazartesi günkü yazımda sistemin nasıl işlediğini anlatmıştım, tekrarlamayacağım. Okumamış olanlar, buradan ulaşabilirler.

Türkiye'nin, Erdoğan yönetiminde nasıl bir ülke haline dönüştüğünü bu olay da açık seçik ortaya koyuyor.

Devlet görevlileri şantajla para topluyor, aralarında bir bakanın bulunduğu artık iddianın da ötesine geçmiş durumda.

Ve memleketin savcıları ellerini kavuşturmuş, olup bitenleri bizler gibi seyrediyorlar.

Onlar da mı bu tezgahın bir parçası?

Hadi bir-ikisi bu çeteye hizmet ediyor diyelim, geri kalanları ne yapıyor?

Geri kalanları gözlerini Saray'dan gelecek bir işarete dikmiş olmalı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, susulur ve yanıt verilmez ise bu rezaletin unutulacağını mı zannediyor?

Yoksa bir bakanının bu rezilliklere bulaştığı ortaya çıkarsa siyaseten zarar göreceğini düşündüğü için olayı ört bas etmek peşinde mi?

Rejimin yönetici elitinin önemli isimlerinden birinden hesap sorulursa, bunun yol olacağından, başkalarına da ulaşabileceğinden çekiniyor olabilir mi?

Savcıların hareket tarzlarına bakarak bu soruların yanıtlarını da bulacağız.

Sadece biraz beklememiz gerekecek.

* * *

Aşılama hızı süper ama niye geciktik?

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, dün öğlen saatlerinde aşılanan vatandaşlarımızın sayısının 35 milyona ulaştığını açıkladı.

Önceki gün de bir gün içinde 850 bine yakın vatandaşımızın aşılandığını söylemişti.

Hatırlarsınız bu yılın başında yaptığı açıklamada günde 1,5-2 milyon kişiyi aşılayacak kapasiteye sahip olduğumuzu söylemişti.

Bakan doğru söylüyordu, Türkiye'nin geçmişten gelen kitlesel aşılama tecrübesiyle ve sahip olduğumuz sağlık alt yapısıyla günde 2 milyon aşı yapmak mümkün.

Ve bu hızla giderse halkımızın "kitle bağışıklığı kazanmamıza yetecek kadar bir bölümü" bir-iki ay içinde aşılanmış olacak.

Bir tek şartla: Elde yapacak aşı olacak!

Geçtiğimiz yıl bu vakitler Biontech, Modena gibi aşıların sonbahar aylarında erken kullanım izni alacağı belli olmuştu.

Nitekim öyle de oldu.

O günlerde ön sipariş toplanırken para ödemek bile gerekmiyordu.

Türkiye'nin kitlesel bağışıklığı sağlamak için ilk elde ihtiyaç duyacağı aşı için sıraya girmek, aşı üretilirken de parasını ödemek yetiyordu.

Türkiye'de kamu kesimi ihaleleri için müteahhit şirketlerin ödemek zorunda oldukları "komisyonların" toplamının yarısı bile etmeyecek bir bütçeyle bu aşıları alabilirdik.

Ama Erdoğan yönetimi bunu tercih etmedi.

Bugün biliyoruz ki bu tercihin yapılmamasının ve aşının zamanında sipariş edilmemesinin nedeni aşıları kimin getireceği, kârı kimin toplayacağı ile ilgili hesaplardı.

Bu hesapların nelere mal olduğunu da hep birlikte yaşadık, gördük.

Aşılamayı çok önce bitirerek, hayatı normalleştirme fırsatını kâr-komisyon hırsı nedeniyle kaçırdık.

Bugün çok ülke bize sınırlarını kapattıysa, turist gelmiyorsa nedeni budur.

Kaybettiğimiz birçok insanımızın bugün aramızda olmamalarının nedeni de bu hırstır.

Bakan Koca aşılama hızımızla haklı olarak övünüyor.

Bir de aşı teminindeki yavaşlığın nedenini açıklayıp, bunun için özür dilerse iyi olur!

Aşı geciktiği için kaybedilen canlar, ağır hastalık geçirenler, aşılamada gecikme nedeniyle işini gücünü kaybedenler ile ilgili "kul hakkı" meselesini ise ahirette nasıl çözerler, şimdiden düşünmeye başlasalar iyi olur.

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"