Kendisini "aman çökerler" şeklinde ortaya koyan bir korkunun yaygınlaştığını DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın açıklamalarından öğrendik.
Bu fobi türü iş insanlarını etkiliyor ve servetlerinin ellerinden devlet zoruyla alınacağına yönelik beklentiye işaret ediyor.
Hayır, bu pandemi sonrası iyice bozulan gelir eşitsizliğine ilk çare olarak önerilen servet vergisi ile alakalı bir durum değil.
Bu iktidar gücünün kullanılarak, servet transferi anlamına geliyor.
Ve bu "paraya çökme eylemi" o boyutlara geldi ki bundan 15 Temmuz şehit ve gazileri ile Dolmabahçe'deki PKK saldırısı şehit olanlar için toplanan yardım paralarına kadar da ulaştı.
Hatırlatma için yazayım: 15 Temmuz şehit ve gazileri için toplanan paranın tutarı, o günkü kur üzerinden 100 milyon ABD Doları idi.
Dolmabahçe şehitleri için toplanan yardımın tutarı da o günkü kurdan 15,5 milyon ABD Doları.
15 Temmuz şehitleri için bu para toplandığında 1 ABD Doları 2.98 TL idi.
Dolmabahçe'deki terör kurbanları için para toplanırken 2017 yılı için ortalama kur 3.64 TL idi. Dünkü kur ise 7.37 TL olmuştu.
Toplanan yardımın dolar olarak ne kadarının "deve edildiğini" isteyen kolayca hesaplayabilir.
Bu para hak sahiplerine dağıtılmadı.
Onun yerine "vakıf" kurup, paraları bu vakfa devrettiler ki istedikleri gibi harcayabilsinler.
Ve öğreniyoruz ki bu vakfın yönetimine Maliye Bakanı Yardımcısı Nurettin Nebati'nin özel kalem müdürünün eşi Fatma Güngör genel müdür olarak tayin edilmiş. Hanımefendi aynı zamanda baba tarafından da AKP'li.
Cumhuriyet'ten Sefa Uyar'ın haberine göre Güngör, "vakıf işlerinin yürütülmesi için sözlü olarak görevlendirildiğini, yazılı bir görevlendirme yapılmadığını" söylüyor.
Vay canına sayın seyirciler!
Ana parası 115 milyon dolar olan bir vakfın başına getirdikleri kişiyi yazılı olarak tayin etmeleri bile gerekmiyor, sözlü olarak tayin ediveriyorlar.
Bu kişi hangi yetkiyle o vakfı yönetiyor belli değil.
Böyle bir şey bir devlete değil, ancak bir kabileye yakışır ki paranın üzerine çökmek isteyen de zaten o kabile!
Yani her şey, vaktiyle tahmin ettiğim gibi gelişiyor.
2 Aralık 2019 günü bu köşede "Gözünüz doysun, pes be birader" başlıklı bir yazıyla, hayır paralarının hak sahiplerine paylaştırılmak yerine, neden bir vakfa devredilmek istendiğini şöyle yazmıştım:
"Neden vakıf kurmak istediklerini aslında biliyoruz:
Bir vakıf kurulması demek mütevelli heyetine maaş demek.
Bir genel müdür tayip edip, maaş, makam aracı, sekreter maaşı vs. demek. Çalışanlara maaş ödemek demek. Binalar kiralamak ya da satın almak demek.
Yani makam bulamamış eski politikacılara, akrabayı taallukata arpalık yaratmak demek.
Öyle görünüyor ki gözlerini toplanan bu paralara da dikmişler, kendilerinden başka kimseye yar etmeyecekler!"
"Aman çökerler korkusunun" yurt sathında hızla yayıldığı ile ilgili Babacan'ın açıklamasını dinlerken, bu vakfı hatırladım.
Sorsak yanıt vermeyeceklerini biliyorum ama soracağım:
Vakfın mütevelli heyeti ne kadar hakkı huzur alıyor?
Vakıf yöneticilerinin maaşları nedir?
Makam aracı, ofis kirası vb. gibi genel giderler ne kadar tutuyor?
Temsil harcamalarının tutarı nedir?
Vakıfta kaç kişi çalışıyor toplam maaş tutarı nedir?
Toplanan para ne şekilde nemalandırılıyor?
Hak sahiplerine ayda kişi başı kaçar lira ödeniyor?
Geride kalan beş yıllık süre içinde vakfın gelirleri ile giderleri ne kadar oldu?
15 Temmuz gazileri ve şehit yakınları ödenmeyen paraları için eylem yapmıştı
* * *
Otomobil uçar gider!
Cumhurbaşkanlığı, Volkswagen'e misilleme yapma kararı almış!
Koskoca Cumhurbaşkanı, vosvosa niye taktı diye merak ediyor olmalısınız.
Nedeni, Alman şirketinin, Türkiye'deki siyasi durumu gerekçe göstererek fabrika kurmaktan vazgeçmesi.
Fabrika kurulmuş olsaydı 4 bin kişi istihdam edecek, 300 bin araçlık üretim kapasitesi, otomotiv yan sanayimiz için de önemli bir iş potansiyeli yaratacaktı.
Sözcü'den Veli Toprak'ın haberine göre Cumhurbaşkanlığı da cezayı kesmiş, Volkswagen ve Audi makam araçlarının değiştirilmesini istemiş.
Benim bu otomobil işine aklım ermez ama bildiğim kadarıyla Skoda, Seat filan da aynı grubun. Acaba onları niye ambargo kapsamına almadılar, merak ettim.
Cumhurbaşkanlığı, Renault'a öncelik verilmesini, kiralamalarda Ford ve Toyota'ya da torpil geçilmesini istemiş.
Bunu okuyunca Fransa ile ilişkilerde bir bahar havası mı esiyor diye merak ettim.
Reis, Macron'a kızmaktan vaz mı geçti?
Çünkü milli olmasa da yerli Renault listedeyken, milli olmasa da yerli Tofaş yok.
Koç'lara kızıyorlar desem, Ford'da da aynı oranda hisseye sahipler, demek ki neden bu değil.
Acaba çaktırmadan İtalya'ya da mı ayar vermeye çalışıyorlar? Yoksa, başka bir alerjik reaksiyon mu söz konusu?
Ve bir merakım daha var: Fabrika kurmaktan vazgeçen Mercedes olsaydı, bizim devlet büyüklerimiz ne yapardı?
Sudan çıkmış balığa dönerlerdi, kesin bilgi!
Çünkü bizim ülkemizde Mercedes'ten inmeyen bir devlet büyüğü ve bürokrata kimse yüz de vermez, kız da vermez!
Mercedes'in o ağır oturaklı imajı, devlet büyüklerimizin imajlarını da yükseltiyor olmalı ki bu markadan vazgeçemiyorlar.
Düşünün ki eli kılıçlı imam bile Mercedes'ten inmiyor.
Sadece o değil tabii, hakkını yemeyeyim.
Mesela Cumhurbaşkanı, halkın ne kadar içinden geldiğini göstermek için Ramazan'da ev gezip, yer sofrasında iftar açabiliyor ama asla Doblo'ya binemiyor!
Diyeceksiniz ki "8 tane özel uçağı olan adam Dobloyla mı gezer?"
Sanırım haklısınız.
Saraylara sığamayan, tarifeli uçağa binemeyen "halk adamı", Doblo ile niye gezsin?
Aslında ona Mercedes de yetmiyordur ama ne yazık ki daha büyüğünü ve daha havalısını yapan yok.