04 Nisan 2023

Rejimin dikte ettiği alanda sıkışmak

Muhalefet, rejimin topluma dayattığı manevi değerler gösterisinin, büyük ahlaksızlıkları örtmek için kullanıldığını haykırmalı. Bu gündemi kırmak iftar sofralarında gezerek değil, meydanları doldurarak mümkün olabilir. Meydanları boş bırakarak seçim kazanılamaz

“Seccade” tartışması sürerken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a katıldığı bir iftar yemeğinin ardından “seccade” hediye edildi.

Bunun Erdoğan açısından mutlu bir tesadüf olmadığına iddiaya girerim.

Belli ki Kılıçdaroğlu’nun seccade olduğu ileri sürülen bir küçük halıya ayakkabılarıyla basmış olmasında işlenmesi gereken bir cevher görmüşler.

Bir ihtimal o seccade Cumhurbaşkanlığı bütçesinden bile alınmış olabilir.

Hediyenin amacının siyasi olduğu çok açık ve nitekim Erdoğan da kendisine seccade hediye edilince şunu söyledi:

“Birileri seccadelerin üzerine ayakkabılarıyla basabilir çünkü bunlar, Pensilvanya’dan alıyorlar talimatı. Onlara göre meşrudur, yapabilirler. Bu seccade ayakkabılarla basmak için değil ha. İnşallah 15 Mayıs’ta şükür namazını bu seccadede kılabiliriz.”

Dinin, en açık ve çok da kaba bir şekilde siyasete alet edilmesi bu.

Diyanet İşleri’nin “seccadenin kutsiyeti yok” açıklaması bile buna engel olmayacak ve 14 Mayıs’a kadar bunu değişik vesilelerle dinleyeceğiz.

Bu toplumun önemli bir bölümü bir süredir en temel ahlaki sınırlarını kaybetti.

Bu toplum için mesela yalan söylemek, yalan söyleyerek birilerini kandırıp siyasi avantaj elde etmek ahlaki bir sorun gibi görünmüyor.

Yalancılığı bir ahlaki sorun olarak görmeyenlerin olduğu bir ülkede, yalanı siyasetin önemli bir aracı haline getireni mi eleştirmeliyiz, bunu onaylayanı mı?

“Çalıyor ama çalışıyor” bir propaganda silahı olduysa, hangisi daha ayıp? Çalmak mı, bir gerekçe yaratıp çalanı aklamak mı?

Bir seccadeyi hangisi daha çok kirletir: Ayakkabı ile basmak mı, çocuklarıyla beraber yolsuzluk yapan, çocuklarını bile yolsuzluklarına alet eden bir kişinin alnının o seccadeye değmesi mi?

Dillerinden “Türk aile değerleri, kadının iffeti” gibi kavramları düşürmüyorlar ama bir an düşünelim:

Hangi kadın iffetli sayılmalıdır: Evin bir odası, bir dolabı deste deste paralarla dolarken “bey bu para helal mi, haram parayı evime sokma, çocuklarımın kursağından geçirme” diyen mi, hiçbir şey olmamış gibi koluna Hermes çantayı takıp gezen mi?

Ahlaki değerlerini yitirmemiş bir toplumda lanetlenmesi gereken hangisi olmalıdır?

Türkiye 20 yılı geçen AKP iktidarı döneminde kimlik ve kültür üzerinden yürütülen ciddi bir çatışmanın içine hapsoldu.

Ana muhalefet partisi de kendisini bundan kurtaramadı, iktidarın kimlikler ve kültürel farklılıklar üzerinden inşa ettiği politikayı kıramadı.

Tam tersine buna kendisini uydurmaya da çabalıyor.

Ancak bunun artık bir yerde bitmesi gerekiyor.

Siyasal İslamcıların topluma dayattığı manevi değerler gösterisinin, aslında büyük ahlaksızlıkları örtmek için kullanıldığını haykırmak gerekiyor.

Bir halıya bastı diye “pardon, görmemişim” demek, kusura bakmayın ama politika yapmak değil.

Türkiye’de ezilen insanların gerçek derdi kimin neye inandığı değil.

Çocukları iyi okullara gidemiyor, makus talihlerini yenebilmelerinin tek olanağı olan iyi eğitime ulaşabilmeleri artık mümkün değil.

Rejim, kendisine bir arka bahçe yaratabilmek uğruna bu yolu kesti.

Artık zeki ve çalışkan Çoban Sülü’ler, devletin olanaklarıyla bedavaya okuyup hayatlarını değiştiremeyecekler.

Onların eğitilmeden köylerinde, gecekondularında kalmaları rejimin sürdürülebilir olmasını sağlıyor.

Çocuklarını besleyemiyorlar. Evlerine et, süt girmiyor.

Pahalılık o hale geldi ki bayramda çocuklarına bir porsiyon köfte yediremeyen insanların derdi seccade filan değil.

Yüz milyarlarca lira rejimin bir tek kararıyla Hazine’den çıktı, sayıları 200 bini bile bulmayan bir kitlenin cebine girdi!

En düşük emekli maaşını alan 2000 lirayla oyalanırken, 2 trilyon liradan fazlası zaten cebi dolu olanların servetlerine eklendi.

Bu toplumun temel sorunu rejimin “manevi değerler” diye dikte ettiği palavralar değil.

Muhalefetin kendisine dayatılan bu gündemi kırması gerek.

Bu da iftar sofralarında gezilerek yapılabilecek bir şey değil.

Seçime artık çok az bir süre kaldı ve meydanlar hala boş!

Böyle seçim kazanamazsınız, muhalefet ittifakına testi kırılmadan önce hatırlatmış olayım.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Amaç ajan yakalamak değil, eleştiriyi susturmak

Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kamu düzenini “eleştiri kisvesi altında” kötüleyerek “kara propaganda yapmak” casusluk gibi değerlendirilip, cezalandırılacak. Memlekette o kadar çok ajan cirit atıyordu ve savcılar da elleri kolları bağlı onları seyrediyordu ki artık bu bir problem olmaktan çıkacak. Neyin “kara propaganda”, neyin “eleştiri”, neyin “haber” olduğuna da doğal olarak onlar karar verecek

Taslak bir varmış, bir yokmuş!

Kamuoyunu aylarca meşgul eden partilerden hiçbiri, hazır Numan Bey oraya kadar gelmişken “Buyurun biz özgürlükçü bir Anayasa taslağını zaten hazırlamıştık” demiyor. Üstelik şu anda TBMM’de bulunan altı partinin üzerinde fikir birliği ettiği, uzlaştığı bir metin bu. Altılı Masa'yı oluşturan bu partiler, seçimi kazanamayınca zor zahmet hazırladıkları taslaktan vaz mı geçtiler?

Kamu kaynaklarıyla vakıfçılık bitecek mi?

TÜGVA, Okçular Vakfı, Türken Vakfı, Ensar Vakfı gibi birçok vakıf var ki bunların gelirleri büyük ölçüde kamu kaynaklarından oluşuyor. Bu vakıfların hiçbiri Erdoğan ailesinin gelirleriyle kurulmadı, faaliyetlerini de böyle sürdürmüyor. Büyük ölçüde kamu ile iş yapan iş adamlarının yardımlarından besleniyor, kamuya ait binaları, kaynakları kullanıyorlar