01 Aralık 2020

Posta Gazetesi’nin 25. yılı: Basın tarihi yeniden mi yazılıyor?

Malum iktidar bizleri basından kazıyıp atmayı başaramadı ama belli ki basın tarihinden de silmek yolunda bir çaba içindeler. Buna izin veremezdim, onun için bu yazıyı yazmak zorundayım

Demirören Medya'ya ait Posta Gazetesi, dün 25. yıl eki verdi. Dünün tarihi bildiğiniz gibi 30 Kasım idi.

Posta'nın 1. sayısı 23 Ocak 1995 günü yayımlanmıştı.

Gazetenin 25. yılının 10 ay gecikerek kutlanması dikkatimi çekti.

"Neden gününde kutlanmadı da şimdi kutlanıyor" sorusunun bir yanıtı muhtemelen yok. Benim tahminim şu ki bu tür acayip işler genellikle reklam servislerinin başının altından çıkar. Bu da muhtemelen böyle bir durumdu.

Bu yazı bazı okuyucularıma "çok kişisel" gelebilir. Evet, bir yönüyle kişisel.

Ancak şu da var ki ileride "basın tarihi" ile uğraşacak olan gazeteci ve bilim insanlarını, yanlış bilgilerden korumak görevi de hayattayken bana düşen bir görevdir. Elbette bütün basın tarihinden değil, kendi kişisel tarihim ile bağlantılı olan kısmından söz ediyorum.

Malum iktidar bizleri basından kazıyıp atmayı başaramadı ama belli ki basın tarihinden de silmek yolunda bir çaba içindeler.

Desen: Selçuk Demirel

Buna izin veremezdim, onun için bu yazıyı yazmak zorundayım.

Posta'nın 25. yıl ekinde, Hakan Çelik imzasıyla yayımlanan yazıda şöyle bir cümle var:

"POSTA'nın kuruluş sürecinde, Türk basınında birçok yayın kuruluşunda imzası olan Mehmet Y. Yılmaz da yer almıştı."

Bunu tebessümle karşılayabilirdim.

Ama bu gazetenin hayat bulmasında önemli rolleri olanlardan söz edilmeyip, bir de Hürriyet'te işten attığı gazetecilerin kıdem tazminatlarını bile ödemeyen Meltem Demirören'den sitayişle söz edilince "o kadar da değil" demek ihtiyacını hissettim.

Posta gazetesi, bir gazeteci ve bir patronun kafa kafaya vererek "hadi bir gazete çıkaralım, para kazanalım" demesiyle yayımlanmadı.

Gerisinde Türkiye'nin o günlerde yaşadığı ciddi ekonomik kriz vardı.

Tansu Çiller'in Başbakan olmasından sonra faizleri indireceğim derken patlattığı ekonomik kriz sonucunda alınan 5 Nisan (1994) kararlarını bugün kaç kişi hatırlıyor, bilmiyorum.

Yüzde 51 oranındaki devalüasyon nedeniyle artan kâğıt ve girdi maliyetlerinin medyadaki doğal sonucu, gazete fiyatlarının o güne kadar görülmemiş derecede artmış olmasıydı.

O tarihte Hürriyet Gazetesi'nin künyesindeki unvanım Genel Yayın Müdürü Yardımcısı idi. Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök idi. Aynı zamanda da Hürriyet Dergi Grubu'nun Genel Müdürlüğü görevini yürütüyordum.

Aydın Doğan, Hürriyet'i 1994 yılı yazında satın aldı.

Artan gazete fiyatları nedeniyle kitle gazetelerinin geleneksel okuyucuları olan dar gelirli memur, emekli ve işçiler için gazete ulaşılması güç, pahalı bir ürün haline gelmişti.

Sabah ile Hürriyet ve Milliyet arasında süren sert rekabet, gazetelerin kendilerini bu yeni duruma uydurabilmeleri için yapmaları gereken zorunlu tasarrufları yapmalarını da engelliyordu.

Gazeteler sayfa sayısını azaltamadığı gibi ekler vs. ile sayfa sayısını ve maliyetlerini arttırmak zorunda kalıyorlardı. Kızışan rekabet promosyon giderlerini yukarı çekiyordu.

Tasarruf her zaman olduğu gibi bazı gazetecilerin işsiz kalması pahasına gerçekleştirilmeye çalışılıyordu.

Mehmet Ali Yalçındağ ile tanıştığımda, gazeteler böyle bir ekonomik çıkmazdaydı.

Benim kişisel çıkmazım ise, yüzde 25'i bana, yüzde 75'i Dinç Bilgin'e ait olmak üzere bir yayınevi kurmak üzere çıktığım yolda, "insanlık için küçük, benim için büyük" bir kazık yiyerek bana güvenen bir grup arkadaşımla birlikte işsiz kalmış olmaktı. O arkadaşlarım, daha sonra Posta'yı yayımlayan yazı işleri kadrosunun çekirdeğini oluşturdular.

Hem bu çıkmazı aşmak hem de gazetelerin artan fiyatları nedeniyle kaybettikleri okuyucuları, bir başka formülle geri kazanmak fikri böyle doğdu.

Yeni yapacağımız gazete, deyim yerindeyse "az sayfalı Hürriyet" olacaktı.

O güne kadar Bab – ı Âli'de "ucuz gazete" demek, her şeyiyle ucuz gazete demekti.

Çıplak kadın fotoğraflarına uydurulmuş düzmece haberler, sansasyon amaçlı asparagaslar bu tür gazetelerin temel özelliğiydi.

Posta ise 12 sayfa olacaktı, bu sayede diğer gazetelerin yarı fiyatına satılabilecekti, sansasyon değil, gerçek gazetecilik yapılacaktı.

12 sayfalık bir gazeteye, yurtta ve dünyada olan her şeyi sığdırabilmenin formülünü de ben şöyle geliştirmiştim: En uzun haber iki spottan oluşacak, en uzun spot 5 cümle olacak. En uzun cümle 6 kelimeyi geçmeyecekti.

Burada yazınca kolay görünen ancak zamanla yarışırken başarılması son derece güç bir işti bu.

Aydın Doğan'ı böyle bir işe para yatırmaya ikna eden Mehmet Ali Yalçındağ idi.

Aydın Bey, o güne kadar bildiği gazeteler nedeniyle "ucuz ve kaliteli gazete" fikrinin gerçekleşemeyeceğini, ucuz gazetelerin kaçınılmaz olarak içeriğiyle de ucuz olması gerektiğini söylüyordu.

Sonunda ikna oldu ve Posta gazetesinin 1. sayısı yayımlanabildi.

Askeri / bürokratik vesayete karşı duruşta maziyi büsbütün yok sayarak gözleri kendilerinden başkasını görmeyenlere; Posta'nın 23 Ocak 1995'te yayımlanan ilk sayısının "Paşa çocuğuna askerlik kıyağı" manşetiyle çıktığını da hatırlatayım...

O gazetenin birinci sayfasında, Gazetenin Genel Yayın Müdürü ve iki köşe yazarından biri (diğer yazarı, gazetenin ikinci sayfasında magazin ve sosyete haberlerini, renkli bir üslupla yazan Rıfat Ababay idi. Rıfat'ın o sayfası, daha sonra bütün gazeteler tarafından taklit edilecekti. Ben de iki yıl sonra Radikal'i yayımlayacağım gün Posta Yayın Yönetmenliği görevimi Rıfat'a devredecektim) olarak, şu yazım yayımlandı:

"Merhaba: Bu gazete, bugünden itibaren halkın ve haklının yanında olacak. Hırsızların, namussuzların en büyük düşmanıyız. Temiz bir Türkiye için mücadele edeceğiz. Buna söz veriyoruz. Demokrasi ve Cumhuriyet ülkümüz. Türkiye'nin birlik içinde daha ileriye gitmesi hedefimiz. Sizlere her gün, birinci sınıf, kaliteli bir gazete hazırlayacağımıza söz veriyorum. Posta'yı evde, okulda, sokakta, her yerde göğsünüzü gere gere, rahatlıkla okuyacaksınız. Sırf satış artsın diye ucuz yollara sapmayacağız. Bu gazetenin birinci amacı para kazanmak değil. Fiyatımız her zaman dar gelirlilerin de ulaşabileceği düzeyde kalacak. Süper kaliteyi, uygun fiyatla size ulaştıracağız. Uzun süreceğine inandığım birlikteliğimizin bu ilk gününde sevgilerimi sunuyorum."

Hakan Çelik'in 25. yıl ekindeki yazısında benden nasıl söz edildiğini yukarıda aktardım; sanki geçerken gazeteye uğramış, "merhaba" deyip, bir çaylarını içip, ayrılmışım gibi!

Mehmet Ali Yalçındağ'dan hiç söz edilmiyor ki böyle bir gazete fikrinin hayata geçmesini Aydın Doğan'ı ikna ederek sağlayan odur.

Hanzade Doğan, 2002 yılından itibaren Doğan Gazetecilik yöneticisi oldu ve o tarihten sonra gazetenin başarısında rol oynadı.

Ben Radikal'i yayımlarken Yayın Yönetmenliğini Rıfat Ababay'a devrettim ancak Simge Grubu (Posta, Fanatik, Radikal, Finansal Forum) Genel Yayın Müdürü olarak gazetenin yönetiminden de sorumluydum.

2000 yılının Ekim ayında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü'nü devralırken, Simge Grubu'ndaki bütün yöneticilik görevlerimden ayrıldım ve gazetelerin künyesinden çıktım.

Hakan Çelik'in eksik ve yanlış bilgilerinin kaynağı, gazeteye çok sonradan, dışarıdan otomobil sayfası yapmak için katılmış olmasından kaynaklanıyordur diye tahmin ediyorum. Gazetenin kurucu ekibi içinde yoktu, hatırladığım kadarıyla o tarihte Artun Ünsal'ın yönettiği Hür FM ismini taşıyan radyoda çalışıyordu.

Posta kurulurken gazetenin Genel Yayın Müdürü bendim. Hasan Çakkalkurt Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak künyede yer alıyordu. Rıfat Ababay, Hande Özcan, Yeşim Denizel Boratav, Betül Kabahasanoğlu, Saliha Pakel, Zerrin Yazıcı, Mehmet Coşkundeniz, Necil Ülgen ve rahmetli Reha Mağden gazetenin çekirdek yazı işleri kadrosunu oluşturuyordu ki gazete zaten tümüyle bu ekibin fedakârca ve haftalık tatil bile yapmadan çalışmalarıyla başarılı oldu.

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"