18 Ekim 2021

Parantezi kapatmaya bir adım daha

HSK Üyesi Kocabey’in istifası yargının siyasallaşmanın da ötesine geçip partileştiğini bir kez daha teyit etti. Bu Anayasal düzen ve kifayetsiz tek adam yönetimi, devletin kurumlarını birbiri ardına çökertiyor. Kurumları çöken her devlet çöker. “Yüz yıllık parantezi kapatacağız” derken bunu mu kast ediyorlardı?

Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyesi Hamit Kocabey, istifa etti ve “HSK üyeliği görevimden genel başkanımız Sayın Devlet Bahçeli ile yaptığımız istişare sonucu istifa etmiş bulunmaktayım” dedi.

Tam “nasıl oluyor da oluyor” gibi absürt bir soruya verilecek yanıt gibi duruyor.

“Bağımsız” yargıyı yönetecek “bağımsız” kurulun, “bağımsızlığını teminat altına almak amacıyla” TBMM tarafından seçilen üyesinin bir adet “genel başkanı” var!

Onunla istişare ediyor ve istifa ediyor.

Bu konuda yalnız da değil.

Kurulun öteki üyelerinin de birer genel başkanı var. Kimisininkinin adı Recep Tayyip Erdoğan, kimisinin de Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener ya da Devlet Bahçeli.

Çoğunluk şimdilik Erdoğan – Bahçeli koalisyonunda.

Gelecek seçimden sonra tablo değişir, çoğunluk karşı tarafa geçer belki ama sonuç değişmeyecektir:

Türkiye’nin yargısı, bu acayip Anayasal düzenimiz sayesinde siyasallaşmanın da ötesine geçmiş, partileşmiştir.

Son HSK üyesi seçiminin bir tür at pazarlığına dönüştürüldüğünü, “4 iktidardan, üç muhalefetten” pazarlığıyla HSK üyelerinin 7’sinin yenilendiğini hatırlayalım.

Kocabey, zaten bildiğimiz bu gerçeği hepimizin gözünün içine bir kez daha soktu sadece.

Bu düzeydeki hukukçuların siyasal görüşlerinin olmaması elbette beklenemez.

Onlardan beklememiz gereken böyle bir göreve seçildikten sonra parti aidiyetlerini bir kenara bırakıp, sadece hukukçu gibi düşünüp, davranmalarıdır.

Hukukun üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını bu olgunluk düzeyine erişmiş hukukçular koruyabilir çünkü.

O düzeyde bile bağımsızlık korunamıyor, tarafsız davranılamıyorsa, alt düzey yargıda neler neler olur; yaşadığımız gerçeklerden de biliyoruz.

Üyelerinin, “genel başkan” talimatıyla hareket ettikleri HSK bize yargı kurumunun çöküşe çok yaklaştığını ilan ediyor.

Kurumlar, bir ülkeyi ayakta tutan temellere benzerler.

Kurumları zayıflayan, kurumları işlevini yitiren her devlet önünde sonunda çöker. Tarih boyunca böyle oldu. Tarih, ondan dersler çıkarmayan alıklar yüzünden tekerrür eder.

Bu Anayasal düzen ve kifayetsiz tek adam yönetimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarını birbiri ardına çökertiyor.

Kim bilir belki de amaçları budur; kurumlarını çökertip, Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılmasını seyretmek!

“Yüz yıllık parantezi kapatacağız” diye kendilerine koydukları hedef belki de bu.

***

 

Demokrasi “men dakka dukka” rejimi değildir!

 

Metropoll Araştırma’nın “Türkiye’nin Nabzı Eylül” ayı anketinin sonuçlarına göre AKP seçmeninin yüzde 69’u, MHP seçmeninin ise yarısı, iktidar değiştiğinde yaşam biçimlerinin tehdit altına gireceğini düşünüyor.

AKP’lilerin yüzde 73’ü, MHP’lilerin yüzde 55’i iktidar değişirse baskı göreceğine inanıyor.

Millet İttifakı iktidarında dindarlara baskı yapılacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 33. AKP’lilerin yüzde 71’i, MHP’lilerin yüzde 53’ü dindarlara baskı yapılacağından endişeli.

Anlaşılan o ki Erdoğan rejiminin Türkler için yeterli gördüğü ile yetinmeyerek Dimyat’a gitmek isteyenleri durdurmaya çalışan “bulgurcu Hayrettin Karaman Hoca” bu camiada tek başına kalmamış, arkasında geniş bir kitle de var.

“Paranoyak olman, takip edilmediğin anlamına gelmez” diye bir söz var, kim söylemiş bilmiyorum.

İktidar değişince yaşam biçimlerinin tehdit altına gireceğini ve baskı göreceklerini düşünen muhafazakâr seçmenin de tamamen haksız olduğunu söyleyemeyiz.

Çünkü oy vererek kurulmasına destek oldukları bu tek adam rejimi ve bu Anayasa, sadece onların değil, hepimizin endişelenmesini gerektiriyor.

Bu rejim değişmediği sürece de bir tahterevallinin üzerinde olacağız.

Bir o inecek bu çıkacak, bir o çıkacak bu inecek.

Bugünün endişeli muhafazakârları, biliyorlar ki çoğunlukla sessiz bir onay ile izledikleri baskı yöntemleri, rejimin temel karakteri aynı kaldığı sürece kendilerine karşı da uygulanabilir.

İşin başında kimin olduğunun önemi yoktur.

Mutlak güç, mutlak baskı getirir, tıpkı bugün olduğu gibi.

Anayasa değişikliği oylaması öncesinde bu konuda çok uyarı yazısı yazmıştım ama doğal olarak beni değil, Recep Tayyip Erdoğan’ı dinlediler.

Şimdi onlara önerim endişelerinden kurtulmak için Erdoğan’a açtıkları krediyi kapatıp, gerçek bir demokrasiyi kimin inşa edeceğini, temel insan haklarına kimin saygı duyup, koruyacağını aramalarıdır.

Bu da kuşkusuz politikacıların kişilikleriyle ilgili değildir.

İnsan haklarını merkezine alan bir Anayasa, tarafsız ve bağımsız gerçek bir yargı, yargı ve Meclis denetimine açık liyakate dayanan bir yürütme, yürütmenin esaretinden kurtulmuş bir yasama organına ihtiyacımız var.

İktidar el değiştirdikçe, sopayı o elinden bu eline alan bir devlet aygıtına ihtiyacımız yok.

Bu ülkede yaşayan herkes bu ülkeyi kendince seviyor. Kendisi gibi sevmeyen, kendisi gibi yaşamayanlar da hain filan değil, sadece farklı düşünüyorlar, o kadar!

Demokrasi, “men dakka dukka” rejimi değildir; el ele verir, demokrasiyi inşa etmeyi başarabilirsek, kimsenin korkmasına da gerek kalmaz.

Bakın Almanya’da Hristiyan Demokrat Merkel seçimi kaybetti, gitti; Hristiyanlar baskı göreceklerinden korkuyorlar mı?


Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"