25 Temmuz 2020

"Muhafazakâr Türkler", marjinalleşiyor mu?

AKP ileri gelenleri, bu insanları cami ve çevresinde gösteri yaparken görünce, ne kadar duygulandılar, ne kadar sevinç göz yaşı döktüler bilmiyorum ama şu konuda iddiaya varım ki AKP seçmeni olduğu halde, bu görüntüleri ürkerek izleyen "modern" insanların sayısı, bu görüntüleri yaratanları birkaç kere katlayacak kadar çoktur

Ayasofya'daki ilk cuma namazı dün kılındı, Allah kabul etsin.

Günlerdir, dindar Türklerin Ayasofya hassasiyeti üzerine yazılmış yazılar okuyor, nutuklar dinliyoruz.

Bunun nasıl bir "gönül yarası" olduğunu, nasıl "hasretle beklenen bir kavuşma" olduğunu tam olmasa da anlayabiliyorum.

Bütün gençlik hayalleri bunun üzerine kurulmuş, üzerine şiirler ezberlenmiş.

Gençliklerinin bir döneminde, kişilik ve kimlikleri oluşurken bu tür davalara inanmış insanların "zincirlerin kırılmasından" çok mutlu olmalarında da yadırganacak bir durum yok.

Dün haber televizyonlarına ne kadarı yansıyabildi, artık izlemediğim için bilmiyorum ama vatandaşların cep telefonlarıyla çektikleri ve sosyal medyada yayılan görüntülere bakarken merak ettiğim şey ise "AKP seçmeniyim" diyen insanların ne kadarının ortaya çıkan tablodan mutlu olduğuydu.

Bu özel günde, cami ve çevresinde en çok boy gösterenler "Taliban – IŞİD" görüntüsü veren insanlar oldu.

Doğal olarak böyle oldu, çünkü kolayca bir araya gelebilmelerini ve birlikte hareket edebilmelerini sağlayan tarikat örgütlenmeleri içinde yer alıyorlar.

Bu tür kişilerin, muhafazakâr seçmene oranının çok fazla olmadığını da tahmin etmek zor değil.

AKP ileri gelenleri, bu insanları cami ve çevresinde gösteri yaparken görünce, ne kadar duygulandılar, ne kadar sevinç göz yaşı döktüler bilmiyorum ama şu konuda iddiaya varım ki AKP seçmeni olduğu halde, bu görüntüleri ürkerek izleyen "modern" insanların sayısı, bu görüntüleri yaratanları birkaç kere katlayacak kadar çoktur.

Son araştırmalara göre toplam seçmen içinde AKP seçmeni yüzde 30 ise bu kılık kıyafetiyle de marjinal kitle, onun üçte birinden fazla da değildir.

Ancak öyle görünüyor ki tek adam yönetiminde ortak aklını kullanma kabiliyetini kaybeden bu parti, Türkiye'nin ne kadar modernleştiğini, laik yaşam biçimini ne kadar içselleştirdiğini ciddi olarak ihmal ediyor.

Örgütlü oldukları için sesleri daha çok çıkan, bu nedenle de daha görünür olan bu marjinal kitlenin talep ve beklentilerini, geniş seçmen kitlesinin talep ve beklentilerinin önüne koyuyor.

Bu nedenle kendisi de giderek marjinalleşiyor.

Marjinalleştiği için bir avuç fanatik dincinin taktığı İstanbul Sözleşmesi ile sorunu var. Marjinalleştiği için sosyal medyayı zincirlemeye yönelik girişimlerinin, Türkiye'nin modern ve genç insanları üzerinde nasıl bir etki yaratacağını ölçemiyor.

Marjinalleştiği için rahmetli Necmettin Erbakan Hoca'nın hayalini kuramadığı oyun misliyle fazlasını neden alabildiğini de unutuyor.

"Muhafazakâr hassasiyetler" diye marjinal hassasiyetleri öne çıkardıkça, başka insanların tamamen farklı hassasiyetlere sahip oldukları ve o hassasiyetlerin de toplumsal – siyasal karşılığı olabileceği gerçeğini de ihmal ediyor.

* * *

Aslında marjinalleşen AKP

İstanbul Sözleşmesi adı verilen uluslararası sözleşme, imzalandıktan üç hafta sonra onaylanması için TBMM'ye gönderildi.

Zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla TBMM'ye gönderilen "onaylama gerekçesinde" şöyle deniliyordu:

"Uluslararası alanda kadına yönelik ve aile içi şiddetle ilgili ilk bağlayıcı belge olan söz konusu Sözleşmenin, Avrupa Konseyi Kadına Karşı Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Önleme Geçici Komitesi bünyesinde hazırlanması ve sonuçlandırılmasında ülkemiz öncü bir rol oynamıştır. Sözleşmenin, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanlığımız sırasında imzaya açılması ve ülkemiz tarafından imzalanmış olması da ayrıca sembolik bir önem taşımaktadır. 'Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ne taraf olunmasının ülkemize ilave bir yük getirmeyeceği ve ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacağı değerlendirilmektedir."

Erdoğan'ın, İstanbul Sözleşmesi'ne desteği, sözleşmeyi imzalamak ve TBMM'de onaylatmakla da kalmamıştı.

AKP iktidarının 10. tılını kutlamak için hazırlanan kitapçıkta bu sözleşme, Türkiye'de AKP tarafından gerçekleştirilen "sessiz devrimlerden biri" olarak sunuluyordu.

AKP yöneticilerinin, başta genel başkanları olmak üzere hafıza ile ilgili sorunları var, bunun örneklerine sıkça rastlıyoruz.

Bu bilgileri aktardım ki hem onlar, hem de biz hafızalarımızı tazeleyelim.

Ve düşünelim: Ne oldu da 9 yıl önce "Sessiz Devrim" diye niteleyip, propaganda malzemesi olarak da kullandıkları bir metin, tu kaka oldu?

Bu sorunun yanıtı, yukarıdaki yazıda değindiğim "marjinalleşme" durumundan başka bir şey değil.

AKP Genel Başkanı'nı bu yolda ikna eden raporu hazırlayanların hayalindeki toplum projesi, bu sözleşmeyi elbette kabul edemez.

Bunlar sabah dayak yiyen kadına, "akşama kocana güzel sofralar hazırla ki seni bir daha dövmesin" öğüdünü verebilen zihniyetin temsilcileri.

9 yıl önce bu marjinal dindar grupların, bu parti üzerindeki etkisi bu kadar değildi.

Erdoğan'ın gerekçesinde sözünü ettiği "ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığı" o tarihte böyle modern girişimlerde aranıyordu.

Şimdi ise "ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığından" değil, "bekasından" söz ediyor.

Herkesin saygı duyduğu bir ülke iken, herkesin yıkmaya çalıştığı bir ülkeye mi dönüştük?

O tarihte mi yanılmıştı, şimdi mi yanılıyor?

* * *

İktidar "hassasiyetin" farkında değil

Sözleşme imzalandı, kanun çıktı diye kadına karşı aile içi – dışı şiddette bir azalma olmadı.

Bu sözleşme ve kanunlar, kadına karşı şiddeti önlemediği gibi, farklı cinsel yönelimlere karşı (LGBTİ+) ayrımcılık ve şiddet olaylarında da gözle görülür, elle tutulur bir azalma olmadı.

Olması da zaten beklenmemeliydi.

Toplumsal ve dini geleneklerin, bir sözleşme imzalandı, bir kanun çıkarıldı diye bir anda yok olup gitmesini zaten bekleyemezdik.

Ancak bu sözleşmenin imzalanmasından sonra geçen 10 yıl içinde devlet mekanizmasının bu konuda "0" tolerans politikası izlemesi sağlanabilmiş olsaydı, kuşkunuz olmasın ki bugünkünden çok daha iyi bir noktada olabilirdik.

Emniyet güçleri, yargıçlar ve savcılar bu konuda kararlı bir tutum ortaya koyamadılar.

Devletin tepe yöneticileri, bir gün öyle, bir gün böyle davranarak, her eğilimden bireylerin eşitliği konusunda mütereddit davranarak bu tutumu desteklediler, beslediler.

Onun için sokaklarda LGBTİ+ bireyler rahat gezemiyorlar.

Onun için kadınlar evlerinde dayak yiyorlar, öldürülüp bir kenara atılabiliyorlar.

Toplumdaki şiddet eğilimini besleyen her davranış, her tutum da bunun üzerine tuz biber ekiyor.

İktidar, bu toplumda gelişen ve kadına karşı şiddet olaylarıyla zirveye çıkan hassasiyetin farkında değilmiş gibi davranıyor.

Tıpkı çevre ve hayvan hakları hassasiyetinin boyutlarını kavramakta zorlandığı gibi.

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"