27 Nisan 2020

"Kekliği düz ovada avlarım" politikası!

İşsizlik fonunda birikmiş para, zaten işçinin parası. Kimin parasını kimden kıskanıyorsunuz? Çıkarsanıza ortaya şu parayı

Hükümet medyası dün birinci sayfalarını Damat Bakan’ın fotoğraflarıyla süslemişti.

Berat Albayrak, salgın nedeniyle işini kaybedenlere, zor durumda kalan esnafa nasıl cömert yardımlarda bulunduğunu anlatıyordu.

Dikkatle okudum ve Damat Bakan’ın salgın nedeniyle ilan ettiği ekonomi politikaya şu ismi buldum: "Kekliği düz ovada avlarım" politikası!

Bu güzel Silifke türküsünü hatırlarsınız.

Bir yerinde şöyle bir espri de var: "Herkes kesesinden yesin içsin, saltanatım var benim / Aslı yok yaylasında 1500 koyunum var benim!"

Bakan’ın açıklamalarına bakarsak, Türkiye’de Erdoğan yönetiminin halkımıza salgın nedeniyle önerdiği şey de bu: Herkes, kesesinden yesin içsin!

Açıklanan "yardım paketleri", yardımdan daha ziyade borç verme, alacağını bir kaç ay öteleme gibi başlıklardan oluşuyor.

Düşünün şimdi, bir küçük esnaf, salgın nedeniyle iş yerini kapatmış, ne zaman açacağı da belli değil. Devlet ona yardım paketi açmış: "Vergini erteledim, endişe etme. Dert değil, elektrik – gaz parasını da 3 ay sonra ödersin. Yine mi kurtaramadın, al sana 50 bin lira kredi, al sana Parafkart, altı ay ödeme, sonra verirsin."

İyi de altı ay sonra bu esnaf o kadar parayı nasıl bulacak, bu yükün altından nasıl kalkacak?

Çalışamadığı bugünlerde zaten elindeki avucundakini de bitirecek, sonra borçlarını nasıl ödeyecek?

En iyimser göstergelerle bile normal hayata dönüş, hazirandan itibaren kademeli olacak.

İşlerin salgın öncesine dönebilmesi bu yıl belki de hiç mümkün olmayacak.

Ve Erdoğan yönetimi, esnafa, KOBİ’lere kredi açtığını söyleyerek övünüyor.

Teşekkür ederiz ama bu adı üzerinde "borç", "yardım" değil.

Damat Bakan, 4 milyon haneye 22,2 milyar lira "temel ihtiyaç desteği" vermek ile de övünüyor.

İyi de geçtiğimiz yılın sonunda bütçeye konmuş 69,5 milyar lira zaten bu iş için vardı.

Yeni bir şey yapılıyormuş gibi yapmak, kusura bakmayın ama bizim kesemizden bize hava atmaya benziyor.

İşsizlik fonunda birikmiş 131 milyar lira var. O paradan söz eden yok, sanki devlet işini kaybetmiş insanlara sadaka verir gibi 1000’er lira dağıtmakla övünüyor.

İşsizlik fonunda birikmiş para, zaten işçinin parası. Kimin parasını kimden kıskanıyorsunuz? Çıkarsanıza ortaya şu parayı.

Birçok devlet, bizimkilerin açıklandığı ile kıyas kabul etmeyecek büyüklükte destek paketleri açıklıyor.

Bizimkilerin yaptığı ise sadece reklam!

Çünkü bu rejimin derdi, işçi, memur, köylü, esnaf değil.

Bunlar kendi zenginlerini yarattılar, onlarla birlikte kendilerine bir düzen kurdular tek dertleri bu düzeni korumak.

Bunu göz boyayarak yapabileceklerini zannediyorlar, şu andaki tablo budur.

* * *

Mümkün olsa "idam" isteyeceklerdi!

Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Ferhat Çelik, Aydın Keser, Erk Acarer, Murat Ağırel ve CHP Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi E.E. hakkındaki iddianame düzenledi.

Savcı, 7 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası istiyor.

İddianameye göre MİT görevlisinin kimliğini ve gizli kalması gereken bilgiyi açıklamışlar.

Bu arkadaşlarımızı, infaz affı kapsamının dışında tutarak, Korona günlerinde hapishanede tutmak için özel çaba gösteren iktidarın tavrı yanında, iddianame hafif kaçmış, onu söyleyeyim.

Kanunlar müsait olsaydı idam etmek isterlerdi belki ama artık bu mümkün değil, onun için hapiste tutup, virüse yakalanmalarını beklemeye karar verdiler galiba.

Bu dava, siyasal bir davadır.

Siyasetin istediği bir suç yaratılıp, gazeteciler hapse atılmış ve böyle ağır bir ceza da istenmektedir ki bizlere de bir ders olsun.

İktidarın "cısss" dediği konulara girmekten uzak duralım, uslu duralım.

Savcının hangi bilgiyi "gizli" kabul edip, dava açtığını anlayamadım.

Libya’da MİT görevlilerinin bulunduğunu açıklayan, ikisinin şehit olduğunu herkese söyleyen kişi bizzat Cumhurbaşkanı idi.

Şehit düşen MİT mensubunun cenazesine "çelenk" gönderen de MİT Müsteşarı.

Dolayısıyla ortada gizli bilgi filan yok.

Bir bilgi niye "gizli" kalmalıdır?

Yabancı devletler öğrenmesin diye her halde.

Ama burada öğrenilmesi gereken ne varsa zaten herkes öğrenmiş.

Alenileşmiş bir bilginin, "devlet sırrı" kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olabilir mi?

Öte yandan AİHM’nin, herhangi bir şekilde elde edilmiş bilginin, bu bilgi "gizli ya da devlet sırrı" niteliğinde de olsa, yayınlanmasının suç olmayacağına ilişkin kararları var.

AİHM, Radio Twist/Slovakya, Bladet Trömsö/Norveç, Fressoz ve Loire/Fransa davalarında, yasadışı elde edilen gizli bilgi ve belgelerin yayınlanmasının cezalandırılmasını, basın özgürlüğünü ihlal olarak değerlendirdi.

Çünkü demokratik bir ülkede idareyi denetleyecek güç sadece yasama ve yargı organları değildir. Basının bir görevi de halk adına, iktidarı denetlemektir.

Demokratik bir düzende siyasal güç, vatandaşlarından bilgi saklayamaz!

Bilgi saklanıyorsa, demokrasi yoktur.

"Halkın haber alma hakkı" diye bildiğiniz mesele budur.

Şu son yaşadığımız Koronavirüs krizinin bu boyuta gelmesinin nedeni, Çin diktatörlüğünün, bu bilgiyi uzun süre dünyadan saklamaya çalışması değil miydi?

Her devlet, çıkarlarını korumak için uluslararası alanda "örtülü" kalması gereken işler yapabilir.

Bunu yapan devlet, bu bilginin korunmasından da sorumludur. Bu gazetecinin sorumluluğunda değildir. Gazetecinin sorumluluğu, okuyucusuna karşıdır.

Rejim, aksini ister elbette ama gazeteciler devletin memuru değil, halkın hizmetkarı olmalıdır.

Elbette idare, kendi kafasına göre bir bilgiyi "devlet sırrı" ilan edebilir.  Ancak bunun bilgiyi elde edip yayınlayan gazeteci açısından hukuki sonuç yaratması için bu yeterli değildir.

Demokratik ülkelerin tümünde, devlet sırrı ile savunma güvencesi arasında "sıkı bir ilişki" aranıyor.

Devlet sırrı kavramı haber verme hakkının sınırlandırılmasında "sansür niyetine" kullanılamıyor.

Bilgiyi gizli tutması gereken Cumhurbaşkanı, sesinin şehvetine kapılıp nutuk atarken bilgiyi açıklamış. Gizli tutması gerekenlerden MİT Müsteşarı, cenazeye çiçek göndermiş.

Ve bu bilgi, Türkiye açısından, nasıl bir ulusal güvenlik açığı yaratıyor?

* * *

Gazeteciyse at içeri!

Geçtiğimiz hafta alışveriş merkezlerinin mayıs ayında açılması ile ilgili bir haber yayımlandı.

Habere göre Damat Bakan’ın yardımcısı Nureddin Nebati, "bakan beyin alış veriş merkezlerinin mayıs ayında açılmasını arzu ettiğini" söylemiş.

Tabii bu Maliye Bakanı’nın arzusuyla olacak bir iş değil. Bilim Kurulu "açın" derse açılır, "açmayın daha" derse açılmaz.

Ama böyle haberler çıkabiliyor çünkü öyle bir rejimde yaşıyoruz, bakan bunu emrettiyse de kimse buna şaşırmaz.

Dikkatinizi çekmek istediğim konu şu:

Prof. Dr. sıfatı da olan AVM’cilerin başkanı Hüseyin Altaş şunu söyledi:

"Sayın Berat Albayrak’ın, AVM’lerin açılması yönünde baskı yaptığına dönük haberler gerçeği yansıtmıyor. Gerekli hukuki yollara başvuracağız."

Hoppala yavrum, yaz geldi!

Hüseyin Bey, internetten öğrendiğim kadarıyla hukuk hocası.

Hangi hukuktan ve hangi yoldan söz ediyor, anlayamadım.

Haber doğru değilse, düzelten bir açıklama yaparsınız, "hukuk yolu" da ne demek?

Ekrem İmamoğlu ile ilgili yalan limon haberini yapan üç kişi de önceki gün gözaltına alındı.

Şaşırdık mı? Hayır.

Yeni normal bu: Yalan haberi düzeltmenin bin tane yolu var ama rejimin de, okumuş yazmışların da ilk aklına gelen bu: "Atın içeri"!

* * *

Ajda’nın şarkılarını çalabilirsiniz

Ajda Pekkan geçen gün gazetecilere açıkladı ki bütün çantaları "çakma" imiş.

Kendisi biliyorsunuz şarkıcı. İcra ettiği eserler ile ilgili fikri mülkiyet hakları var.

Ve göğsünü gere gere çantalarının çakma olduğunu açıklıyor.

Belli ki çanta tasarımcılarının, üreticilerinin fikri mülkiyet hakları umurunda bile değil.

O zaman Ajda’nın şarkılarını çalmak serbesttir arkadaşlar, her iki anlamda da!

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"