Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, şehir hastanelerinden geri adım atmayacaklarını söyledi.
Zaten böyle bir şey beklemiyorduk, yaptıkları her yanlış iş için uyarıldıklarında dinlemeyi biliyor olsalardı, bu ülkede 15 Temmuz da yaşanmazdı.
Bakan Koca, hastanelerimizin ortalama yaşının 49 olduğuna dikkat çekiyor ve yenilenmeleri gerektiğini belirtiyor.
Evet, hastanelerimizin önemli bölümünün yenilenmesi gerekiyordu ama zaten tartıştığımız konu bu değil, bunun Kamu Özel İşbirliği yöntemiyle yapılıyor olması.
Bir tek şehir hastanesi için harcanacak para ile 1200 yatak kapasiteli 29 hastanenin yapılabileceğini gösteren çalışmalar var.
30 şehir hastanesinin önümüzdeki 25 yıl için kamuya getireceği yük 143 milyar dolar.
Tartışılması gereken konu bu, hastanelerin eskiliği – yeniliği meselesi değil.
Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre bir şehir hastanesi yatağı 243 bin 362 ABD Doları’na mâl oluyor.
Bunun açıklandığı tarihte 1 ABD Doları, 3.8 TL idi. O gün bile bu fiyat, devletin kendisinin inşa ettiği hastanelere göre iki misli pahalıydı. Bugünkü kur üzerinden hesaplamaya bile insan korkuyor!
Zaten akıl var, mantık var.
Müteahhit, 25 yıl üzerinden belli sayıda bir hasta garantisiyle bu inşaatı yapıyor. O gelir akışına göre kredi buluyor. O sayıda hasta, hastaneyi kullansa da kullanmasa da bu para müteahhite ödeniyor.
Nitekim bu nedenle halen kullanılabilir durumda olan hastaneler kapatılıyor.
Müteahhit inşaatı yapmak için kullandığı krediyi ve faizini devletin ödediği paradan çıkaracak.
Müteahhitlik hizmetleri Kızılay yararına bedava yapılan hizmetler olmadığına göre kar da ediyor olmalı.
Ama makul bir kar konsa bile hastanelerin bu kadar pahalıya çıkmayacağı da anlaşılıyor.
O zaman biz de merak ediyoruz tabii: Şehir hastaneleri maliyetinin bu kadar fahiş olmasının nedeni, birilerine bu kârdan pay ayrılıyor olması mı?
Bugün bunlar elbette ortaya çıkabilecek şeyler değil. Ama unutmayalım ki seçimli demokrasinin olduğu her yerde iktidarlar önünde sonunda giderler. O gün öğreneceğiz elbette nelerin döndüğünü!
Bir de şunu merak ediyorum: Bu hastaneler kent merkezlerine uzak yerlerde yapılıyor. Acil müdahale gerektiren hastalar, şehir hastanelerinin yapıldığı dağ başına gidene kadar ölürlerse, bunun günahı – vebali kime yazılacak? Müteahhite mi, ambulans sürücüsüne mi, ihale komisyoncularına mı? Diyanet’in bir fikri vardır mutlaka, bir ara açıklasalar da merakımı gidersem iyi olur.
* * *
İşte orada dur Türkkan Bey
Bebeğine bir tür doğum günü düzenleyen kadının videosunu artık Türkiye’de seyretmeyen kalmadı sanırım.
Bu tür şeyleri seyretmek istemeyenler de "maruz kaldılar", çünkü bu video haberleşmek üzere kullandığımız platformlardan üzerimize adeta boca edildi!
Ve tabii yorumların da ardı arkası kesilmiyor.
Bu yorumlardan birini de İyi Partili Lütfü Türkkan yapmış, şöyle diyor:
"Haksız kazançla zenginleşerek lüks içinde yaşayan Protestan Müslüman dediğimiz bir kesim var ki; fikri anlamda Yahudileşmişlerdir bunlar."
Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!
Videodaki kadın ya da eşi ne iş yapar, geliri nedir, bilmem. Haksız kazançla mı zenginleşmişler, onu da bilmiyorum.
"Protestan Müslüman" diye bir kavram varsa, o da bu videodaki Müslüman tipini açıklayacak bir tanımlama olmamalı sanırım.
Bu videoda izlediğimiz kadının ve çevresinin günümüz Sünni İslam’ı ile ilgili böyle bir alıp – verememe sorunları olduğunu düşünmemiz için bir neden yok.
Bu tip Müslümanlara bir dönem "Süslüman" ismi de veriliyordu ama bunun da bir tür aşağılama ifadesi olduğunu düşünüyorum ve ben şahsen kullanmam. Kullanılmasını da doğru bulmuyorum.
Sonuç olarak kimse, kimsenin Müslümanlığını ölçme ve değerlendirme hakkına sahip değil, herkesin dini kendine.
Benim Türkkan’ın attığı tweet'i bilginize getirmemin nedeni mesajının sonunda söylediği "fikri anlamda Yahudileşme" kavramı.
Mesajın genel havasından anlıyoruz ki kadın kötü bir şey yapmış.
Ve Türkkan’ın aklına ilk gelen kötü şey de bu: Fikren Yahudileşmek!
Türkkan Bey’e "İşte orada dur" demek gerek, ırkçılık ve antisemitizm çukurunun dibini boylamış durumda!
Yahudilere ve Yahudi inancına bu düşmanlığının nedeni, bilinç altına sızmış nefret duygusu olmalı.
Uyarmak istememin nedeni de bu nefretin, engizisyon katliamlarından, holokosta, farklı yerlerdeki pogromlara kadar bir dizi insanlık suçuna yol açmış olması.
Bu tweet'i okuyunca gördüğüm şu: Bir politikacı, Türkiye’de Yahudi düşmanlığının tohumlarını saçmak için bu saçma videoyu fırsat bilmiş!
Yaptığı işin ahlaken kötü olması bir yana, kanunlarımıza göre de suç işliyor.
Halkın bir bölümünün inandığı, benimsediği dini değerleri aşağılıyor, hakaret ediyor.
Lütfü Türkkan’ı tanımam ama kendisine önerim, Yahudilerden özür dilemesidir.
Biraz empati yapsın yeter: Kendisi, günün birinde bir grup insanın "fikren Müslümanlaşmış" denilerek aşağılanıp, nefret objesi haline getirilmesini ister mi, istemez mi?
Ne diyordu Hz. Muhammed: Kendin için istemediğini, başkası için de isteme!
* * *
Mazlum’u bitiren 4 dakika 30 saniye!
Başlıktaki bu sözün, bir gazeteci fantezisi olduğunu düşünmüştüm.
Ancak dün AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında da söyleyince anladım ki fantezi değil, insanların böyle düşünmesini istiyorlar.
Olay şu: AKP Genel Başkanı, Trump’ı ziyarete gittiğinde senatörlere ve ABD Başkanı’na, Trump’ın "General Mazlum" dediği PKK’lının terörist olduğunu gösteren bir video izlettirmişti.
Amerikalıların bu videoyu seyredince Türkleri daha iyi anlamaya başladıkları ve böylece "Mazlum’un bittiği", AKP propaganda makinesi tarafından pompalanıyor.
İnsan gerçekten hayret ediyor!
Yani Amerika, Suriye’de iş tuttuğu, para ve silah verdiği Mazlum ve örgütünün ne mal olduğunu bilmiyordu, Erdoğan 4 dakika 30 saniyede bunu Amerikalılara anlattı ve öğretti, öyle mi?
Öyleyse, bunu Amerikalılara öğretmek için neden bu kadar bekledi, o da ayrı bir soru.
Biliyoruz ki AKP tabanının bir bölümü kendisine ne söylenirse ona inanıyor ama bütün bir ülkeyi de aptal yerine koymayın derim.