25 Eylül 2024

İşkenceciyi korumak sistematik uygulama!

Sanığın bir suç makinesi olması, görevini yapmaya çalışan bir polis memurunu öldürmesi, onun bir insan olduğu gerçeğini değiştirmez. İnsan olmaktan kaynaklanan hakları vardır, Ali Yerlikaya insan olarak hangi haklara sahipse söz konusu sanık da aynı haklara sahiptir

Polis memuru Şeyda Yılmaz'ı şehit eden Yunus Emre Geçti, Asayiş Şube Müdürlüğündeki işlemlerinin ardından çöp poşeti giydirilmiş halde Çevre, Doğa ve Hayvanları Koruma Büro Amirliği aracıyla İstanbul Anadolu Adliyesi'ne getirildi

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, polis memuru Şeyda Yılmaz’ı şehit eden saldırganın Emniyet’ten Adliye’ye götürülme şekliyle ilgili olarak soruşturma açıldığına ilişkin iddiaların “alçakça bir yalan” olduğunu söyledi.

Bu konuda meğerse herhangi bir soruşturma açılmamış.

Bakan Yerlikaya, “Yalan haberleri yayanlar hakkında gerekli adli işlemler başlatılmıştır” diyerek, gazetecilere sopa göstermeyi de ihmal etmiyor.

Bakan Yerlikaya’nın soruşturma açmaya gerek görmediği uygulama, tipik bir “işkence” vakası.

TCK’nın 94. Maddesi’nin 1. Fıkrası söz konusu sanığa karşı işlenen suçu tarif ediyor:

“Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”

Sanık, üzerindeki kıyafetleri çıkartılarak siyah çöp poşetinin içine konuldu. Bundan ala aşağılama olur mu?

Sanık, bu kılıkta gazetecilerin görüntü almasına ve sanığın teşhir edilmesine olanak verecek şekilde Emniyet’ten çıkarıldı.

Sanık, insan onuruyla bağdaşmayacak şekilde, hayvan taşıma aracına konularak, Adliye’yle götürüldü.

Bakan bütün bunları normal karşılıyorsa, hemen bir ruh hekimine müracaat etmeli derim, bu ciddi bir duruma işaret ediyor çünkü.

Ancak buna gerek kalmaz çünkü Bakan da bunun aslında anormal bir durum olduğunun farkında.

Gürültü yaparak, “alçakça yalan”, “adli işlemler başlatıldı” gibi sözlerle üste çıkmaya çalışarak, bu suça işaret edenleri tehdit ederek işkence suçunu ört bas etmeye çalışıyor.

Bunu da yadırgamıyoruz, bunu refleks olarak yapıyor.

Çünkü Türkiye’de işkence sistematik bir uygulama olmasa bile işkenceciyi korumak sistematik bir uygulamadır.

Bu örnekte olduğu gibi işkenceciyi önce amirleri korur. Bakandan tutun da karakoldaki Baş komisere kadar sıralı bütün amirleri!

Onun yetmediği yerde Vali korur, soruşturulmasını engeller.

İdari mahkemesiydi filan derken soruşturma açılsa, savcı korur. Savcıdan sonra koruma hâkîme geçer, uyduruk bir cezayla işkenceci paçayı kurtarır.

Bu yüzden de Türkiye’de işkence önlenemez.

Sanığın bir suç makinesi olması, görevini yapmaya çalışan bir polis memurunu öldürmesi, onun bir insan olduğu gerçeğini değiştirmez.

İnsan olmaktan kaynaklanan hakları vardır, Ali Yerlikaya insan olarak hangi haklara sahipse söz konusu sanık da aynı haklara sahiptir.

Sanığın işlediği suçların ceza karşılığı, kanunlarda yazılı. Yargılanır, hâkim delilleri yeterli görürse cezasını verir.

Bunun dışında ceza biçecek bir makam yoktur, bir hukuk devletinde olamaz.

* * *

Şeyda Yılmaz neden şehit oldu?

Operasyona katılan polislerin herhangi bir önlem almadan sanığa yaklaştıkları anlaşılıyor. Bu taktik yetersizliğin nedeni iyi eğitim verilmemiş olması mı, görevli amirin ihmali mi, disiplinsizlik mi?

Şehit polis memuru Şeyda Yılmaz

Şehit polis memuru Şeyda Yılmaz olayında, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açtırması gereken soruşturma sadece işkence soruşturması da değil.

Yerlikaya, bir soruşturma da polis memurunun nasıl şehit olduğu ile ilgili olarak açmalı ve öyle görünüyor ki Türk devlet refleksi olarak “ölen öldü, kalan sağları koruyalım” diye düşünüyor.

“Adli işlem başlatırım, alçaklar, hainler” diye tehditler yağdırmasının nedeni, bu soruşturmayı açtırmamış – açtıramamış olmasından başka bir şey değil.

Olay gecesi civardaki güvenlik kameralarına yansıyan görüntüler, uzun bir sabıka listesine sahip olan ve hırsızlık suçuyla aranan bir kişiye karşı yapılan operasyonun biraz Allah’a emanet olduğunu gösteriyor.

Elbette bütün görüntülere sahip değiliz, polislerin takmaları gereken vücut kameralarındaki görüntüler daha net bir görüntü sağlar. Yani aslında Bakan’ın bu soruşturmada işi daha kolay.

Bir motosiklet çaldığı iddia edilen sanığı yakalamaya giden polis ekibi, yola çıkmadan önce ya da yoldayken bir GBT araması yapmış olmalı. Sanığın nasıl bir suç makinesi olduğu, o kabarık listede görünüyor.

Görünen bir şey daha var: Sanık uyuşturucu da kullanıyor.

Yani dengesiz, uyuşturucu etkisi altında olabilir ve eğer o durumdaysa hareketlerini öngörebilmek mümkün olmayabilir.

Nitekim öyle de oluyor.

Operasyona katılan polislerin üzerinde çelik yelek yok. Niye?

Bu bir bireysel ihmal mi yoksa kurum kültüründeki bir eksiklikten mi kaynaklanıyor?

Bu tür operasyonlar için önceden hazırlanmış talimatlar mı yetersiz?

Operasyona katılan polislerin herhangi bir önlem almadan sanığa yaklaştıkları anlaşılıyor.

Bu taktik yetersizliğin nedeni iyi eğitim verilmemiş olması mı, görevli amirin ihmali mi, disiplinsizlik mi?

Bakan elbette kendi emrindeki kurumu korumak isteyecektir, buna şaşırmıyoruz.

Ancak ihmal ettiği şu ki bu tür olaylar iyi soruşturulup, bir memurun şehit olmasıyla sonuçlanan hatalar zinciri tespit edilmezse, gelecekte başka şehitlerin ardından ağlamak kaçınılmaz olur.

Medeni insanlar ve kurumlar hatalarından dersler çıkarırlar.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’nin Arapça ile imtihanı

Halkımızın bir bölümü Arapça yazı görünce, laiklik elden gitti zannederken, diğer bir bölümü yerde Arapça gazeteden kopmuş bir parça bulsa öpüp başına koyuyor. Dini hassasiyetleri nedeniyle kendisini Araplara daha yakın hisseden çoğu insanda bile biraz tepeden bakma eğilimi vardır

Adaleti endoktrine etme eğitimi

Cumhurbaşkanı gibi bir siyasi kişiliğin yaptığı siyasi içerikli bir konuşmayı ayakta alkışlamaları beklenen hâkim ve savcı yardımcıları kendilerini ne derece “bağımsız ve tarafsız” hissedebilirler?

Dur bakalım neler olacak

Dışişleri Bakanı'nın, Türkiye'nin BRICS üyeliği talebini doğrularken dile getirdiği "Avrupa Birliği ile ekonomik entegrasyonumuz üyelikle taçlansaydı, belki birçok konuda arayış içerisinde olmayacaktık" sözlerinden anlıyoruz ki, Erdoğan yönetimi BRICS üyeliğini AB'ye alternatif olarak görüyor

"
"