07 Ocak 2019

İhanet ettiği şehri nasıl yönetecek?

Madem Binali Yıldırım, AKP'nin Erdoğan’dan sonra bu işleri en iyi bilen adamı, neden Kadir Topbaş istifaya zorlanınca onun yerine tayin edilmedi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1994 yılının 28 Mart gününden beri İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı.
Araya başka görevler de sıkıştırdı ama bir eli her zaman İstanbul’un üzerindeydi.
Hatta arada seçilmiş bir Belediye Başkanı’nı istifaya bile zorladı, yerine bir başkasını tayin etti.
Tayin ile göreve getirdiği şahıs, bu seçimde aday değil!
Neden? Reisin doğru adam seçmeyi bilmemesi olabilir mi?
Şimdi Binali Yıldırım’ı seçtirmek için çalışıyor.
Şunu merak ediyorum: Madem Binali Yıldırım, bu partinin Erdoğan’dan sonra bu işleri en iyi bilen adamı, neden Kadir Topbaş istifaya zorlanınca onun yerine tayin edilmedi?
Nasıl olsa her an her göreve hazır birisi Binali Bey. Git diyorlar gidiyor, gel denince geliyor.
Cumhurbaşkanı şimdi de “bugüne kadar AKP belediyeciliğinin tadına bakmamış” İzmir gibi kentleri de partisinin adayına oy vermeye çağırıyor.
Şimdi sizlere bir seçki sunacağım, Erdoğan’ın sözleriyle AKP belediyeciliğinin İstanbul’a kattığı “tat” üzerine!
21 Ekim 2017 -  Şehir ve STK Zirvesi’ndeki konuşması:
“Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul, bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.”
11 Kasım 2017 – Kültürel Mirası İhya Projeleri Tanıtım Programı konuşması:
“Bundan sonra hamdolsun, medeniyetimizin hem ihyası hem inşası için çok daha fazla gayret gösterme imkanına sahibiz. Fakat ben valilerimiz, belediye başkanlarımızdan rica ediyorum; lütfen şu dikey yapılaşmaya illerimizde, ilçelerimizde müsaade etmeyelim. Bu konuda, bizim mimari anlayışımızda yatay mimari esastır, biz buna odaklanmalıyız. Fevkalade şartların dışında buna odaklanmamız halinde şehirlerimizin çok daha güzel olduğunu, çok daha farklı olduğunu göreceksiniz. Şehirlerimizin çirkin binalarla kirletilmesine daha fazla tahammül edemeyiz. Köylerimizi, yaylalarımızı çirkin yapıların istilasına izin vermemeliyiz. “
8 Kasım 2018 – Dünya Şehircilik Günü konuşması:
Mimarinin ihtişamı ile manevi derinliğin aynı anda buluştuğu şehirlere yeterince sahip çıkamamış olmamız en büyük kaybımızdır. Binalar yükseldikçe yollar büyüdü. Fakat gönüller çoraklaştı, karardı, çölleşti.”

***

Bazı kamu görevlileri daha eşit!

Prof. Dr. Baskın Oran’ın, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya karşı açtığı tazminat davası reddedildi.
Bakan Soylu, Prof. Dr. Oran’ın T24’te de yayımlanan bir yazısı nedeniyle bir tweet atmıştı:
“Kendisini ilim adamı diye pazarlamış yazısının her kelimesini alçakça kurgulamış bir uşak Baskın Oran hakkında suç duyurusunda bulunuyorum.”
Kemal Göktaş’ın, Diken’deki haberine göre mahkeme bu kararı verirken, 12 yıl önce emekli olan Baskın Oran’ın “profesör” sıfatıyla kamu görevlisi olduğuna dikkat çekiyor ve kamu görevlilerinin “sert, ağır ve hatta incitici eleştirilere katlanması gerektiğini” söylüyor.
Kararın ilgili bölümü şöyle:
“Yazı içeriğinde, devletçe yürütülen terör operasyonlarının, İçişleri Bakanlığınca terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçuyla hakkında soruşturma açılan veya görevinden uzaklaştırılan belediye başkanları yerine hukuk kuralları çerçevesinde atanan kayyımların yerel yönetimlerdeki uygulamalarının çok ağır bir dille eleştirildiği görülmektedir. Davacı profesör ünvanlı bir öğretim üyesi olup kamu görevlisidir. Davalı ise Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı’dır. AİHM’e göre, kamu görevlilerine yönelik eleştirinin sınırı sıradan kişiler için olandan daha geniştir ve kamu görevi yapan kişilerin görevlerinden dolayı kendilerine yönelik sert, ağır ve hatta incitici eleştirilere de katlanması gerekir. Çünkü kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında davranışların eleştirilmesinde kamu yararı bulunmaktadır.”
Emekli öğretim üyesi olan Prof. Dr. Baskın Oran’ın kamu görevlisi sayılıp, sayılmayacağı ayrı bir konu.
Ama mahkeme kararından da anlıyoruz ki kamu görevlilerine karşı eleştirinin sınırları geniş olmalıymış. Sert de olabilirmiş, ağır da olabilirmiş, incitici de olabilirmiş!
Mahkemenin AİHM kararlarına yaptığı bu gönderme doğru.
Kamu görevlileri hakarete varan eleştiriyi bile hoş görmek zorundadırlar.
Peki ortada böyle mahkeme kararları dururken, birbiri ardına “hakaret” davası açan yöneticilerimize ne demeli?
Yöneticilerimizin bir işaretiyle, “vay sen yöneticimize hakaret ettin” diye insanları karakola çekmek, hatta bazen tutuklamak ne oluyor?
Yoksa kanun önünde hepimiz eşit değil miyiz?
Orwell’in Hayvanlar Çiftliği’ndeki gibi mi?
“Bütün hayvanlar eşit, ama bazıları daha eşit!”

***

Bir yemin ettim ki dönemem!

ABD’de Temsilciler Meclisi’ne seçilen iki Müslüman kadının Kuran – ı Kerim’e el basarak yemin ettiğini gösteren fotoğraflar, özellikle yandaş medyada kendine iyi bir yer buldu.

Bildiğim, ABD’de dini bir kitaba el basmanın aslında zorunlu olmadığı. Temsilciler Meclisi üyeleri topluca bile yemin edebiliyorlar. Ama gelenek, bir kitaba el basmak. Bu İncil de olabilir, Tevrat da, Kuran – ı Kerim de.

İki Müslüman kadının geleneksel giysileri içinde ve Kuran – ı Kerim’e el basarak yemin etmeleri, “bizde neden Kuran – ı Kerim’e el basarak yemin edilemiyor” sorusunu yeniden gündeme getirdi.

Kişisel görüşümü daha önce de yazmıştım.

Herkes neye inanıyorsa, ona göre yemin etmeli.

Müslüman olduğunu iddia ediyorsa, Kuran – ı Kerim’e el basarak yemin etmeli ki, ettiği yemine sadık kalsın.

Çünkü belli ki “namus ve şeref üzerine” ettikleri yemin işe yaramıyor.

Namusuna ve şerefine önem veren ona göre yemin etsin, dini inancını öne çıkaran ona göre yemin etsin.

Tabii bozulan – tutulmayan yeminin kefaretini ödeyebilmek de İslam’da son derece kolay.

10 fakir giydirmek ve 10 gün iki öğün (sabah ve akşam) doyurmak, üç gün oruç tutmak ve tövbe etmek yeterli olabiliyor. Bir köle azat etmek de yemin kefareti için yeterli ama artık köle bulmak çok zor, bunu geçelim.

Bu durumda Kuran – ı Kerim’e el basılarak yapılacak yeminlerin “kuvveti” konusunda tartışma çıkabilir tabii.

Yani aslında iş insanın kendisine kalıyor.

İster namusu ve şerefi üzerine yemin etsin, isterse Kuran – ı Kerim üzerine, yeminini bozmaya kararlı olana yapacak bir şey yok.

Kayahan’dan yazıya uygun bir şarkı ile kapatıyorum konuyu:

Bir yemin ettim ki dönemem!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"