“Bulgurcu Hoca” meğerse Prof. Dr. Hayrettin Karaman imiş.
Şaşırdığımı söyleyemeyeceğim.
Kafasına göre bir imam bulup, bütün Ramazan’ı rahatça geçiren Temel fıkrasındaki imamın canlı örneği gibiydi zaten.
Erdoğan rejiminin ne zaman bir “fetvaya” ihtiyacı olsa, hazır bekliyordu.
Hatırlarsınız, 17 – 25 Aralık rezaleti patladığında da ayakkabı kutularına ve takım elbise torbalarına doldurulup, bakanlara verilen “hediyelerin” İslam hukukuna göre rüşvet sayılmaması gerektiğini açıklayan da kendisiydi.
En son olarak “Bulgurcu” sıfatını kazanmasına neden olan WhatsApp mesajında da şöyle diyordu:
“Bu iktidardan pek çok beklentiniz gerçekleşti, camiayı hayretle izliyorum, bak demedi demeyin, sonra Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz, iktidara zarar verecekse haksızlık ve yanlışlardan şikâyetle doğruları söylemek caizdir diyemem.”
Bu görüşü AKP’li olmayan İslamcı çevrelerde eleştirilince de şunu yazdı:
“Doğruculuk ve tenkit perdesi arkasından yıkıcılığa taraftar değilim.”
Hayrettin Karaman, “Rejimin Bulgurcusu” olmasının yanı sıra fıkıh (İslam Hukuku) hocası.
İslam ülkelerinde, kamu hukukunun gelişmeme sebebini “Ana Hatlarıyla İslam Hukuku” isimli kitabında şöyle açıklamış:
“Bunun en önemli sebebi Hz. Peygamber’den otuz yıl sonra başlamış olan saltanat ve istibdadın, bu bahisleri serbestçe işlemek, gerçeği çekinmeden söyleyip yazmak için gerekli fikir hürriyetine meydan vermemiş olmasıdır.”
“Profesör” sıfatıyla yazdığı ile “Bulgurcu” kisvesi altında tebliğ ettiği birbirinin tam zıttı yani.
İslam ülkelerinin bugünkü geri kalmışlığında, başka bazı sebeplerle birlikte Anayasa hukukunun, kamu hukukunun, insan hakları kavramlarının yerleşip, gelişmemiş olmasının rolü de var.
Ve bunun sorumlusu da Hayrettin Karaman gibi, varlığını siyasi güce adayan İslam uleması.
Eğer onlar “gerçekleri çekinmeden söyleyip, yazacak fikir hürriyeti” konusunda ısrarcı olabilselerdi, İslam, müstebitlerin iktidarlarını korumak için kullandıkları en etkili silah olmazdı.
Sıradan insanların bu tür bir mücadeleyi verebilmeleri ancak bıçak kemiklerine dayandığında mümkün olabiliyor. Hristiyan. Müslüman ya da başka bir din fark etmiyor.
Ancak aydın sorumluluğu diye de bir şey var ve Karaman gibi tipler yüzünden İslam dini, bu dine inanan insanların çoğunlukta olduğu ülkelerin geri kalmasında en önemli etkenlerden biri haline geldi – geliyor.
“Doğru bile olsa, haksızlık ve yanlışlardan şikâyet etmeyeceksiniz” diyebiliyor, “doğruları dile getirmeyi” caiz bulmuyor.
Çocuğunuzu böyle bir öğretmene huzur içinde emanet edebilir misiniz?
***
Müslümanlar, yolsuzluk endekslerinde niye sonlarda?
Geçiş ücreti 15 Euro olarak açıklanan 1915 Çanakkale Köprüsü,1 milyar 800 milyon Euro’ya mal olacakmış.
Deniz Ayhan’ın Sözcü’deki haberine göre köprüyü yapan şirket 12 yıl süreyle, günde 45 bin araç geçiş garantisi ile köprüyü işletecek.
Bunu çarpıp, böldüğünüzde ortaya 2 milyar 960 milyon Euro gibi bir rakam çıkıyor.
Nasıl, fena bir iş değil gibi göründü mü sizin gözünüze de?
12 yılda yuvarlak hesap 1 milyar Euro kar getirecek bir işi kim istemez?
Ve bu işin ihalesi, herkese açık olarak yapılmadı.
Gerçek bir rekabet ortamı yaratılabilseydi belki de daha kısa bir işletme süresi ya da daha düşük garantili geçiş sayısı ile bu iş yaptırılabilirdi.
Ama öyle olmadı.
Bu tür bütün büyük işler gibi, ihale davet usulü yapıldı ve önceden belirlenen şirkete ihale verildi.
Böyle ballı bir ihale alan şirket de her halde şükran duygularını en uygun şekilde ifade etmiş olmalı.
Şimdi “Bulgurcu Hocayı” dinlerseniz, buna sesinizi çıkarmamanız gerekiyor.
Çünkü bu haksızlık ve yanlıştan şikâyet ederek doğruyu söylemek, iktidara zarar vereceği için caiz değil!
İslam ülkelerinin Dünya Yolsuzluk Endekslerinde son sıraları neden kimselere bırakmadıklarını buna bakarak anlayabilirsiniz.