30 Aralık 2020

Hak arama yolları tıkanıyor

"Müslüman bir ülkede demokrasi yaşar mı" sorusunun yanıtını almaya iyice yaklaştık. Artık şunu kesin olarak söyleyebiliriz: Siyasal İslamcılardan demokrat, bu ideolojiden demokrasi çıkmaz!

Osman Kavala'nın, Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı hak ihlali başvurusunun reddedilmesi, benim için sürpriz olmadı.

Erdoğan'ın, Anayasa Mahkemesi'nin üye yapısında gerçekleştirdiği değişim, hukukun demokratikleştirilmesi, hak ve özgürlüklerin korunması yönünde olmayacaktı.

Nitekim olmadı da.

Yazdığı iddianamelerle, iktidarın istekleri doğrultusunda hukuka takla attırmasıyla tanınmış savcının, Yargıtay üyeliğine atandıktan sonra, bir tek dosyanın bile kapağını kaldırmadan, yine iktidarın telkinleri ile Anayasa Mahkemesi üyeliğine neden seçildiğini zannediyordunuz?

Onun için benimkisi "ileri görüşlülük" sayılmaz.

Bunun yerine "siyasal İslamcıları tanımak", daha doğru bir ifade olur.

Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM kararının, rejim tarafından tanınmamasıyla başlayan, Kavala hakkındaki AYM kararıyla devam eden süreç, Türkiye'de hak arama yollarının tıkandığını gösteriyor.

Aslına bakarsanız istinaf mahkemelerinin kurulması da, AYM'nin kişisel hak ihlali şikayetlerine bakmaya başlaması da, hukuk devletinin kurum ve kurallarının hakim kılınması amacıyla yapılmış değildi.

Amaçları, haklarının ihlal edildiğini düşünen vatandaşların AİHM'ye giden yolunu uzatmaktı.

Bu köylü kurnazlığı, elbette bir yere kadar işe de yaradı.

Ancak AYM'nin bu son kararından sonra, AİHM'nin, Türkiye'deki hak arama yollarının en başından itibaren tıkandığı kanaatine vararak başvuruları doğrudan kabul etmesi olasılığı da güçlenmiş bulunuyor.

Öyle görünüyor ki rejim, kendisine böyle sembolik düşmanlar yaratmak ve onları mümkün olan en uzun süre hapiste tutmak konusunda bir adım daha attı.

Artık, "Müslüman bir ülkede demokrasi olabilir mi" sorusunun tam ve kesin yanıtını almaya da iyice yaklaştık sayılır.

İslam ülkelerinde demokrasinin gelişip, yaşayamayacağını bu aşamada söyleyemesek bile şunu kesinlikle söyleyebiliriz: Siyasal İslamcılardan demokrat, bu ideolojiden demokrasi çıkmaz!

* * *

Rabbim yine "komisyon" dedi!

Koronavirüs'e karşı geliştirilen aşıların, bu yılın sonundan itibaren kullanılır hale geleceği ile ilgili ilk bilgiler geldiğinde yaz aylarına yeni giriyorduk.

O tarihte vatandaşlarının sağlığını ciddiye alan ülkeler, birbiri ardı sıra aşı siparişleri veriyordu, bunları da gazeteler yazıyordu.

Ve bu siparişler için kimse para da ödememişti. Aşının üretimi gerçekleşirse ödemeyi garanti ediyorlardı, o kadar.

O günlerde Türkiye'de hiçbir hareket olmadı.

Ve ondan sonra Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın "büyüklere dizi masallar" gösterisi başladı.

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'na, Çin aşısı ile ilgili bütün imzaların atıldığını, 10 milyonluk ilk partinin bugün yarın yola çıkacağını söylediğinde Kasım ayının ortasındaydık.

O günlerde, şöyle yazdığımı hatırlıyorum: Aşı siparişinde geciktik çünkü Erdoğan yönetimi, aşıyı hangi yandaşın ithal edeceğine karar veremedi.

O zaman da söylediğim gibi bu söylediğim şey bir istihbarata dayanmıyordu.

Sadece şunu biliyordum: Bir toplu alım olacak ise, bunu yapacak olan aracı şirket mutlaka Erdoğan'ın işaretiyle belirlenir!

Ve bu herkese açık bir ihale ile belirlenmez; "halden anlayacak" bir yandaş şirket çağrılır ve iş ona havale edilir.

Daha sonra Bakan Koca, bunun doğru olmadığını, Devlet Malzeme Ofisi'nin (DMO) doğrudan alım yapacağını açıkladı.

Ve artık bunu da Koca'nın, "salgının başından beri uydurdukları" listesine ekleyebiliriz.

AKP'li iş insanlarının sahip olduğu bir şirketin, Çin aşısını ithal edip, devlete satacağı ortaya çıktı.

Şimdi bir diğer palavrayı, Bakan'a fırsat vermeden ben uydurayım: Bu şirket, bu işi yaparken kâr elde etmeyecek, hayır için bu işlere girdi!

Yerseniz tabii.

* * *

Şüyuu vukuundan betermiş!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, AKP dönemiyle ilgili yolsuzluk iddiaları ile ilgili olarak hazırladığı dosyalarla ilgili olarak suç duyurusunda bulunmuştu.

İncelemelerde 15 milyon 400 bin liralık ilk yolsuzluk dosyasında, suçlanan 23 kişi vardı.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, bu haberlerle ilgili yayın yasağı istedi ve bir mahkeme de tak diye isteneni şak diye yerine getirdi.

Anayasa Mahkemesi'nin, bu tür haberler ile ilgili yayın yasaklarının, ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiği ile ilgili kararlarını hatırlatmayacağım.

Çünkü, bu rejimde yolsuzluk yapmak değil, yolsuzluk yaptığının duyulması problem oluyor.

Eskilerin dediği gibi, şüyuu vukuundan beter yani.

Böylece bütün milletin kafasını kumlara gömerek, nelerin dönmekte olduğunu fark ettirmeyeceklerini düşünüyorlar.

Düşününce hak vermeden edemedim.

Bu rejimde, yolsuzluk yapmak sıradan bir durum.

Hz. Ömer'i filan hatırlayanlar sadece bizleriz, avanta İslamcıların akıllarını öyle bir başlarından aldı ki hafızalarını kaybettiler adeta.

Onun için mahkeme kararını destekliyorum:

Bu ülkede yolsuzluk yapmak değil, yolsuzluk yaptığının haberlerini yazmak suç olmalıdır ve mahkemelerimiz bu sorunla mücadelede üzerlerine düşeni yapmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"