10 Ekim 2023

"Filistin halkının yanındayız!"

Filistin halkının yanında olmak, Netanyahu hükümetinin dinci faşist politikalarına karşı çıkmayı gerektirdiği kadar Hamas'a karşı çıkmayı da gerektiriyor

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, "Türkiye'de sağdan ve soldan tüm partiler 'Filistin'in yanındayız' diye açıklama yaptı. 2 parti hariç: AK Parti ve MHP" dedi ve ekledi: "Sayın Erdoğan'ın açıklaması ise eminim tarihe çok kötü bir kayıt olarak geçecek."

Erdoğan'ın açıklamasının ne olduğunu siz de merak etmiş olmalısınız. Erdoğan, Hamas'ın sivilleri de doğrudan hedef alan saldırısının ardından şunu söyledi:

"Türkiye olarak bu sabah İsrail'de meydana gelen hadiseler ışığında tüm tarafları itidalle hareket etmeye, gerilimi daha da tırmandıracak fevri adımlardan uzak durmaya çağırıyoruz."

Davutoğlu'nun bu sözlerden nasıl bir "tarihi kara leke" çıkardığını anlayamadım.

Türkiye'nin Cumhurbaşkanı, sivillerin ciddi zarar görmelerine yol açan karşılıklı askeri harekâta karşı "itidal" tavsiye etmeyecekti de ne yapacaktı?

Merak ettim, Davutoğlu, seçimi kazanıp Cumhurbaşkanı Yardımcısı olsaydı, bu olay karşısında nasıl davranacak, ne yapacaktı?

Muhalefet partilerinin özellikle de kendisini "solcu" diye tanımlayan partilerin, Hamas'ın, İsrail'e saldırısından sonra yaptıkları açıklamalarda vurguladıkları "Filistin halkının yanındayız" görüşünün ise bir basit klişeden ibaret olduğunu söylemek zorundayım.

Bu söz, bir politikayı ifade etmekten daha çok politikasızlığı vurguluyor.

Filistin halkının yanında olmak, solculuk sağcılık meselesinden önce insanlık ile ilgili bir durum.

Ve Filistin halkının yanında olmak, Netanyahu hükümetinin dinci faşist politikalarına karşı çıkmayı gerektirdiği kadar Hamas'a karşı çıkmayı da gerektiriyor.

Hamas, Gazze'yi kontrol ettiği dönemde, Gazze'de yaşayanların hayatlarını iyileştirmek, onurlu bir yaşam sürmelerini sağlayabilmek için ne yaptı?

Yaptığı her şey, attığı her adım Gazzelilerin hayatlarını daha da zorlaştırdı.

Ve öyle görünüyor ki Gazze halkına yapılan yardımlar, halkın günlük ihtiyaçları için değil, silahlanmak için kullanılmış.

Onun için Hamas'ın saldırılarının ardından ortalığa çıkıp "Filistin halkının yanındayız" demek, politika yapmak demek değil.

Filistinli sivillerin yanındayız elbette ama aynı şekilde İsrailli sivillerin de yanındayız.

Yahudi faşistler ile Müslüman faşistler, bir elmanın iki yarısı gibiler, birinin ya da ötekinin yanında olmak zorunda değiliz.

Ahmet Davutoğlu, parti genel merkezinde, gazete ve televizyonların temsilcileriyle bir araya geldi, gündemi değerlendirdi.

* * *

Ölüye saygı

Sartre'ın sözünü hep aklımda tutarım: İnsan doğulmaz, olunur!

Bilim insanları için de "medeniyet işaretlerinden biri" de tarih öncesi akrabalarımızın yerleşim yerlerinde bulunan mezarlıklardır.

Tarih öncesi çağlardan beri insanları, diğer canlılardan ayıran önemli bir farklardan biri budur: Ölüye saygı.

Alet kullanmak, ateşi kontrol etmek, topluluğu korumak için ortak hareket edebilmek gibi temel ve olmaz ise olmaz bir özellik.

Hamas'ın, İsrail'e yönelik saldırısında ilk hedef, adında "barış" olan bir festivale katılan gençler oldu.

200'den fazlası öldürüldü, bir bölümü de esir alınıp canlı kalkan yapılmak üzere Gazze'ye götürüldü.

Öldürülenler arasında bir genç kadın da vardı, görüntülerini belki izlemişsinizdir.

Saldırının ilk anlarında öldürülmüş. Çırılçıplak soymuşlar. Cesedine hakaretler ediyorlar, tükürenler var, tekmeleyenler var.

İslam öğretisinin reddettiği ne varsa yapıyorlar.

İslâm'a göre insan dünya hayatında da öldükten sonra da sevgi ve hürmete lâyıktır.

Ölüye saygı göstermek, rencide edici hareketlerden kaçınmak, Müslüman olmanın gereğidir.

O genç kadına yapılanları izleyen yakınlarının neler hissettiğini düşünmek bile insanın utançla başını eğmesine yol açıyor.

Bu uzun yıllar süren baskıyla bunalmış bir halkın doğal tepkisi olarak görülebilecek bir şey değil.

O videonun ilk bölümlerini izledim, gerisini izlemeyi midem kaldırmadı.

Sartre'ı hatırladım, bir kez daha: İnsan doğulmaz, olunur!

* * *

Türkçe konuşmak ayıp mı?

Bu fotoğrafı İGA kısaltmasıyla da bilinen İstanbul Havalimanı'nda çektim.

İGA, İstanbul Grand Airport isminin kısaltılması.

Türkiye'deki bir havaalanının adının İngilizce olması bir tek bana mı garip geliyor, bilmiyorum.

Sonuç olarak bu kentin havaalanının adı ne olursa olsun, dünyanın her yerinden buraya uçanlar İstanbul Grand Airport'a değil, İstanbul'a uçuyorlar.

Onun için adının İngilizce olması, havalimanının uluslararası tanınırlığını sağlamak gibi bir zorunluluktan kaynaklanmıyor.

Belli ki bir kompleksten beslenen özentinin yol açtığı bir durum bu.

Bu fotoğrafı geçen gün Türkiye'nin bir kenti olan, İstanbul'da, İstanbul Grand Airport'ta çektim.

Gördüğünüz gibi havalimanındaki yönlendirme tabelalarında Türkçe yok.

Türkçe olmadığı gibi bu ülkede konuşulan ikinci yaygın dil olan Kürtçe de yok.

İngilizce belli ki "resmi dil" olmuş.

Geri kalanlar için de Arapça mı, Farsça mı olduğunu bilemediğim iki lisanda yazılı bilgiler var.

Türkiye'deki bir havaalanında, yönlendirme levhalarında Türkçe kullanılmamış olmasının mantığını bana anlatabilecek birisi çıkar mı, bilmiyorum.

Bu limanı "yerli ve milli" olduğunu iddia eden arkadaşlar, "yerli ve milli" sermayeye yaptırdılar.

Türkçe kullanmaya niye utanmışlar, merak ettim.

"Yerli ve milli" arkadaşlar, Arap olmaya özeniyorlar bunu biliyoruz ama Türk olmak ve Türkçe konuşmak, ayıp değildir; söylemiş olayım.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kamu kaynaklarıyla vakıfçılık bitecek mi?

TÜGVA, Okçular Vakfı, Türken Vakfı, Ensar Vakfı gibi birçok vakıf var ki bunların gelirleri büyük ölçüde kamu kaynaklarından oluşuyor. Bu vakıfların hiçbiri Erdoğan ailesinin gelirleriyle kurulmadı, faaliyetlerini de böyle sürdürmüyor. Büyük ölçüde kamu ile iş yapan iş adamlarının yardımlarından besleniyor, kamuya ait binaları, kaynakları kullanıyorlar

İnsani bir karar verebilecek mi?

Tıp bilimine göre kocama hâli bulunan kronik hastalıklara sahip insanlar 400 gündür Erdoğan'ın insafa gelmesini bekliyor. "Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama" nedeniyle cezaevinde yatmaları hayati sakıncalar yaratan insanlar, yetersiz tıbbi destek nedeniyle hayatlarını kaybederlerse, kusura bakmasın ama bunun sorumlusu bizzat devleti yönetenler olur

Önce ne kadar "özgürlükçü" olduğunu görelim

Türkiye, Erdoğan'ın iktidara geldiği günden daha özgürlükçü, daha demokratik, daha sivil bir ülke değil. Hak ve özgürlüklerin asker vesayetinde kısıtlanmasıyla, Saray vesayetinde kısıtlanması arasında fark yok. Bu "özgürlükçü, sivil Anayasa" bahsi her açıldığında aynı şeyi haykırmak gerekiyor: Önce ne kadar özgürlükçü ve sivil olduğunu göster, gerisini sonra konuşalım