Erdoğan yönetimi, suç örgütü yöneticisi Sedat Peker'in videolarını görmezden geliyor ama rejimin neden olduğu "siyasi musilaj" artık saklanamaz hale de geldi.
Aşağıda okuyacağınız metni, arkadaşımız Tolga Şardan'ın T24'te 4 Haziran 2021 günü yayımlanan yazısından aktarıyorum:
"Bu arada İçişleri Bakanı Soylu'ya küçük bir tavsiyem olsun.
Büyüteç'te kendisi hakkında yayımlanan her yazıdan sonra, bu satırların yazarının telefonlarına baktırması, HTS'lerini inceletmesi uygulamasından vazgeçmesini öneririm.
Eğer bu inceleme sonuçları bilgisi dışında kendisine getiriliyorsa da, getirenlere getirmemelerini tembihlesin."
Bu kısacık üç paragraf, Tolga'nın yazısının son bölümünde yer alıyordu.
O günden beri bekledim, Tolga ile konuştum, bununla ilgili bakanlıktan bir yalanlama ya da açıklama yapılmadı.
Bir İçişleri Bakanı, bir gazetecinin telefonuna ait HTS kayıtlarını niye inceletir?
Bir demokraside bir İçişleri Bakanı, bunu yapmayı bırakın, yaptığını hayal edebilir mi?
Belli ki Süleyman Soylu "bakan olduğum için mahrem bilgilere sahibim" derken, yaptığı bu yasadışı takipleri de kast ediyormuş.
Artık kimlerin telefonunu dinleyip, kaydetti, kimlerin sadece HTS kayıtlarıyla yetindi, bunu bilmiyoruz.
Belli ki zamanında İçişleri Bakanlığı ve Emniyet teşkilatında yuvalanan Fetullahçı çeteden kaynaklanan bir genetik bozulma halen devam ediyor.
Bilmeyenler için HTS'yi açıklayayım: Histarocal Traffic Search kelimelerinin kısaltması. Geçmişe dönük olarak mobil ya da sabit telefonlarla yaptığınız aramaların kime gittiği, kimden size arama geldiği, görüşmelerin kaç dakika sürdüğü gibi bilgileri içeriyor. O görüşmelerde nelerin konuşulduğu ise kaydedilmiyor.
İstihbarat amacıyla da olsa HTS kayıtlarının Bakan'ın görev verdiği bir ekip ya da bizzat bakan tarafından bir mahkeme kararı olmadan takip edilmesi suç.
Acil durumda savcı talep etse bile bu talebin en kısa sürede bir mahkeme kararı haline getirilmesi de gerekiyor.
Bir bakan, bir gazetecinin HTS kayıtlarını inceleme ihtiyacını neden duyar?
Bu sorunun çok fazla olası yanıtı yok.
İlk akla gelen, hukuk dışı elde ettiği bu bilgilerle gazeteciye şantaj yapmak olabilir.
Gazetecinin ulaştığı bilgileri, hangi kaynaktan aldığını takip etmek amacıyla da yapılmış olabilir.
Amacı ne olursa olsun bir İçişleri Bakanı'nın bu şekilde hukuk dışına çıkmasından en başta o iktidar elitinin korkması gerekir.
Gazeteciye bunu yapan, parti ya da hükümet içindeki konumunu sağlama almak için kendi partisinin yöneticilerinin nelerini takip etmiyordur ki?
Sedat Peker'in açıklamalarına karşı hükümet ya da iktidar partisi içinden çok fazla sesin yükselmiyor olmasının bir nedeni de acaba bakanın yarattığı bu "dehşet dengesi" mi?
"Beni konuşmak zorunda bırakmayın" mesajının, yükseklerdeki yerine ulaştığının işareti mi?
* * *
Marmara'ya bak, gelecekteki Göcek'i gör
Çevre Bakanı'nın "üç yıl içinde Marmara'yı kurtaracağız" sözlerini dinlerken şunu düşündüm:
20 yıldır iktidarda olan bir partinin Çevre Bakanlığı, ancak görünür hale geldikten sonra farkına varabildiği müsilaj ile mücadeleyi gerçekten üç yılda yapabilir mi?
Marmara Denizi'nin bir açık fosseptik çukuru olarak kullanılması yeni yaşanmış bir durum değil.
Halen de denizin çevresindeki yerleşim yerlerinin kanalizasyonlarının önemli bölümü ve sınai atıklar arıtılmadan denize dökülüyor.
Son 20 yılın önemli bölümünde Marmara çevresindeki belediyelerin ağırlığı AKP'li başkanların yönetimindeydi.
Benim yönettiğim gazetelerde Ergene ve Nilüfer çaylarının Marmara'ya taşıdığı sınai kirlilik ile kaç haber yayınlandığını saymama bile olanak yok.
Kabaca ayda bir haber hesabıyla gitsek sadece benim yönetici olduğum dönemde bununla ilgili en az 150'ye yakın haber yayınlanmış olmalı.
Dileyelim ki Çevre Bakanı'nın hesaplaması doğru olsun ve Marmara, üç yıl içinde bu beladan kurtulsun.
Ama bunun yeterli olmayacağını şimdiden söyleyebilirim.
Ege Denizi'nin çevresinde yaşayan 20 milyondan fazla insanın ve sanayi kuruluşlarının atık suları da büyük ölçüde arıtılmadan Ege'ye pompalanıyor.
Bunun dışında kapalı koylardaki kirlilik, bugünden gözle görünür hale geldi.
Gümüşlük, Cennet Koyu, Hisarönü, Göcek gibi kapalı koylar, adeta marina gibi kullanılıyor.
Teknesini bir kez bağlayan bütün yaz yerinden kıpırdamıyor.
Küçük teknelerin bulaşık ve duş sularının doğrudan denize akıtıldığını, teknelerden pis su çekmek için kullanılan botların kapasitesinin yetersiz olduğunu herkes biliyor.
Eskiden kristal berraklığındaki birçok koyda denizin dibini göremez olduk. Müsilajı yaratan planktonların üremeye başladığı bir sır değil.
Bugün Marmara Denizi'nin haline bakıp içimiz burkuluyor ama bilin ki önlem alınmazsa en fazla beş-on yıl içinde bu saydığım kapalı Ege koylarında da manzara aynı olacak.