22 Temmuz 2020

Erdoğan’ın "Bucket List"i mi var?

Fehmi Koru’nun kendi sitesinde, Ahmet Taşgetiren’in Karar’daki köşesinde yazdıklarından öğreniyorum ki Recep Tayyip Erdoğan’ın da böyle bir listesi varmış. Bu listenin önemli maddelerinden biri de Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasıymış

Cambridge sözlüğüne göre "Bucket List", bir insanın ölmeden önce gerçekleştirmek istediği hayallerinin tümü anlamına geliyor.

Hatırlarsınız, bu isimde bir film de vardı, Morgan Freeman ve Jack Nicholson’un başrolde oynadıkları filmde, iki yaşlı kanser hastası böyle bir listeyi gerçeğe dönüştürmenin peşine düşmüşlerdi.

Fehmi Koru’nun kendi sitesinde, Ahmet Taşgetiren’in Karar’daki köşesinde yazdıklarından öğreniyorum ki Recep Tayyip Erdoğan’ın da böyle bir listesi varmış. Bu listenin önemli maddelerinden biri de Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasıymış.

Koru ve Taşgetiren, "bir yıl önce tam tersini söylerken neden durduk yerde Ayasofya’nın ibadete açılması gündeme geldi" sorusunun yanıtını ararlarken Erdoğan’a yakın çevrelerde böyle bir fısıltıya kulak kabartmışlar.

Allah gecinden versin, Erdoğan’ın yaşam süresiyle ilgili bir sıkıntı yok ve zaten bunu kimse temenni de etmez.

Ancak kulislere göre Erdoğan, seçimi kaybetme ihtimaline karşılık, bu son üç yılında gençliğinden beri içinde ukde kalan listesini hayata geçirmeye çalışacakmış.

Ayasofya böyle bir konu olarak gündemimize girmiş.

Yakında bütün Türkiye’yi şaşırtacak başka hamleler de beklenmeliymiş.

Bunları okuyunca Erdoğan’ı bunca yıldır tanıyan, belli bir dönemde çok yakın ilişki içinde de olan, AKP çevreleri ile hâlâ içli dışlı olan yazarların, listenin içinde neler olabileceğini tahmin etmemiş olmalarına hayret ettiğimi de söyleyeyim.

Ben Erdoğan’ı bu kadar yakın tanısam, bir tahmini Bucket List oluştururdum.

Benim görebildiğim kadarıyla bu listenin en tepesinde yazılı olan şey "hilafetin yeniden tesisi" olmalı.

Erdoğan, kendisini zaten bir tür halife gibi görüyor aslına bakarsanız.

Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’na yaptığı "ümmeti bölme" eleştirisinin fikri geri planında bu yatıyor.

Kendisini Müslüman Kardeşlerin manevi lideri yerine koyup, Türkiye – Mısır ilişkilerini bu hale getirmesi, Suriye iç savaşına benzin dökmesi de bundan kaynaklanıyor.

Halifelik hayali içinde olmasa, bunlar yapar mıydı?

"Van minits" çıkışını yaptığında, Gazze sokaklarında posterlerinin dolaşmaya başlamasıyla bu heyecanının daha da arttığını düşünmemiz için çok neden var.

Tabii şimdi bunun önündeki en büyük engel, arkasında bulabileceği tek Müslüman liderin Katar şeyhi olması.

Kimsenin tanımadığı bir halife, operet generallerinden ne kadar farklı olabilir ki?

Öte yandan "dava" diye yere göğe koyamadığı şeyin de halifelik hayallerine paralel olarak İslam şeriatının daha görünür olduğu bir Türkiye hayali olduğu sır sayılmaz.

Zamanında Fethullahçılara ne istedilerse vermiş olmasının nedeni de buydu.

Kendisi sıralı Bucket List’ini vermeyeceğine göre, yakından tanıyanların tahmini listeler oluşturmasında yarar var ki Ayasofya gibi işlerle karşılaştığımızda "bu da durduk yerde nereden çıktı" diye hayretler içinde kalmayalım.

* * *

Erdoğan yönetiminin "sosyal medyayı düzenlemek için" çıkaracağı kanunda Almanya veya Fransa’nın örnek alınabileceği konusunda bir fikir oluşmuş.

Bunu okuyunca "hayırdır inşallah" dedim, AKP’de birilerinin kafasına taş filan mı düştü diye endişe ettim.

Tabii endişem boşunaymış.

Almanya ve Fransa örneklerinin gündeme gelmesinin nedeni "zararlı içeriği 24 saat içinde kaldırmayana 50 milyon Euro’ya varan cezalar" kesilebilmesiymiş!

Günün birinde "köylü kurnazlığı nedir" sorusuyla karşılaşırsanız, bu örneği rahatlıkla verebilirsiniz.

Ceza miktarını belirlerken Almanya ve Fransa’yı örnek almak, geri kalan hususlarda kıbleyi Kuzey Kore’ye, Çin’e, Suudi Arabistan’a çevirmek gibi bir kurnazlık!

Birinci soru: Zararlı içeriğe kim karar verecek?

Bu kararı verecek mahkemelerde görev yapacak yargıçlar, Almanya ve Fransa’daki gibi mi tayin edilecek?

Bildiğimiz kadarıyla memleketin yargıç ve savcılarını siyasi baskı altında tutma organı gibi görev yapan HSK’nın yapısında bir değişiklik düşünülmüyor.

Hoşa gitmeyen kararları veren hakimlerin başlarına nelerin geldiğini de cümle alem biliyor.

Türkiye’de hakimlerin hâlâ coğrafi güvencesi bile yok.

Böyle hakimlerin vereceği kararların, iktidarın istediği yönde oluşacağı, amacın muhalif sesleri susturmak olduğu yeterince açık.

Bakın; Esra Albayrak ve Semiha Yıldırım’a hakaret eden ahlaksızlar tutuklu, Başak Demirtaş’a hakaret eden ahlaksız tutuksuz yargılanıyor. Canan Kaftancıoğlu, Berna Laçin, Nevşin Mengü ve Feyza Altun’a hakaret eden ahlaksız için dava açılmasına bile gerek görülmedi.

Bu kararları alanlar "yüce Türk adaletinin bağımsız hakimleri"!

Aynı suça üç değişik muamele. Muamelenin farklı olmasının nedeni ise tamamen siyasi.

Sayelerinde böyle bir oksimoron da var artık hayatımızda: Bağımsız Türk yargısı!

İkinci soru: Düşünce ve basın özgürlüğünde de ölçümüz Almanya ve Fransa mı olacak, yoksa kerteriz Çin Halk Cumhuriyeti’nden mi alınacak?

Selahattin Demirtaş, TBMM’de yaptığı konuşmalar yüzünden hapiste. Osman Kavala için o kadar kanıt bile yok.

Bırakın hükümlüyü, bu durumda tek bir tutuklu gösterin bakalım Avrupa’nın her hangi bir ülkesinde.

Fransa ya da Almanya’da yazdıkları haber ya da yorumlar için hapiste olan bir tane gazeteci var mı?

Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Ferhat Çelik, Aydın Keser, Erk Acarer, Murat Ağırel, Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel gibi gazetecilerin tek suçu Türkiye’de gazetecilik yapmak mı?

Fransa’da, "XII. Louis’ye hakaret edildi" diye televizyon kapatılıyor mu?

Almanya’da "Merkel’e hakaret etti" diye hapse atılan var mı?

Onun için bırakın bu cin olmadan, şeytan çarpma numaralarını.

Niyetinizi açıkça söyleyin.

Türkiye’yi, Kuzey Kore’ye, Çin’e çevirecek bir kanun çıkarmak istiyorsunuz.

İlla örnek alacaksanız, Fransa ve Almanya; insan hakları, düşünce özgürlüğü, bağımsız yargı gibi konularda aklınıza gelsin.

Türkiye’de de, Fransa ve Almanya kadar demokrasi olsun, sonra cezaları istediğiniz kadar yükseltin, itiraz etmeyiz.

Yazarın Diğer Yazıları

En çok 12 Eylül rejimine benziyor

“Darbeci” diye yeri göğü inlettikleri 28 Şubatçılar bile Erdoğan’ın yerine bir devlet memurunu kayyım olarak tayin etmeyi akıllarından geçirmemişlerdi. Ancak Erdoğan rejimine hâkim olan zihniyet bu değil. Bu rejim, otokratik vesayet rejimi

Başlamadan biten “barış süreci!"

PKK’nın silah bırakmayacağı gibi kendisini lağvetmeyeceği de belli olduğuna göre Bahçeli’nin “direnç gösterilirse” şartı da oluşmuş bulunuyor. Bundan sonra Erdoğan yönetiminin “çok daha sert, seri ve şiddetli yöntemleri devreye alması” Türkiye’yi yeni bir gerilim ortamına sokacak

Alaturka BAAS rejimi böyle oluyor!

Devletin güvenliğinden sorumlu en üst düzeydeki yetkililerin toplantısına AKP Sözcüsü de katılıyor! MİT Başkanı, Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren bir konuda iktidar partisinin MKYK’sına giderek sunum yapıyor! Bu nasıl bir devlet? Yanıtı hepimiz biliyoruz aslında...

"
"