09 Ekim 2024

Erdoğan niye yeni Anayasa istiyor?

Bugünkü Anayasa’nın üzerine sadece “Yeni Anayasa” yazan bir değişiklik bile onun için yeterli. Derdi demokratik haklar, gerçek sivilleşme, şeffaf yönetim, özgür üniversite filan değil

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “sivil bir Anayasa” istiyor. Çünkü şu andaki Anayasa’yı askerler yaptırmış, bu durumdan hoşnut değil.

Anayasa, 7 Kasım 1982 günü yapılan bir referandum sonucunda 9 Kasım 1982 günü yürürlüğe girdi. O vakit de atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Referandumların cilvesi bu. Kitleleri “evet” demeye ikna etmek her zaman daha kolay çünkü.

Askerlerin yaptırdığı Anayasa ile bugünkü Anayasa arasında, hükümet sistemi başta olmak üzere çok fark var.

Dünya yüzünde üzerinde 21 kez değişiklik yapılıp “hâlâ aynı Anayasa” sayılan başka Anayasa var mıdır, bilmiyorum.

Söz konusu değişikliklerin hepsi “siviller” tarafından gerçekleştirildi.

Bazıları referandumla kabul edildi, bazıları doğrudan doğruya TBMM’de uzlaşmayla yeterli çoğunluğun sağlanmasıyla.

Bu değişikliklerde 12 Eylül darbesinin etkilerinin azaltılması amaçlanmıştı.

Mesela Anayasanın başlangıç bölümünden “Kutsal Devlet” ibaresi çıkarıldı.

Derneklerin, vakıfların, kooperatiflerin ve sendikaların siyasi faaliyetlerini kısıtlayan hükümler kaldırıldı, işçilere kanunla düzenlenen toplu iş sözleşmesi hakkı tanındı. Siyasi partilere yurtdışında örgütlenme ve yurt içinde kadın ve gençlik kolları kurabilmelerinin önü açıldı.

Seçme yaşı 18’e düşürüldü. Tutuklulara seçme, seçilme hakkı getirildi. Özelleştirmenin önü açıldı.

2004 değişiklikleri sırasında AB müktesebatına uyum hedeflenmişti.

Bu çerçevede insan hak ve özgürlüklerini sınırlayan hükümler değişti. Uluslararası anlaşmaların kanunlardan üstün olduğu kabul edildi.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, bir üst hukuk normu haline geldi. İdam cezası kaldırıldı. DGM’ler kaldırıldı, YÖK’teki asker varlığı sona erdi. Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısı değişti.

12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylamasıyla kabul edilen değişikliklerin, 12 Eylül darbesiyle hesaplaşma olduğunu söyleyen de bizzat Erdoğan idi.

Yani ortada 9 Kasım 1982 günü yürürlüğe giren bir Anayasa var ama o Anayasa ile bugün yürürlükteki birbirinden çok farklı.

Farkı da bizzat “siviller” yarattı.

Ancak “askerlerin Anayasa’sını” değiştirmek isteyen Erdoğan’ın askerlerin yaptırdığı Anayasa’nın getirdiği kurumlardan biri olan YÖK ile hiçbir sorunu yok.

Askerlerin, üniversiteleri kontrol etmek için icat ettikleri bu kurumu tepe tepe kullanıyor.

Buna karşın bir bölümü kendi iktidar döneminde yapılmış bireysel haklar ile ilgili düzenlemeleri de uygulamıyor.

AİHM kararlarını tanımıyor, bu kararları tanımayan kararlar veren yargıçları ödüllendiriyor.

TBMM tarafından onaylanan bir uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nden tek imza ile çıktığını ilan ediyor ve emrindeki yargıçlara da bunu onaylatıyor.

Hem askerlerin yaptığını söylediği Anayasa’yı değiştirmek istiyor hem de bu amaçla yapılmış değişiklikleri tanımıyor!

Tuhaf bir durum gibi görünüyor ama değil.

Çünkü Erdoğan’ın kafasındaki rejim esasen askerlerin kurmak istedikleri rejimden farklı değil.

Sadece vesayet kurumlarının nitelikleri ve isimleri değişiyor, hepsi bu.

Erdoğan da tıpkı askerler gibi “halkı başı boş bırakılmayacak bir güruh” olarak görüyor.

Öyle görmüyor olsaydı sokaklardaki protestolardan korkmazdı. Osman Kavala ve arkadaşları, Can Atalay, Selahattin Demirtaş gibi politikacılar hapiste olmazdı.

Yüzlerce öğretim üyesi bir bildiriye imza atıp fikir açıkladılar diye sokağa atılmazdı.

Erdoğan, 12 Eylülcü askerler iktidarda olsalardı bugün ne yapacaktılarsa onu yapıyor, bunu yaparken de gayet huzur içinde.

Ama dilinden de “yeni Anayasa” düşmüyor.

Bunun bir tek nedeni var: Erdoğan bir kez daha Cumhurbaşkanı seçilebilmek için seçime girmek istiyor.

Bu seçime üçüncü kere girebilmiş ve seçilmiş olmasının gerekçesi “ama Anayasa değişti” idi.

Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri, Anayasa’yı savunacaklarına, “Erdoğan mağdur oldum der, biz de halka bunu anlatamayız” korkusuyla Erdoğan’ın yolunu açtılar.

Gerçi açmasalardı da Erdoğan’ın keyfine göre karar veren YSK bu yolu yine açardı ama muhalefetin bu tavrı Erdoğan’a meşruiyet yolunu açtı.

Bugün yeni Anayasa istemesinin nedeni, artık bu yolun açılmış olması.

Yeni Anayasa yapılınca, haliyle iki kere daha seçime girme hakkı kazanacak, tabii Allah ömür verirse!

Bugünkü Anayasa’nın üzerine sadece “Yeni Anayasa” yazan bir değişiklik bile onun için yeterli.

Derdi demokratik haklar, gerçek sivilleşme, şeffaf yönetim, özgür üniversite filan değil.

Yatıp kalkıp bunu düşünüyor: Bir kere daha seçime nasıl girerim?

* * *

Utanma duygusu olmayınca

Bir kişinin, yaptığı hareketin ayıp olduğunu düşünmesi için her şeyden önce “utanma duygusuna sahip olması” gerekir. Bu siyasi ekipte, böyle bir duygu aramayın

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan

Dün Sözcü’deki bir haberin başlığı şöyleydi: Biraz ayıp olmuyor mu Çalışma Bakanı?

Gazetenin haberine bu başlığı atmasının nedeni Çalışma Bakanı’nın üniversiteden bir arkadaşının aşçı olan oğlunu Almanya’ya Çalışma Ataşesi olarak tayin etmesi.

Bakan’ın arkadaşının oğlu, kayınpederinin yemek fabrikasında aşçı olarak çalışıyormuş.

Çalışma Ataşesi olarak Almanya’ya tayin edilince 7 bin Euro maaş alacakmış.

Almanca da bilmediği için Çalışma Ataşesi olarak, Almanya’da çalışan vatandaşlarımızın hangi sorunlarıyla ilgilenecek, burası muamma.

Bir ihtimal yemek tarifi isteyen gurbetçilere yemek tarifi verebilir.    

Söz konusu aşçıbaşı, Bakanlığın bu konuyla ilgili çıkardığı yönetmelikteki şartlara uymuyor. Belli ki kayınpederi arkadaşından rica etmiş. Bakan da ricayı yerine getiriyor.

Bu arada aynı görev için mesleki yeterliliğe sahip 85 kişinin ataması, “tasarruf tedbirleri nedeniyle” yapılmamış.

Gazetedeki başlığın nedeni bu.

Bakan yanıt vermez, onun yerine ben yanıtlayayım:

Hayır ayıp olmuyor!

Bir kişinin, yaptığı hareketin ayıp olduğunu düşünmesi için her şeyden önce “utanma duygusuna sahip olması” gerekir.

Bu siyasi ekipte, böyle bir duygu aramayın.

Bu beylerin lügatinde liyakat, başkalarının haklarına saygı göstermek, hak yememek gibi kavramlar yok.

Onun için de utanmazlar, yarın bir başka arkadaşın kızını da böyle bir göreve gönül huzuru içinde tayin edebilirler.

Bu tür duygular sadece örgün eğitimle elde edilemiyor maalesef. Önce aile içinde eğitim şart!

Örnek olayımızdaki kişi sakal filan da bırakmış ama demek ki eğitiminin bu yönü eksik kalmış; Hulusi Akar’ın kulakları çınlasın!

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"