Cumhurbaşkanı Erdoğan, NATO zirvesinin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlamıştı, hatırlarsınız.
Yandaş gazetecilerden biri şöyle bir soru sormuştu:
"Macron 'NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti' demişti. Siz de kendisine ‘Önce sen kendi beyin ölümünü kontrol ettir’ demiştiniz. Oldukça bozulmuş. Buraya geldiği gibi Trump’la görüşmesinde de Türkiye hakkında birtakım açıklamalar yaptı. S-400’ler konusunu gündeme getirdi ama Trump bile Türkiye’yi korudu, Obama’yı suçladı. Dörtlü Zirve’de Macron’un nasıl bir tavrı vardı?"
Cumhurbaşkanı bu soruyu şöyle yanıtlamıştı:
"Macron ile bu konulara hiç girmedik."
Sonra da şunu eklemişti:
"Bizim Fransa ile çok farklı bir anlaşmamız var. Fransa-İtalya-Türkiye olarak bu adımı atacağız. Ama bu hala savsaklanıyor. Bunun yanında ikinci bir anlaşmamız daha olacak. Onunla ilgili de yine hala adımı atamıyoruz. Aradaki bu tür sıkıntılar nedeniyle maalesef yürümüyor. Halbuki onların bize ihtiyacı var, bizim de onlara ihtiyacımız var. ‘Gecikiyor bu işler. Bu adımları atalım ve neticeye yürüyelim’ dedik. O da kabullendi, ‘Çalışmaları yürütelim’ dedi. Temenni ederim ki bundan sonra bu tür şeyler olmaz."
Bu sözleri yandaş medyadan çıkarma - ekleme yapmadan, aynen aktardım.
Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz Cumartesi günü partisinin İstanbul Danışma Meclisi’nde de bir konuşma yaptı. Söz bir ara yine NATO zirvesine getirince de şöyle konuştu:
"Macron’un yanlışlarını yüzüne karşı söyledim. Macron’a açıkça ‘yalan söylüyorsun’ dedim. Yüzüne gerçekleri söyleyince de gülüyor adam."
Bunu da aynı yandaş gazeteden aynen aktardım.
Kafam karıştı haliyle: Macron ile bu konulara hiç girmediğini söylemesi mi doğruydu, Macron’un yüzüne karşı "yalancı" dediği mi?
Hata kimde? Bu yandaş medya ne zaman adam olacak?
Yoksa Cumhurbaşkanı, "Nasıl olsa yandaş gazeteleri kimse okumuyor" diye düşünerek, partili delegeleri biraz eğlendirmek mi istedi?
* * *
Fahrettin Bey’in zannettiği kadar aptal mıyız?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün İnsan Hakları Günü münasebetiyle katıldığı bir toplantıda gençlerin sorularını da yanıtladı.
Faşist Peter Handke’ye Nobel verilmesi ile ilgili soruyu yanıtlarken şunu da söyledi:
"Bu sadece şu anki ödülde değil ki bundan önceki ödüllerde buna dikkat etmişlerdir. Türkiye’den kalkmışlardır teröriste ödül vermişlerdir. Örneğin Aziz Sancar hocamıza vermiş oldukları ödül gibi orada tartışılacak herhangi bir şey söz konusu değil. Niye, ilmiyle bir defa temayüz etmiş olan bir hocamızdır. Eyvallah. Biz de alkışlarız."
Türk olup Nobel alan iki kişi var: Orhan Pamuk ve Aziz Sancar.
Sancar hakkında "İlmiyle temayüz etmiştir" diyor. Geriye kalıyor: Orhan Pamuk.
"Türkiye’den kalkmışlardır teröriste ödül vermişlerdir" dediği kim olabilir?
Bunun üzerinden bir kaç saat geçtikten sonra Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun şöyle bir açıklama yaptı:
"Sayın Cumhurbaşkanımızın bugünkü konuşmasında yer alan Nobel Edebiyat Ödülü’nü Türkiye'den bir ‘terörist’e verildiği şeklindeki ifadeleri herhangi bir şekilde sayın Orhan Pamuk’a yönelik değildir. Sayın Cumhurbaşkanımız, Türkiye düşmanı ideolojik yaklaşımları ve terör faaliyetleri bilindiği halde Nobel’e aday gösterilen ya da farklı uluslararası örgütlerce ödüllendirilen isimleri kastetmiştir. Cumhurbaşkanımız burada esasen Avrupalı kurum ve kuruluşların ideolojik yaklaşımlara dayanan ödül sistemlerini eleştirmiş, ırkçılığı ve terörizmi ödüllendiren iki yüzlülüğe vurgu yapmıştır."
Fahrettin Bey’e şunu sormak isterim:
Siz mi okuduğunuzu anlamakta zorlanıyorsunuz, bizim kulaklarımız mı söylenenleri farklı duyuyor?
Yine de bu düzeltme için teşekkür ederiz ama bunu yaparken hepimizi aptal yerine koymasaydınız, daha iyi olurdu.
* * *
Meltem Demirören’e mektup
Gazeteciler arasındaki dedikodulara bakılırsa Demirören ailesinde medya ile ilgilenen kişi Meltem Demirören.
Onun için bu kısa mektubu Meltem Hanım’a hitaben yazayım dedim. Medya ile Meltem Hanım ilgilenmiyorsa, bu mektubu ilgilisine iletebilir mi lütfen?
Meltem Hanım,
Hürriyet gazetesinde çoğu gazetenin çok eski çalışanı 45 gazeteciyi işten çıkardınız.
Aralarında kanser tedavisi gören bir arkadaşımız da vardı, halen askerde olan da.
Olabilir, biz gazeteciler işten atılma riskinin yüksek olduğu bir sektörde olduğumuzu bilerek çalışırız.
Onun için bu tasarrufunuzda haklı mıydınız, haksız mıydınız tartışmasına girmeyeceğim.
Bu kadar insanı ayın sonunda işten çıkardınız ki bir ay daha maaş almasınlar. O da tamam.
O insanların çoğunun ay başında kira ödemesi gerekiyordu. İkisi yeni bebek sahibi olacaktı. Toplam 26 çocuklu bir aileyi işten çıkarmış oldunuz. O da tamam.
Ama büyük bir ayıp yapıldı, haberiniz yoksa da bilmenizi isterim.
Bu insanların tazminatlarını niye vermediniz, avukatlarınız niye tazminatlar ile ilgili uzlaştırma görüşmesine bile gelmeye tenezzül etmediler?
Bu insanlar sizler gibi zengin değiller. Evleri için kira ödüyorlar, çocuklarının okul taksitleri var. Varsa üç kuruş birikimlerini de bu süre içinde çoktan tükettiler.
Bir işçiyi işten çıkarıyorsanız, tazminatını ödemelisiniz. Öteki sektörlerdeki iş yerlerinizde de böyle mi davranıyorsunuz?
Bugün evinize gidince, bir an için kendinizi onlardan birinin yerine koyun.
İşsiz olduğunuzu, cebinizde beş kuruş olmadığını ve çocuğunuzun sizden bir şeyler beklediğini hayal edin.
Sonra vicdanınıza danışın:
Aylar sürecek mahkeme sürecinin sonunda nasıl olsa ödemek zorunda kalacağınız tazminatları bugünden ödeyip, kurtulmanız daha insani bir tavır olmaz mı?