Diyanet İşleri Başkanı’na bakılırsa toplumumuzda gördüğümüz “ahlaki ilke, değer ve erdemlerden uzaklaşmanın” sorumlusu sosyal medya!
Ve soruna çözümü de bulmuş:
“Bu itibarla, sosyal medyanın kullanımıyla alakalı hukuki çerçeveyi belirleyecek yasal bir mekanizmanın ihdası ve güçlü bir bilincin inşası, ötelenemez bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır.”
Recep Tayyip Erdoğan, sallanmakta olan tek adam iktidarını korumak için sosyal medyayı kontrol bahanesiyle yeni sansür kanunu hazırlatmaya başlayınca, Diyanet İşleri Başkanı’nın da böyle konuşmaya başlaması çok normal.
Bir tür İslam geleneği de sayılabilir bu.
Muaviye bin Ebu Sufyan’dan beri böyle.
Siyaset tak diye emrediyor, ulema şak diye yapıyor!
Kanuni Sultan Süleyman tak diye emretmiş, Şeyhülislam Ebussuud Efendi, para vakıflarının yüzde 12 “fazla” ile kredi verebilmeleri için fetvayı bastırmıştı mesela.
İstanbul’daki İngiliz işgal komutanının arzusunun Dürrizade tarafından şak diye yerine getirilmesi gibi.
Adamın Hristiyan olması bile bu durumu değiştirmeye yetmemişti.
İslam’ın fetva tarihi bunlarla dolu ve Dürrizadelerden Erbaş Efendi de aynı geleneğin izinden gidiyor.
Siyaset emrediyor, Diyanet şak diye yapıyor.
Ve Diyanet İşleri Başkanı da pek ala biliyor olmalı:
Günümüzde “ahlaki ilke ve değerlerden uzaklaşılmasındaki” suçlu, sosyal medyadan çok, “rol modeli” olması gerekenlerdeki ahlaki çarpılma!
“Müslümandır, yapmaz” denilen her şeyi, üstelik de kendilerine dini gerekçeler bularak yapmayı alışkanlık haline getirmeleri.
Hatta iddiaya girerim ki günümüz Türkiye’sinde ahlaki ilke ve değerler ile alakasını tamamen kesenlerin, kendi kullanabildikleri sosyal medya hesapları bile yoktur.
Varsa da onlar adına başkaları yönetiyordur o hesapları.
Siyasette yükselişlerine paralel olarak zenginleşirlerken, bu işe çocuklarını bile alet edenlerin sosyal medyadan etkilenmediklerine de iddiaya girerim.
Sorun sosyal medyada değil.
Normal hayatta suç oluşturup, kovuşturulması gereken hangi eylem, sosyal medyada serbest ki “sosyal medya için yasal mekanizma” istiyorsunuz?
Amacın ne olduğu çok açık: RTÜK benzeri bir kurum kuracaklar ve oradan sosyal medyadaki muhalefeti sindirip, bastırmaya çalışacaklar.
Diyanet de İslam tarihinin kötü geleneğine uygun olarak, bu fikrin yaygınlaşmasına alet olmaya çalışıyor.
Tersini yapabilecek dirayeti gösterebilseydi şaşırırdık aslında!
***
Mihraç için adalet nedir?
Mihraç Miroğlu’nun Galatasaray formasıyla çekilmiş bir fotoğrafını Gazete Duvar’da gördüm.
Ellerini beline koymuş, yüzünde bir Mona Lisa tebessümü ve cin gibi gözlerle bana bakıyordu.
Mihraç, 7 yaşındaydı ve artık hep o yaşta kalacak; “büyümez ölü çocuklar.”
Geçtiğimiz Cuma günü Mihraç’a, Şırnak’ın İdil ilçesinde zırhlı bir polis aracı çarptı.
İdil Devlet Hastanesi’nde hekimlerin çabasına rağmen kurtarılamadı.
Olay sırasında evinin önünde bisiklete binen Mihraç’a çarpan zırhlı aracın aşırı süratli olduğu iddia ediliyor.
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nin raporuna göre son 10 yılda zırhlı araçların karıştığı 63 kazada, 16’sı çocuk, 6’sı kadın olmak üzere 36 kişi öldü, 85 kişi yaralandı.
Bu tür kazalarda araçları kullanan polis memurları, kolayca tahmin edebileceğiniz gibi ilan edilmemiş bir koruma kalkanına sahipler.
Mesela 6 yaşındaki Efe Tektekin’e çarpan TOMA’yı süren polis, bilirkişi raporuna göre kazada tali kusurluymuş. Asıl kusur 6 yaşındaki Efe’ninmiş.
Şırnak’ın Silopi ilçesinde, 7 yaşındaki Muhammet ve 6 yaşındaki kardeşi Furkan Yıldırım’ın hayatlarını kaybetmelerine neden olan kazada panzeri kullanan polis memuru mahkemede beraat etti.
Panzer, duvarı yıkarak eve girmiş, Muhammet ve Furkan yıkılan duvarın altında kalmıştı. Zırhlı aracı kullanan ve beraat eden polis memurunun, panzeri kullanmak için sahip olması gereken sertifikası yoktu.
Mihraç’ın hayatını kaybettiği gün Cumhurbaşkanı, devletin dininin adalet olduğunu söylüyordu.
Takip edelim bakalım, Erdoğan rejiminde devletin dini – imanı neymiş?
***
Acaba Türkiye’ye kaç suçlu geldi?
Taliban’ın, Kabil’i de ele geçirmesinden sonraki tahliyeler sırasında Almanya’ya 3 bin 849 Afgan mülteci de götürülmüş.
Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer, gelen Afganlar arasında şimdiye kadar “güvenlik açısından tehlikeli” 20 kişi tespit edildiğini açıkladı.
Bakan, Kabil’de tahliyeler sırasında bazı kişilerin kargaşadan yararlanarak Almanya’ya gelebildiklerini, bu hareketlerinin “durumu kötüye kullanmak” olduğunu söylüyor.
Bu kişiler arasında daha önce Almanya’da çocuk istismarı nedeniyle suçlanarak sınır dışı edilen bir Afgan da var.
Türkiye’de Taliban’ın Kabil’e yönelik ileri harekâtı başlamadan önce 300 bin civarında Afgan göçmen geldiğini resmi makamlar açıkladı.
Daha sonra gelenlerin sayısını bilmediğimiz gibi, kayıtlı olmadıkları için kimler olduklarını bile bilmiyoruz.
Elbette ezici çoğunluğu canlarını kurtarma için çırpınan çaresiz, masum insanlardır.
Ancak aralarında kaç terörist sızdı, aç “uyuyan hücre” var?
Bunlar T.C. vatandaşları için olduğu kadar, göçmenler için de ciddi hayati tehlikeler yaratabilecek insanlar.
İçişleri Bakanlığı, bu kişileri kayıt altına almak, tam sayılarını tespit etmek, güvenlik soruşturmaları tamamlanana kadar bir merkezde kontrol altında tutmak için ne yapıyor?