30 Temmuz 2019

Erdoğan, elindeki sopayı bırakmak ister mi?

Vize muafiyeti Erdoğan için muazzam bir propaganda malzemesi olacak ama bu muhalefete karşı baskı olanaklarından ve hesap vermeme alışkanlığından vazgeçmesi demek

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AB ile vize muafiyeti sürecinde yerine getirilmesi gereken son altı kriter için “çalışmaları hızlandırın” talimatı vermiş.

Merak ettim, hızla çalışacaklar da ne olacak?

AB ile vize muafiyeti çalışmaları başlatıldığında yerine getirilmesi gereken 72 kriter vardı ve Ahmet Davutoğlu o günlerde henüz Başbakan idi.

Davutoğlu, vize muafiyetinin Haziran 2016 başından başlayacağını açıklamıştı.

Ama bir saray darbesiyle devrildi ve yabancı basında bu darbenin nedenlerinden birinin de vize muafiyeti anlaşmasındaki bazı maddeler olduğu haberleri yayımlandı.

Ve o günden bugüne bir gelişme olmadı, çünkü Erdoğan, son 6 kriterin yerine getirilmesi için adım atmadı.

Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılması gereken değişiklikler konusunda Erdoğan çok gönülsüz çünkü bu kanun, AB’nin istediği şekilde değişirse, ağzını açanı “terör örgütüne üye olmasa da yardım ediyor” diye hapse atmak mümkün olamayacak.

Erdoğan elindeki bu sopayı kaybetmek isteyecek midir?

Ve mesele sadece bu da değil.

AB, Türkiye’nin bağımsız bir yolsuzluklarla mücadele kurumu oluşturmasını istiyor.

TBMM için etik kurulları, siyasetin finansmanı ile ilgili düzenlemeler de bunun bir parçası.

Ve hatırlayacaksınız, bu işler ilk konuşulmaya başlandığında, Ahmet Davutoğlu’na adeta fırça atan ve “böyle yaparsanız çalışacak belediye başkanı bulamazsınız” diyen de Erdoğan’dan başkası değildi.

Onun için şimdi bu ekip hızlı çalışsa ne olur, çalışmasa ne olur?

Vize muafiyeti gerçekleşse bu Erdoğan için muazzam bir propaganda malzemesi olacak.

Ama bu aynı zamanda muhalefete karşı baskı olanaklarından ve hesap vermeme alışkanlığından vazgeçmesi demek.

Erdoğan için önemli olan hangisidir?

***

Vakıf üniversiteleri: Türk usulü iki yüzlülük

Demiryolları’nın misafirhane olarak kullandığı Ankara Gar yerleşkesindeki tarihi bina Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın kurucusu olduğu Ankara Medipol Üniversitesi’ne verildi.

Öte yandan Atatürk Orman Çiftliği arazisinde plan değişikliği yapıldı ve çiftliğin 555 bin metrekarelik bir alanının SİT derecesi düşürülerek, Medipol hastanelerinin kurucu vakfı TEBA’ya kiralama yöntemi ile tahsis edildi.

Kurban olduğum rabbim verdikçe veriyor yani.

Fahrettin Bey tabii bu arazileri cebine atıp, götürmüyor. Onun için bir açıklama yapmasını da beklemiyorum.

Dışardan baktığımızda normal işlemler bunlar.

Vakıf üniversitelerine kamu arazilerinin, binalarının tashih edilmesi ilk kez olmuyor.

Arazi kiralama işi de öyle.

Tabii niye o vakıf üniversitesine değil de bu vakıf üniversitesine devrediliyor gibi saçma bir soru da sormayacağım.

Bu memleket, kamu arazisini üç kuruşa devredip “Verdimse ben verdim” diyen Başbakanlar bile gördü.

Yalnız şu konuya değinmeden de geçemeyeceğim: Vakıf üniversiteleri, gerçekten vakfedilen servetlerle mi faaliyet gösteriyor, yoksa bunlar kâr amacı da güden, aslında “özel” üniversiteler mi?

Hepsinin durumunu bilmeme elbette olanak yok, bu üniversitelerden bazıları gerçekten de hayır amacıyla vakfedilmiş servetlerin gelirleriyle kuruldu, geliştirildi. Ama hepsinin böyle olmadığını da biliyoruz.

Bu aslına bakarsanız Türk usulü düzenbazlığın, iki yüzlülüğün bir başka tezahürüdür.

Özel üniversite kurmak yasak ama YÖK iznini alabilirseniz vakıf üniversitesi kurabilirsiniz.

Şu kadar parayı bloke edeceksiniz, bir rektör bulacaksınız, akademik kadro oluşturulacak ve sonra öğrenci toplama kısmı başlayacak.

Geçen gün de yazdım, arkadaşımız Damla Uğantaş’ın T24’te yayımlanan haberinden öğrendik ki bu vakıf üniversitelerinin reklama ayırdıkları bütçe, araştırmaya ve kütüphaneye filan ayırdıklarından kat be kat fazla.

Niye böyle yapıyorlar dersiniz?

Tek nedeni var: Ne kadar çok öğrenci kaydedebilirseniz, o kadar gelir elde edebilirsiniz.

E hani bunlar vakıf üniversitesiydi? Vakıflar, hayır için kurulan müesseseler değil miydi?

Haklarını yemeyelim, iyi öğrencilere burs veriyorlar, yurt – yemek olanağı sağlıyorlar ama bu durum, bu kurumların kâr amacı güttüğü gerçeğini değiştirmiyor.

O vakit başa dönelim: Bu kurumlar kâr amacıyla çalışıyorlarsa, kamu olanakları neden bedava olarak bu kurumlara tahsis ediliyor?

Kamu kaynaklarının, özel kişi ve kurumlara rant / kâr amacıyla devrine ne isim veriyorduk?

Ve bu sahtekârlığa ne gerek var? Bunların hepsi aslında “özel üniversite” gibi faaliyet gösterdiğine göre niye herkesin bildiğini görmezden gelip, bunlara “özel üniversite” demiyorsunuz?

Kanunu değiştirin, iki yüzlülük bitsin, verginizi de alın.

***

Bahçeli’yi nasıl ikna edecekler?

Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Adalet Bakanı ile görüştükten sonra yargı reformunun genişletilmesi için mutabık kaldıklarını açıkladı.

Hak ve özgürlüklerin kullanım alanını genişletip, güvence altına alacak hükümler güçlendirilecekmiş.

Tutukluluk sürelerinin kısalması da bunlar arasında.

Başkan ile Bakan, iki hukukçu olarak konuşup, anlaşabilmişler belli ki.

Ama sorun orada bitmiyor!

Bu paket, niye TBMM tatile girmeden kanunlaştırılamadı?

AKP grubunun en iyi bildiği şey, bir torba yasa yapıp, içine her şeyi doldurmaktı ve bunu yapamadılar?

Niye yapamadıklarını biliyoruz. Devlet Bahçeli’yi özgürlükler konusunda ikna etmeyi başaramadılar.

Bütün ülkenin açık hava hapishanesine dönüşmesinden Bahçeli memnun.

Ama organize suçlardan hükümlü kişilerin de özgürlüklerine kavuşmasını istiyor!

Önemli olan artık Bahçeli.

Erdoğan farkında ki Bahçeli’yi küstürürse, o koltukta ikinci bir dönem oturabilmesi mümkün değil.

Bahçeli, memlekette demokratik hakların genişletilmesine ikna olur mu dersiniz?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"