20 Kasım 2023

Erdoğan, Bahçeli’den sıkılmış!

MHP liderinin, günün birinde Erdoğan ve AKP hakkında bütün söylediklerini bir kenara itip, “Türk tipi başkanlık sistemine” geçiş için AKP’ye destek vermesinin nedeni de zaten bu durumun Erdoğan’ı MHP’ye mahkûm edeceğini hesaplamış olmasıydı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Almanya’dan dönerken, yanında taşıdığı gazeteci süsü verilmiş tiplerin sorularını da yanıtladı.

Bu soruların, uçak mürettebatının serbest iradesiyle sorulmadığını, yazılıp ellerine tutuşturulduğunu biliyoruz.

Onun için öncelikle “Cumhurbaşkanı seçilmek için 50 + 1 şartının değiştirilmesi” ile ilgili sorunun sorulmasını Erdoğan’ın istemiş olduğu gerçeğinin altını çizelim.

Yanıtı duymayanlar için tekrarlayayım:

“(50 + 1 şartının değişmesi) İsabetli olur. Çoğunluğu alanın seçilmesi halinde Cumhurbaşkanlığı seçimi de seri olur, uğraştırmaz, yanlış yollara sevk etmez. Mevcutta 50 + 1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil. Yok altılı, yok on altılı masa.”

Cumhurbaşkanı’nın “Altılı Masa” konusunda da artık canını hiç sıkmadığını rahatça söyleyebiliriz.

Hem işe yaramadı hem de artık o altılının yeniden aynı masa etrafında oturabilmesi için siyasete çok şeyin değişmesi gerek.

Erdoğan’ın bu sözlerinin esasen MHP’yi hedeflediğini söylemek için insanın allame – i cihan olması gerekmiyor. Politika ile kahvehane muhabbeti düzeyinde ilgilenmek bunun için yeterli.

Erdoğan’ın iktidarını paylaşmaktan hiç hazzetmediği de bir sır değil ve MHP ile ortaklığının zaman zaman ihtiyaç duyduğu manevra alanını daralttığının da farkında.

Küçük partilere birer ikişer dağıttığı milletvekilliklerini dert edecek bir durumu yok, gerekirse onları vermekten yine kaçınmayacaktır. Onların varlığı, o oyların muhalefetin büyük partileri içinde toplanmasına engel oluyor, bu kadarı bile Erdoğan için yeterli.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de geçmişte bu konu gündeme getirildiğinde ne kadar hiddetlendiğini hatırlayalım.

MHP liderinin, günün birinde Erdoğan ve AKP hakkında bütün söylediklerini bir kenara itip, “Türk tipi başkanlık sistemine” geçiş için AKP’ye destek vermesinin nedeni de zaten bu durumun Erdoğan’ı MHP’ye mahkûm edeceğini hesaplamış olmasıydı.

Nitekim öyle de oldu.

Ve o günden bugüne de Erdoğan, iktidar gücünün bir bölümünü MHP ile paylaşıyor.

Belli ki şimdi bunu kendisine bir yük olarak görüyor.

Unutmayalım ki muhafazakâr camianın vicdanı sayılabilecek insanlar içinde MHP’yi hoş tutmak için gevşetilen mafya ile mücadele gibi, Sinan Ateş cinayeti soruşturmasını sürüncemede bırakmak gibi konulardan rahatsız olanların sayısı hiç de az değil.

Ama hepsinden de önemlisi Erdoğan’ın iktidarına ortak olmaya heveslenenlerden bir süre sonra kurtulmak istemesi.

“Aynı menzil-maksuda yürürken” Fetullahçılar ile önce gerilime, sonra çatışmaya en sonunda da darbe girişimine dönüşen gelişmelerin tetikleyicisi de aynı sorundu: İktidarı paylaşmak istememesi.

Erdoğan belli ki MHP’yi elde tutmak için yapmak zorunda kaldığı bazı şeylerden sıkıldı, görev süresinin bitmesine ve yeni bir Cumhurbaşkanı seçimine daha çok varken küçük bir yoklama yapıyor.

Kuşkusuz ki kendisi de böyle bir değişikliği bu aşamada TBMM’den geçiremeyeceğinin farkında.

Ama siyasette hayat böyle ilerliyor. Bazı şeyler önce konuşulmaya başlanıyor, sonra ortalık yatışıyor, aradan bir süre geçince bir şekilde yine gündeme getiriliyor. Süreç ilerledikçe bu işte kimlerle ortaklık yapılabileceği, pazarlık sırasında nelerden fedakârlık edilebileceği hesaplanıyor.

Sonra bir de bakmışsınız yeni Anayasa bahanesiyle 50 + 1 kuralı değişmiş. Hem de “seçim usulü değiştiğine göre bu yeni bir seçim sayılır” gerekçesiyle Erdoğan’ın bir kez daha seçime girmesinin de yolu açılmış olur.

Olmaz demeyin, üçüncü kez seçilmeyi böyle başardı, dördüncü kez seçilmek için de bunu kullanır, elleriyle seçip görev ihsan ettiği YSK’nın buna “hayır” diyecek hali yok ya.

Bahçeli ve Erdoğan

Dış politika ne için yapılır?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya’ya gitti ve Federal Alman Başbakanı Scholz’un gözlerinin içine bakarak ağzının payını verdi.

Yandaş medyaya bakarsak, bu tablo, “yurtta, yavru vatan Kıbrıs’ta ve dış temsilciliklerimizde” kutlanması gereken bir zafer!

“Diklenmeden dik duran uzun adam” böylece Haçlıların ağzının payını verdi, hem de bunu kendi memleketlerinde yaptı!

Bu tablonun Alman Başbakanı ne kadar üzdüğünü bilmiyorum. Bununla ilgili bir habere rastlamadım. Kim bilir belki de sevinmiştir, onu da bilmiyorum.

Ama Türkiye açısından bakınca bunun pek de öyle zafer gibi kutlanacak bir durum olmadığı ortada.

Politika, sorunlara çözüm bulmak için yapılır.

Bizim politikacılarımız için ise önemli olan kayıkçı kavgasıdır. Kayıkçı kavgasını kazanıp, Türkiye’nin imkanlarını kendine ve yandaşlarına akıtmak için politika yapılır. Bugüne kadar bunun tersine tanık olmadık. Temel sorunlarımızın hala ortada dimdik duruyor olmasının nedeni budur.

Dış politikanın amacı da diğer ülkelerle olan sorunlarımızı çözmektir; sınırlarımızın ötesinde bizden bağımsız olarak gelişen bazı konulara çözüm yaratmak da bunun bir parçasıdır.

Ancak Erdoğan için dış politika bu değil. O dış politikayı da bir tür kayıkçı kavgası olarak görüyor ki bunu iç politikada kullanabilsin.

Nitekim, Erdoğan’ın, Scholz’u deyim yerindeyse “fırçalaması”, Filistinli mazlumların sorununu çözdü mü? Ya da çözülmesi yolunda bir umut ışığı yarattı mı? Almanya, İsrail’e silah satmayı, para vermeyi vs. kesecek mi?

Bu soruların yanıtları olumsuz.

Almanya, hava savunması konusunda tarihinin en zayıf konumuna gerilemekte olan Türkiye’ye uçak satışına izin verecek mi? Vermeyeceği anlaşılıyor.

Erdoğan ile Scholz arasında konuşulan ve açıklamalara bakılırsa çözüme en yakın olan konu “yasadışı göçmenleri Türkiye’ye iade etmenin hızlandırılması”!

Demek ki Scholz’un dış politikaya yaklaşımı, Erdoğan’ınkine göre daha iyi sonuç vermiş. Almanya için önemli bir problem çözüm yoluna girmiş.

Peki Türkiye hangi sorunlarını çözebilmiş?

Yanıt yok.

Erdoğan’ın görevi sorunları diplomasi içinde çözmek mi, oralara gidip gazetecilerin karşısında kabadayılık yapmak mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Federal Alman Başbakanı Olaf Scholz

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çürümenin vardığı yer

Devletin kurumlarının ne hale geldiğini görüyor musunuz? Suç örgütleri, polisin içinde neredeyse cirit atıyor. Polisler tarikatlarına bağlılık derecesine göre terfi ediyor, akıl almayacak paralar havada uçuşuyor. Öte yandan savcılar katilleri koruyor, siyasal bir cinayetin derinlemesine araştırılmasının önüne geçiliyor

“Sivil siyaset” daha ne yapsın?

Takılmış plak gibi hep aynı şeyi çalıyor: Sivil Anayasa, sivil Anayasa! Mevcut olanın neresini “askeri” buluyor, onu söylemiyor. Aslına bakarsanız tek bir derdi var: Bugünkü tek adam rejimini kalıcı hale getirebilmek!

Amaç ajan yakalamak değil, eleştiriyi susturmak

Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kamu düzenini “eleştiri kisvesi altında” kötüleyerek “kara propaganda yapmak” casusluk gibi değerlendirilip, cezalandırılacak. Memlekette o kadar çok ajan cirit atıyordu ve savcılar da elleri kolları bağlı onları seyrediyordu ki artık bu bir problem olmaktan çıkacak. Neyin “kara propaganda”, neyin “eleştiri”, neyin “haber” olduğuna da doğal olarak onlar karar verecek