12 Şubat 2024

“Demokrasi Tramvayı” garaja çekilecek!

Bu yıl bitmeden bütün üyeleri AKP–MHP koalisyonu tarafından belirlenip, Erdoğan tarafından atanmış bir Anayasa Mahkemesi olacak

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını istiyor.

Cumhurbaşkanı adına danışmanları da Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurular ile ilgili yetkilerinin kısılması gerektiği görüşündeler.

Saray’da Cumhurbaşkanı’ndan izinsiz nefes almanın bile yasak olduğunu bildiğimiz için bunun doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı’na ait bir görüş olduğunu da varsaymalıyız.

Dışardan bakıldığında mevcut otokrat idarenin Anayasa Mahkemesi’nden kapatmaya kadar varacak düzeyde şikayetçi olmalarının bir mantığı yok.

Bu yıl bitmeden bütün üyeleri AKP–MHP koalisyonu tarafından belirlenip, Erdoğan tarafından atanmış bir Anayasa Mahkemesi olacak.

Ama belli ki buna rağmen Anayasa Mahkemesi ile ilgili kuşkuları var.

“Bizdendir” denilerek seçilmiş üyelerin bile günün birinde hukukçu olduklarını hatırlamalarından endişeleniyor olmalılar.

Nitekim bireysel hakların kullanımı ile ilgili olarak verilen kararlarda bazı üyeler, hukukçu olduklarını hatırlayabildiler. Belli ki sıkıntının temel kaynağı bu.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AYM Başkanı Zühtü Arslan, AYM'deki yemin töreninde

Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurular ile ilgili yetkilerinin sınırlandırılması, kaldırılması ya da her ne isim verilecekse değiştirilmesindeki amaç ne olabilir?

Bunun için mahkemenin bireysel başvurular ile ilgili olarak verdiği kararlara bakmak gerekir.

AYM’ye bireysel başvuru hakkının getirildiği 23 Eylül 2012 tarihinden 31 Aralık 2023 tarihine kadar geçen süre içinde Anayasa Mahkemesi’ne 579 bin 754 bireysel başvuru yapıldı.

Bunun yarıya yakını, 217 bini, son iki yıl içinde yapılmış. Niye acaba? Türkler son bireysel başvuru hakkının farkına son iki yılda fark edip, delirdiler mi? Yoksa son iki yılda partizanlaşmış yargı, hızla demokrasiden uzaklaşan otokratik idare mi buna yol açtı?

12 yılda bireysel başvuruların yaklaşık üçte biri “makul sürede yargılanma hakkı” ile ilgili.

İddianamesi bile yazılmadan senelerce hapiste tutulan insanların elindeki bir umut alınmak isteniyor belli ki.

AYM’nin verdiği ihlal kararlarında ikinci sırada “adil yargılanma hakkı” var.

Bunu mülkiyet hakkı, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkı, özel hayatın korunması, kötü muamele yasağı gibi ihlaller takip ediyor.

Belli ki Erdoğan rejiminin sorunu esasen vatandaşlarının temel haklarını kullanmak istemeleri.

Beğenmediği fikirlerin açıklanmasını istemiyor, vatandaşların protesto haklarını kullanmasından rahatsız, herkesin özel hayatına burnunu sokmaya eğilimli, insanlara işkence ve kötü muamele yapılmasını normal buluyor, işkencecileri korumak istiyor.

Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurular ile ilgili yetkilerinin sınırlandırılması isteğinin arkasında bu var.

Bütün üyelerini tek tek “bizdendir” diye seçtiği halde işini şansa bırakmak istemiyor.

Böylece “Dincilerin (dindar değil, dinci!) iktidarda olduğu yerlerde demokratik bir yönetim kurulabilir mi, demokratik haklar güvence altında olabilir mi” gibi soruların yanıtını da bir kez daha kuşkuya yer bırakmayacak şekilde almış oluyoruz.

Erdoğan’ı bu süreçte hiç olmazsa açık sözlü olduğu için tebrik edebiliriz; “demokrasi istediğim yerde inebileceğim bir tramvaydır” dediği ve bunu saklamak gereğini duymadığı için.

Belli ki tramvay son durağa geleli çok olmuş, artık tamamen garaja çekilmek isteniyor. Garajdan bir daha ne zaman çıkar, Allah bilir.

***

Umarım El Beşir’i hatırlamazlar

Umarım, İsrail’i savunan avukatlar Türkiye’nin “beyanına”, “ama siz de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırımla suçlanıp, ceza alan adamı yıllarca tepenizde taşıdınız” demezler
İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda açılan dava

İsrail’in Filistin’de soykırım suçu işlediğine ilişkin Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından açılan davaya Türkiye’nin de dahil olmasına karar verilmiş.

Bu kararı kim aldı, nasıl bir avukat grubuyla Uluslararası Adalet Divanı’nda beyanda bulunulacak, AA’nın konuyla ilgili haberinde bunlarla ilgili bir ayrıntı yoktu.

Sadece Türkiye’nin 26 Şubat’taki duruşmada “beyanda bulunacağı” belirtilmişti.

Güney Afrika bu konuda başvuruda bulunmak üzere hazırlıklara başladığında, “neden Türkiye de bu yola gitmedi” eleştirilerini “AKP’li hukukçular” şöyle yanıtlıyorlardı:

“Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı’nın zorunlu yargı yetkisini tanımadığı için Güney Afrika gibi dava açamaz.”

Laf aramızda bu cümledeki “AKP’li hukukçular” tanımı bir an için oksimoron gibi göründü gözüme, ama konumuz bu değil. (Oksimoron: Birbiriyle zıt iki kavramın bir arada kullanılması.)

O zaman gerçek hukukçular bunun doğru olmadığını anlatmaya çalışmışlardı, demek ki aradan geçen süre zarfında “AKP’li hukukçular” konuyu ancak kavrayabilmişler.

İsrail’i yöneten faşist çetenin uzun vadede de olsa cezalandırılmalarını sağlayabilecek bir hukuki girişimin ilk adımına geç de olsa katılmak doğru bir şey.

Umarım, İsrail’i savunan avukatlar Türkiye’nin “beyanına”, “ama siz de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırımla suçlanıp, ceza alan adamı yıllarca tepenizde taşıdınız” demezler.

Sudanlı katil, soykırım suçlusu Ömer El Beşir, bir ara Erdoğan’ın can dostuydu, Türkiye’den başka bir ülkeye gidebilmesi mümkün olmadığı için Ankara’dan ayrılmıyordu.

Yeri gelmişken tekrar hatırlatayım dedim.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Asgari ücreti unutun, Kudüs’ün fethi yakın!

Önümüzdeki aylar boyunca Esad’ın devrilmesinden siyasi kazanımlar elde edebileceği ile ilgili hamasete gaz verilecek, dini ve milli duygular köpürtülecek. Bu politika, Erdoğan yönetimine, ekonomideki beceriksizliklerini örtmek için ihtiyaç duyduğu illüzyonu sağlayabilir mi?

Yolsuzluk ekonomisinin bedelini ücretli öder

Asgari ücretin daha yüksek belirlenmesinin, enflasyonla mücadeleye zarar vereceğini savunanlar var. Eğer Türkiye’deki enflasyonun işçi ücretlerinden kaynaklandığına inanacak olursanız bu görüşlere hak verebilirsiniz. Oysa ekonomide kötü giden her şeyin bir tek sorumlusu var: Recep Tayyip Erdoğan

Erdoğan muradına erecek gibi

Suriye’deki gelişmelerin ardından AKP il kongrelerinin öne alınması da hesaba katılırsa ekonomide düzelme sinyalleri gelmeye başladığı anda öne alınmış bir seçim için konuşmaya başlayacağız gibi görünüyor

"
"