23 Şubat 2021

Cumhurbaşkanı'na tuzak mı kurdular?

Kandil'den yönetilen PKK, o kadar güçlenmiş ki ABD'de kongre binası basmaya kadar işi vardırmış, öyle mi? E hani inlerinden çıkamayacak hale getirmiştik bu örgütü?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Trump yanlısı çetelerin ABD'deki kongre binasını basmaları olayında PKK'nın da parmağı olduğunu söyledi.

Bu konuyla ilgili cümlesi aynen şöyle:

"Nitekim Amerikan Kongresi'ne yönelik menfur eylemde başı çekenlerin, bölücü örgütün Suriye kolu YPG / PYD ile bağlantıları ortaya çıkmıştır."

Bu sözleri söyleyen kişi TC Cumhurbaşkanı olduğuna göre, güçlü bir istihbarat almış olmalı.

Yani bu bilgiyi, ilgi çekmek için uydurmadığını varsaymak zorundayız.

Yani Kandil'den yönetilen PKK, o kadar güçlenmiş ki ABD'de kongre binası basmaya kadar işi vardırmış, öyle mi?

E hani inlerinden çıkamayacak hale getirmiştik bu örgütü?

Milli Savunma Bakanı ve İçişleri Bakanı bizleri mi kandırıyor, Cumhurbaşkanı'nı mı?

Cumhurbaşkanı'nı bu sözleri söylemeye yönelten istihbarat, belli ki ona çok ikna edici gelmiş.

Ama bana öyle geliyor ki bu da "camilerimizi ahıra çevirdiler" türünden bir palavra.

PKK bu kadar güçlenmiş ve ABD'de kongre basmaya kalkışanlarla işbirliği yapabilir hâle gelmiş olamaz.

Bu mümkün değil.

Yine dönüp, Saray'da bu konuşmaları kim yazıyor sorusuna geliyoruz.

Saray'da Cumhurbaşkanı'nın konuşmalarını yazanların amacı nedir, ne yapmak istiyorlar, gerçekten merak ediyorum.

Bu noktada, Saray'a bir sızma olmadığına emin misiniz?

* * *

AKP'nin "kutsal" devleti

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili gibi iki sıfat taşıyan Mehmet Uçum, İletişim Başkanı Fahrettin Altun'a yönelik eleştirilere çok kızdı.

Altun'un zaman zaman bir politikacı gibi açıklamalar yaptığına yönelik eleştiriler üzerine söylediği şu cümleyi not ettim:

"Hiç kimse bu ülkede İletişim Başkanlığı kurumundan hesap soramaz."

Bir tartışma programında, televizyonda söylediği şu sözleri okuyalım:

"Bugün Fahrettin Bey olur yarın Ahmet Bey olur, başkası olur. Sonuçta devletin ihtiyaçları üzerinden ortaya koyduğu yaklaşıma 'hesap vereceksiniz' demek devletten hesap sormak demektir. Eleştirileri oradaki sorumluluk üstlenmiş aktörler üzerinden yapabilirsiniz, gerekli duyuruları yapabilirsiniz. Ama kurumsal olarak bu yapıları karşınıza alırsanız siz devleti karşınıza almış oluyorsunuz."

Anladığım kadarıyla Uçum Bey'in "devlet" anlayışı, devletin kutsal bir varlık olarak tanımlandığı rejimlerde ve dönemlerde kalmış.

Kendisi aynı zamanda "hukuk politikaları kurulunda" Cumhurbaşkanı'nın yardımcılığını yürütüyor.

Bu durumda Cumhurbaşkanı'nın, kendisinden hesap sorulmasına neden sinirlendiğini de daha iyi anlayabiliyoruz.

Çünkü bu işleri kendisine lisanı münasiple anlatması gereken kişi de bu tür eleştirilere sinirleniyor!

Uçum Bey, fikirlerini bir resetlese hem kendisi açısından hem de danışmanlık hizmetini sunduğu kişi açısından çok yararlı olacaktır.

Türkiye'deki rejim, hibrit bir rejim.

Bir bakıma demokrasi var, serbest seçimler filan yapılıyor ama öteki tarafta bireysel haklar keyfi kararlarla sınırlanabiliyor.

Yargı bağımsız değil, idarenin emrinde olduğu için vatandaşların devlet gücü karşısında savunma olanakları sınırlı.

İdare hiçbir şekilde şeffaf değil. Bütçe hakkını adeta gasp etmiş durumda, hesap vermeden bütçeyi yönetebiliyor.

Hibrit derken bunu kast ediyorum, diktatörlük desen değil, demokrasi desen hiç değil.

Ve gördüğünüz gibi "hukuk politikaları kurulu başkan vekilinin" devlet anlayışı da bir demokrasiden daha çok totaliter rejimlerin hukuk anlayışına yakın.

Demokrasinin olanaklarını kullanarak seçimle iş başına gelmiş liderlerden bazılarının zamanla demokrasiden uzaklaşarak otoriterliğe kaymalarının bir sonucu, kendilerini devlet denilen soyut kavramla özdeşleştirmeleridir.

Böylece kendilerini eleştirilemez bir konuma yerleştirirler.

Devlete atfedilen kutsiyeti kendilerine koruyucu bir zırh haline getirirler.

Anladığım kadarıyla Uçum'un bunu televizyonlardan açık açık anlatmaya başlaması, demokrasiden giderek uzaklaşılacak yeni bir evreye geçişin de işareti.

* * *

Kitap fiyatları kampanyası üzerine

Sosyal medyada kitap fiyatlarının düşürülmesine yönelik bir kampanya başladığını, Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı'nın açıklamasından öğrendim.

Katılımcılar kitap fiyatlarının indirilmesini öneriyorlar. Hatta içlerinde kitapların 1 liraya satılmasını isteyenler de var. Eğer böyle yapılırsa Türkiye'de kitap okumayan kalmazmış.

Merak ettim, kampanyayı düzenleyenler yazarların, çizerlerin, çevirmenlerin, yayınevi editörlerinin havadaki toz ve nemle beslendiğini mi zannediyorlar?

Diyelim ki bu işleri yapanlar mutasyon geçirdiler, havadaki nem ve toz ile gayet iyi beslenebiliyorlar.

Çoluk çocukları ne yapacak, hangi evde oturacaklar filan sorularını da belli ki kendilerine sormamışlar.

Bunların dışında, bir kitabın okuyucuya ulaşmasını sağlayan, adlarını bilmediğimiz çok sayıda insan var. Dağıtımcılar, perakende kitap satıcıları, matbaa işçileri, grafikerler, dizgiciler... Hangi birini sayayım, bilemedim.

Bir kitabın fiyatının içinde bu insanların emeği de var.

En önemli girdisi kağıt olan bir sektörden söz ediyoruz, bugün vitrine konulan ve iki yıl içinde ancak satılan bir kitabı basmanın finansman maliyetini de unutmayınız lütfen.

Evet, Türkiye'deki birçok ürün gibi kitap fiyatları da enflasyonla birlikte yükseliyor, buna karşılık kitap okuyucularının geliri aynı oranda artmıyor.

Ama bunun çözümü herhalde bir sektörü tümüyle ölme noktasına getirmek de olmamalı.

Sosyal medyada kolayca örgütlenebilen okurlar, neden kitap kulüpleri gibi oluşumlar içinde örgütlenemiyorlar acaba?

Neden yerel yönetimlere ve merkezi idareye yönelik, bölgelerinde kütüphane açılması, kütüphanelere yeni kitaplar alınması konusunda bir kampanya düzenlemiyorlar?

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"