CHP sonunda Parti Meclisi'ni de seçti ve neye benzeyeceğini henüz bilmediğimiz bir "değişim" hedefine doğru yola çıktı.
Seçim yenilgisinden bu yana CHP'de en çok duyduğumuz şey bu "değişim" kelimesi oldu.
Ancak değişim ile tanımlanmaya çalışılan şeyin nasıl bir siyasi pozisyona karşılık geldiğini aradan geçen bunca aya ve iki gün süren kurultaya rağmen öğrenemedik.
Takip edebildiğim kadarıyla kurultaya böyle bir değişim programı sunulmadığı gibi, hayali bir program üzerine de olsa değişim konulu bir tartışma da yaşanmadı.
Parti Meclisi listesi de ortaya çıktıktan sonra artık şunu söyleyebilirim ki "değişim" denildiğinde kast edilen şey sadece bir genel başkan değişikliğinden ibaretmiş gibi görünüyor.
Elbette haksızlık etmek istemem; belki de benim düşündüğüm türden bir değişim programını yeni genel başkan bundan sonra hazırlayacaktır. Bunu bilmiyorum, ancak bununla ilgili bir açıklama da duymadım ve okumadım.
Değişim diye parti üyelerine ve kamuoyuna sunulacak şey ne olacak?
Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Cumhurbaşkanı adaylığına adım adım yürürken ördüğü ittifaklar politikası sırasında çok sözü edilen "partinin eski ayarlarına dönmesi" talebi yönünde bir değişim mi planlanıyor?
Ya da partinin 100 yıla ulaşan tarihi içinde aslında son derece kısa bir döneme (1973 – 1980) tekabül eden "sosyal demokrat" değerlere yönelme yönünde bir değişim mi?
Kim bilir belki de partinin yeni yöneticilerinin kafasında partiyi bugüne kadar hiç konuşulmamış bir ideolojik çizgiye çekme hazırlığı vardır.
Yoksa bu değişimin ne yönde olacağı ile ilgili olarak yeni seçilen genel başkan ve kadrolar da henüz net bir fikre sahip değil mi?
Partinin kuruluştaki ayarlarına dönmesini isteyenler ile sosyal demokrat bir çizgiye yönelmesini savunanların, aynı çatı altında çok uzun süre yaşayamayacaklarını şimdiden söyleyebilirim.
Hangi görüş ağı basarsa bassın, diğerine o partide artık yer olamaz.
CHP'nin bir siyasi parti olduğunu, bir fikir kulübü olmadığını düşünerek bunu söylüyorum.
Siyasi partiler, iç disiplini olan organizmalardır ve demokratik tartışma ortamında tabandan tavana doğru bir politika geliştirilip, bu parti politikası haline getirildiğinde, ona aykırı olan görüşlere artık yer yoktur.
Bizim siyasi parti düzenimizde ise zaten bu demokratik tartışma ortamı da olmaz, program tabandan tavana tartışarak oluşturulmaz, tam tersine tavandan tabana dikte edilir.
Onun için Özgür Özel'in seçilir seçilmez "kimseyi dışlamayacağını" söylemesi, boş bir vaat olmanın ötesine de geçemez.
"Kimseyi dışlamadan, herkesi kucaklayarak" diye başlayan cümleler kulağa hoş gelebilir ancak siyasetin gerçekleri böyle değil.
Partinin ikinci kez kurulmasından itibaren Baykal ile başlayıp Kılıçdaroğlu ile süren sağ oportünist çizgi aynen korunmak isteniyorsa orası başka tabii.
Oportünizm bunu gerektirir zaten: Parti içinde iktidarını korumanı sağlayabilecek herkesi kucakla!
CHP 38. Olağan Kurultayı
* * *
CHP'nin "sol" meselesi
Türk siyasetinde beni en çok güldüren şeylerden biri, Türkiye sağcılarının, Baykal ve Kılıçdaroğlu CHP'sini solcu zannetmeleridir.
Böyle bir inanç var ve sanırım halkımızın bir bölümü de bu inancı (yoksa propaganda mı demeliydim) paylaşıyor.
Bir yanlış bilgiyi düzeltmek için bir kez daha tekrarlamış olayım ki bu CHP'nin sol ile, sol siyaset ile ilgisi yoktur.
1965'te İsmet İnönü'nün politik zorlamalar nedeniyle ortaya attığı "ortanın solu" kavramıyla tanımlanan çizgiyi sol kabul etmenin mümkün olmadığını da söyleyeyim.
İnönü, Abdi İpekçi'ye "CHP bünyesi itibarı ile devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır" demişti ancak bu partinin sol bir çizgiye yönelme çabası Bülent Ecevit'in Genel Başkanlığı döneminde oldu.
28 Temmuz 1974 tarihli Tüzük kurultayında CHP kendisini "demokratik sol" bir parti olarak tanımladı, 12 Eylül 1980 darbesinde de kapatıldı.
O dönemde CHP sola yönelmişti bir yandan "altı ok" yeniden tarif edilmeye çalışılırken özgürlük, emeğin üstünlüğü, halkın kendisini yönetmesi gibi ilkeler de partinin programında boy göstermişti. Partinin oy desteğinin bu dönemde yüzde 41'e kadar çıktığını ekleyeyim.
Partinin Sosyalist Enternasyonal üyeliği ile zirvesine ulaşan bu çaba 12 Eylül ile kesintiye uğradı.
Baykal ile başlayan ve Kılıçdaroğlu ile günümüze kadar gelen ikinci dönemde partinin bu kavramlarla ilgisi de artık kalmamıştı.
Unutmayalım ki Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı seçilip CHP iktidara geçebilseydi, uygulanacağını açıkladıkları ekonomik politika bugün Mehmet Şimşek'in uyguladığının bir türevinden ibaret olacaktı.
Belediyelerde, belediye meclislerinde bu partinin iktidarda olduğu yerlerde sol politikalar ne kadar uygulanabiliyor, partinin işçiler, köylüler ve aydınlar ile ilişkisinin düzeyi nedir gibi soruları sormak, can sıkıcı yanıtlar almaya yol açar.
Onun için Özgür Özel ve arkadaşları bugünkü CHP'den bir sol parti çıkarmak istiyorlarsa, sil baştan bir parti kurmak zorundalar.
Bir yandan "kurucu ayarlara" dönmek, öte yandan neoliberal ekonomik çözümlerin üzerine hümanist soslar dökerek düzenle doğrudan çatışmaya girmekten kaçınmak yeni oportünist savrulmalara yol açar.
Türkiye siyasetinin sol kanadı yok ve bu yokluk sayesinde otoriter sağ popülizm alternatifsiz iktidar olanağını kullanabiliyor.
Türkiye nüfusunun gelirden en yüksek payı alan ilk beşte birlik bölümü, harcanabilir fert başı gelirin yüzde 48'ini alıyor. Nüfusun yüzde 60'ına ise tüm gelirin sadece yüzde 30'unu paylaşmak kalıyor.
Maaşlı ve ücretlilerin toplam gelirden aldığı pay her yıl azalıyor, geçtiğimiz yıl 0,9 puan düştü. AKP iktidara geldiğinden beri bu durum değişmiyor; ücret ve maaşlıların gelirden aldığı pay düzenli olarak azalıyor.
"Müteşebbislerin" aldığı pay bir yılda yüzde 3,5 artarken, sosyal yardımlarla yaşayanlara aktarılan transfer gelirleri yüzde 3,7 azaldı.
Türkiye'nin çözüm bulunması gereken bir numaralı sorunu gelir dağılımının içinde yatıyor.
Nüfusun yüzde 60'ı fakirlikten kırılıyor. Yarısı yoksulluk sınırında ya da altında.
Bu insanların içinde dindarlar da var, seküler yaşam biçimi savunucuları da var, Kürtler de var, Aleviler de var.
O insanları kimlik siyasetine mahkûm etmek, bu çıplak gerçeğin gözlerden kaçırılmasına yol açıyor.
Özel ve arkadaşları, CHP'yi bu insanların haklarını arar, savunur, çözüm önerir hale getirebilirler mi, getiremezler mi?
İşte bütün mesele bu!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|