08 Kasım 2023

Ceza tehdidi varsa basın özgür değildir

AİHM kararlarının da desteklediği gibi ceza tehdidinin varlığı, özgür basın faaliyetinin engellenmesi demek

Cumhurbaşkanlığı'nın yargıda yaşananlarla ilgili olarak MİT'ten rapor istediği yönündeki haberi nedeniyle tutuklanan arkadaşımız Tolga Şardan, itiraz üzerine tahliye edildi ve Ankara'ya görevinin başına döndü.

Tahliye edilen Tolga Şardan, masasının başında

Tolga'nın tahliyesine karar veren mahkeme "yurt dışına çıkış yasağı" koydu.

Buna neden gerek gördüler bilmiyorum.

Tolga'nın yurt dışına kaçmasını gerektirecek bir suç işlemediğini, tutuklama isteyen savcı ve hâkim de dahil herkes biliyor.

Tutuklanmasına gerekçe gösterilen "dezenformasyon kanunu", suçun gerçekleşmiş olması için nelerin gerektiğini belirtmiş.

Haberin tek amacı halk arasında endişe ve panik yaratmak olmalıydı ki bu haberden endişe duyması gerekenler, hukuk dışına çıkan adliye görevlilerinden başkası olamaz.

Halkımız bu nedenle endişe duymaz hatta "Adliye pisliklerden temizlenecek" diye mutlu da olur.

Öte yandan bir başka gerçek var ki o da bu kanun çıkarken hedefin gazeteciler değil, "organize olmuş bot hesaplarla yayılan gerçek dışı bilgiler" olacağı söylenmişti.

Ne Tolga'nın yazdığı haber ne de yine aynı kanun gerekçe gösterilerek gözaltına alınan diğer gazetecilerin haberleri bu gerekçeyle ilişkilendirilebilecek haberler.

Tolga'nın tutukluluk halinin kaldırılması ve diğer meslektaşlarımız hakkında tutuklama kararlarının verilmemiş olması, Adliye'nin bu hatalı yorumdan döndüğünü gösteren bir işarettir diye ümit ediyorum.

Ve umuyorum ki Anayasa mahkemesi, halkın haber alma hakkını açıkça engelleyen bu hükmü iptal de edecektir.

AİHM kararlarının da desteklediği gibi ceza tehdidinin varlığı, özgür basın faaliyetinin engellenmesi demek.

Ve bu da hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne hem de T.C. Anayasası'na aykırı.

Özgür basın faaliyetini kısıtlamaya yönelik her girişim, halkın haber alma hakkının engellenmesi demek ki zaten bu da temel bir Anayasal hak.

Ceza tehdidiyle, gazetecilerin çalışmasını önlemek isteyen rejimler, demokratik rejimler değildir.

Tolga Şardan (ortada), avukatları Aslı Kazan ve Serdar Laçin

* * *

Anayasal düzene karşı darbe?

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesi'nin "yetkisini aştığını" düşünüyor.

Onun için de Anayasa Mahkemesi'nin Can Atalay ile ilgili kararına uyulup uyulmaması hakkındaki kararı Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin "takdirine" bırakıyor.

İlginç bir durum bu.

Anayasa'nın 153. Maddesinde çok açık bir ifade ile şu yazıyor:

"Anayasa Mahkemesi kararları, Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar."

Anayasa Mahkemesi'nin verdiği bir kararı beğenmeyebilirsiniz. Kararın, hukuk dışı olduğunu, hatta Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa'yı çiğneyerek sahip olmadığı bir yetkiyi kullandığını bile düşünebilirsiniz.

Nitekim, Motorlu Taşıtlar Vergisi'nin ikinci kez alınması ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararını hemen kimse beğenmedi. Hatta bu kararın, Anayasa'nın eşitlik ilkesini ihlal ettiğini düşünenler de var.

Ancak karar, 153. Maddeye göre kesin ve herkesi bağlıyor. Vergiyi tıpış tıpış ödüyoruz.

"Benim takdirime göre bu kararı uygulamamak gerekir" diyebilme yetkisini haiz bir makam, kişi vs. yok.

Ama Yargıtay'ın Başsavcısı çıkıp, Yargıtay'ın bir dairesine bunu önerebiliyor.

Yanıtlarından kimsenin hoşlanmayacağı iki sorum var:

Anayasa'sı, meşruiyetlerini doğrudan doğruya o Anayasa'dan alan kurumlar tarafından yok sayılan bir ülkeyi bekleyen gelecek ne olabilir?

Anayasal kuruluşları, "Anayasal düzene karşı darbe" sayılabilecek faaliyetler içinde olan bir ülkenin geleceği olabilir mi?

* * *

Yeni müfredat neyi amaçlıyor?

Millî Eğitim Bakanlığı'nın açıklamasına göre ilk okul, orta okul ve lise müfredatı tamamen değişiyor.

Yeni müfredat önümüzdeki eğitim öğretim yılıyla birlikte uygulamaya konulacak.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, "değişiklikle çocuklarımıza gereksiz, düzeylerinin üstünde bir bilgi yüklemesi yapmayacağız, derslerin tamamında sadeleşme olacak" dedi.

Bakan, çalışmalar tamamlandığında yeni müfredat ile ilgili bilgilerin kamuoyuyla paylaşılacağını da açıkladı.

Bu açıklamadan da anlıyoruz ki müfredat, Millî Eğitim Bakanlığı'nda hazırlandı ve tamamlandı. Lütfedip bizlere de açıklayacaklar.

Yusuf Tekin, AKP iktidara geldiğinden beri göreve getirilen dokuzuncu bakan.

Ve Bakan'ın söylediğine göre müfredatın gereksiz bilgilerle dolu olduğu ve çocukların kafalarını gereksiz bilgilerle doldurduğu yeni anlaşılmış!

Bugüne kadar uygulanan müfredatın mükemmel olduğunu elbette kimse iddia edemez.

Lise ve üniversitelere giriş sınavlarının sonuçları da gösteriyor ki eğitim sistemimiz çocuklara esasen hiçbir şey öğretmiyor.

PISA sonuçları da eğitim çağındaki çocuklarımızın, OECD ülkelerindeki çocukların çok gerisinde olduğunu, Türkçe eğitiminde bile ciddi sorunlar yaşadığımızı anlatıyor.

Bakan'ın dediği gibi müfredatın sadeleşmesi, bu sorunu çözecek mi?

Bundan hiç ümitli olmadığımı söylemeliyim.

Çünkü Erdoğan yönetiminin eğitim konusunda tek bir önceliği var: Eğitimi, dini temeller üzerine kurmak.

Seçmeli din derslerinin sayıları ve saatleri artarken, önemli derslerin saatlerinin azalmasının nedeni de bu.

Yeni hazırlandığı açılanan müfredatın temel hedefinin de bu olacağını şimdiden söyleyebilirim.

Dini eğitimi önceleyen bir müfredatın, düşünen, tartışan, sorgulayan nesiller yetiştiremeyeceğini söylemeye gerek yok.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Müstemleke valisi mi, büyükelçi mi?

Suriye gibi ilişkilerimizi son derece hassasiyetle yürütmemiz gereken bir ülkeye meslekten bir diplomat bulunup da tayin edilememiş olması tuhaf... Türkler, Arapların ağabeyi değil. Suriye gibi yeniden ayağa kalkabilmek için yolun başında olan bir ülkeye, daha ilk günden Osmanlı güzellemeleri yapmak, akıllı bir dış politika değildir

“Şeytan” bu cinayetin neresinde?

Sinan Ateş cinayeti “ben bir suç örgütünün eseriyim” diye bağırıyor ama mahkeme heyetinin kulakları ağır işitiyor. Bir örgüt var, o maktulün “ipini çekmeye” karar veriyor ve ip çekiliyor! Hepsi biliyorlar ki bu örgüt, hapishanede yattıkları sürece onlara iyi bakacak, Yargıtay kararı bozunca da hepsi sokaklara geri dönecekler. Bunu beceremezlerse, hapishaneden firar ettiklerini duyarız

Yılbaşı kutlamaları ve “dinciler”

Rüşvet yemek, ihalelerden avanta almak, avanta kapma işine çocuklarını da karıştırmak ve nepotizm toplumumuzda kültürel ve geleneksel bir temele mi sahip ki Diyanet’in aklı sadece yılbaşında başına geliyor?

"
"