05 Kasım 2018

Camiler “besi çiftliği” mi oldu, “mandıra” mı?

Adnan Menderes’in Başbakan olduğu, dönemde yol yapmak, meydan açmak için yıkılan cami sayısı 57

Vaktiyle İstanbul’un en büyük besi çiftliğinin ya da mandıralarının Fatih semtinde bulunduğunu bilmiyordum.

Bu bilgiye ulaşmış olmamı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a borçluyum.

CHP’nin ülkemize yaptığı bitmek bilmez kötülükler dizisinin sonuçları ile ilgili aydınlatıcı bir konuşma yaptı:
“Sadece şu Fatih Suriçi’nde yüzlerce mescidi bunlar kapatarak ahır haline getirmişlerdir. Malatya’da, Antep’te, Konya’da bunu yaptılar” dedi.

Çanakkale 19 Mayıs Üniversitesi’nde görevli “yardımcı doçent doktor” unvanlı ilahiyatçı Abdullah Akın kadar ileri gitmedi tabii.

O eski camilere genelev açıldığını söylemişti, Erdoğan, sadece “ahır yaptılar” demekle yetiniyor.

Fatih'te 169 caminin şu ya da bu nedenle yıkılarak yok edildiğini biliyoruz.

Bunların 69’u yol ve meydan yapmak için yıkılan cami ve mescitler.

50’si deprem, yangın gibi afetlerle yok olmuş durumda.

Geri kalanlar ise ilgisizlik, bakımsızlık, açgözlülük nedeniyle yıkılmış, çoğunun yerinde şimdi apartmanlar ve iş yerleri var.

Adnan Menderes’in Başbakan olduğu, yani CHP’nin değil Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu dönemde yol yapmak, meydan açmak için yıkılan cami sayısı 57.

Yani imar faaliyetleri nedeniyle yıkılan 69 caminin 57’sini DP iktidarı yıkmış.

Bunların arasında 1465 tarihinde inşa edilmiş olan tarihi Murat Paşa Camii’nin bir bölümü, Pertevniyal Lisesi yakınlarında bulunan Tarihi Oruç Gazi Camii, Yenikapı yakınlarında 1479 tarihli Çakır Ağa Camii, Aksaray’da Vatan Caddesi’nin başlangıcındaki Fatih döneminden kalma Camcılar Camii ve çeşmeleri bu tür tarihi eserlerin bazıları.

Buna karşın Fatih’te yüzlerce caminin ahıra çevrildiğini hiç duymamıştım.

Eğer öyleyse, İstanbul ve çevresinin et – süt ihtiyacını uzun süre Fatih semti karşılamış olmalı ki böyle bir şey de hiç olmadı.

İşin aslı şu: İstanbul’un başka bazı tarihi binalarıyla bazı cami ve mescitleri yerel yönetimlerin aldırmazlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ilgisizliği ve kötü şehircilik faaliyetleri ve rant hırsı nedeniyle yok oldu.

Cumhurbaşkanı, farklı bir gerçeklik algısı yaratmaya çalışarak bundan siyasi bir çıkar elde etmeye çalışıyor. Hâlâ işe yarıyor mu, o kadar saf insan memlekette kaldı mı, bilmiyorum.

Bildiğim şudur: Artık ülkeyi yöneten tek yetkili olduğuna göre bir emir versin.

İstanbul’da ve başka kentlerde hangi camiler, ne gerekçeyle ve hangi tarihte yıkıldılar ya da amaçları dışında kullanıldılar, bir envanter çıkarttırsın.

Hepimiz öğrenelim de artık bu “camileri ahıra çevirdiler” palavrasını dinlemekten, konuşmaktan kurtulalım.

***

Magandalar bir günde değişmez

Gazetelerdeki haberlere göre Trafik Kanunu’nun 74. Maddesi değişmiş ve yaya geçitlerinde yayalara geçiş önceliği vermemek suç haline getirilmiş.

Bu haberleri anlayamadığımı söylemek zorundayım.

Sevgili meslektaşlarıma hatırlatmak isterim ki değişen bir şey yok, eskiden de yaya geçitlerinde yavaşlamak ve varsa yayalara yol vermek mecburiydi.

Değişiklik, söz konusu maddeye “kavşak giriş ve çıkışları” ibaresinin eklenmiş olması.

Arkadaşlarıma önerim şudur ki, Meclis’te bir kanunun değişmesinden söz edilirse, ilk iş kanunun eski haline de bir göz atın ki grup başkan vekilleri sizleri kandıramasın.

Peki şimdi ne olacak? Yaya geçitlerinde durup, geçmekte olan yayalara yol verdiğimizde arkamızdan kornaya asılan magandalar bir gecede terbiye mi edilmiş oldu?

Hayır, böyle bir şey olmadı. Onlar yine kornaya basacaklar, onlar yine geçip gidecekler.

Çünkü asıl olan kanunun ne yazdığı değil ne yazık ki.

Yakalanıp, cezalandırılma olasılığı nedir?

Her yaya geçidinin başına trafik polisi dikemeyeceğimize göre, bu korkunun sürücülerin içine işlemiş olması gerekir ki kanun işe yarasın.

Trafik polisinin bulunduğu kavşaklarda bile kesişen yolu işgal etmeye, kavşakta ikinci – üçüncü şeridi oluşturmaya, yaya kaldırımında yayaların üzerine motosiklet sürmeye korkmayanlar, polisin bulunmadığı yerde mi korkacaklar?

Sürücüleri ve yayaları, Trafik Kanunu’na uymak zorunda bırakmanın tek yolu cezalandırılma olasılığının yüksek olmasıdır.

Oysa bizim trafik polisimiz, yola pusu kurmayı trafik kontrolü zannediyor.

Onun için kanuna ne yazarlarsa yazsınlar, bir şey değişmeyecek.

Siz yine de karşıdan karşıla geçerken kendi tedbirinizi alın. Önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa bakın, yol boşsa öyle geçin, kanuna güvenmeyin derim.

***

İhaleleri dağıtanı da unutma!

Milliyet gazetesi yazarı Talat Atilla’nın bildirdiğine göre , Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, görevi için tebrik etmeye gelip kendisinden ‘ekonomik imkânlarını yükseltecek bir şeyler’ isteyen akrabasını makamından kovmuş.

Oktay, kendisinden torpil isteyen akrabalarına “Tüm ihaleler internet sitelerinde yayınlanıyor. Kahvenizi içtiyseniz güle güle!”  demiş.

Fuat Oktay’ı kutluyorum, söz konusu densiz akrabasına hak ettiği gibi bir yanıt vermiş.

Ancak öte yandan şunu da söylemek zorundayım ki akraba bu isteğinde çok da haksız değil.

Çünkü AKP’nin iktidarda bulunduğu şu son 16 yılda hepimizin öğrendiği bir şey varsa o da devlet imkanlarıyla akraba, dostlar ve yandaşların ihya edildiğidir.

Çoluk çocuk bir anda zihin açıklığına kavuşup gemiler, binalar sahibi olmadı.

Her iktidar döneminde olduğu gibi bu iktidar döneminde de iktidar sahipleri kendi zenginlerini yarattılar.

Bunun için hazine ve kamu ihalelerinin yarattığı olanakları sonuna kadar kullanmakta beis görmediler.

İhale Kanunu, bu 16 yılda onlarca kez değiştirildiyse, bunun bir nedeni olmalı, değil mi?

Fuat Oktay’ın bu örnek davranışını alkışlayalım ama böyle taleplere yol açan şeyin bizzat bu iktidarın uygulamaları olduğu gerçeğini de aklımızdan çıkarmayalım.

Tagore’un çok bilinen "Aleve aydınlığı için teşekkür et... Ama tükenmeyen bir sabırla gölgede durarak lambayı tutanı da unutma" sözünü duruma uyduruyorum:

“Fuat Oktay’a dürüstlüğü için teşekkür et... Ama tükenmeyen bir sabırla ihaleleri dağıtarak yandaş zenginler yaratanı da unutma!”

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"