Ernest Hemingway ki şu anda yaşıyor olsaydı 121 yaşını bitiriyor olacaktı, "içki içmek, günü bitirmenin en iyi yoludur" demişti.
Toprağı bol olsun, bu sürenin ancak yarısı kadar yaşayabilmiş, 62 yaşında sevdiği her şeye veda etmek zorunda kalmıştı.
Ona öykünerek "içki içmek, yılı bitirmenin en iyi yoludur" diyebilirim tabii ama yazıya böyle girmemin nedeni alkol tüketimini teşvik etmek değil.
Zaten, aşırıya kaçıp çok içerek tadını kaçırmak, bu değerli ürün için harcanan emeğe karşı yapılmış bir saygısızlık sayılmalıdır.
Bir kadeh viskinin, bardağınızın içine girene kadar geçirdiği süreci, o süreçte harcanan insan emeğinin yoğunluğunu anlatabilmem zor; belki siz hayal edebilirsiniz.
Onun için içkiye ve onu üreten emeğe, önce içerken saygı duymak gerekir.
Hemingway, 62 yaşında hayatını kaybetmişti ki bunda aşırı alkol tüketiminin de rolü olduğunu düşünmemiz için çok neden var.
Gördüğünüz gibi, yılın son yazısını yazarken bende de yaşımdan beklenmemesi gereken bir bilgelik hâli ortaya çıktı.
Bunun suçlusu ben değilim; adeta üzerime boca edilen SMS ve WhasApp mesajları. Instagram filozoflarını da eklemeliyim bu listeye.
İki – üç gündür cep telefonuma bakarken yurdumun insanlarının ani bir aydınlanmaya maruz kaldığını düşünüyorum.
Tabii bütün mesajlar aynı derinlikte değil: Ancak "sepet sepet yumurta" dörtlüğü ile yarışacak çapta felsefi çözümlemeler çoğunlukta.
"Zaman, bekleyenler için çok yavaş, korkanlar için çok hızlı, yas tutanlar için çok uzun, sevinenler için çok kısadır. Ama sevenler için sonsuzluktur" gibi, insana bir tür sınava girdiğini hissettiren "captionlar" da var.
Bu kadar derini ile yarışamayacağım için yanıt olarak birbiriyle tokuşan iki şampanya kadehinden oluşan bir emoji yolluyorum. Olur da sözü yanlış anlamışımdır, bir pot kırmayayım diye!
Bu tür mesajları paylaşan arkadaşlarıma "kes – yapıştır filozofu" diye takılıyorum.
İster "seviyorum ama kimi" tadında olsun, ister anlamak için bir iki dakika ayırmanızı gerektirecek karmaşıklıkta olsun, bütün mesajların ortak özelliği, "işte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri" kıvamında!
Bir yıl daha bitiyor, ömrümüzün duvar takviminden bir yaprak daha yırtılıyor, kaç yılbaşı kaldı daha filan derken, gözümün önüne Undoing dizisindeki Hugh Grant geliyor.
"O bile yaşlanınca böyle olduysa, ben kim bilir nasıl olacağım" diye Mustafa'ya sordum, "kendini şimdi genç mi sanıyorsun, evdeki aynayı kırdın mı yoksa" diyerek, tadımı tuzumu kaçırdı.
Desen: Selçuk Demirel
Oysa ben yüzümdeki bazı işaretleri ve bir daha asla futbol oynayamayacağım gerçeğini, olgunlaşma kavramıyla açıklamaya çalışıyordum.
Aynaya baktığımda geçip gitmekte olan bir gençlik değil, her sorunun yanıtını bulmuş, her derdin devasını öğrenmiş, hayatın sırrına vâkıf olmuş bir "karizma" görüyorum.
Bu cümledeki megalomaniyi, noktasını koyduktan hemen sonra fark ettim ama mademki yazdım, bunu sizlerden saklamak için silecek de değilim!
Okuyucu velinimetimdir, ondan bunu saklamamalıyım diye düşündüm.
Konuyu değiştireyim hemen, zaten, bir Yunan atasözü diyor ki, "seven kalp daima gençtir!"
İsterseniz güzel bir manzara fotoğrafının üzerine bunu yazıp, Instagram'a salabilirsiniz, balık bilmezse, halik bilir değerini!
Zaman hızla geçiyor, bir yıl daha bitiyor, yaşımız ilerliyor. Yüzümüzdeki çizgiler artıyor, vücudumuzu daha az beğenir hale geliyoruz. Ne önemi var?
Önemli olan hayatınızı paylaştığınız kadının/erkeğin sizi nasıl bulduğudur. Siz sevgilinizi nasıl buluyorsunuz? Önemli olan budur. Sevgilinle birlikte yaşlanmak iyidir.
Aradan kaç yıl geçerse geçsin, vücudunda ne türden değişiklikler olursa olsun, onun sende, senin onda gördüğünüz "şey" değişmez çünkü. İnsan kafasında yarattığı hayale âşık olur ve hayaller hiç yaşlanmaz! Öyle ya da böyle, bir yıl daha geçip, gitti işte.
Yeni bir yıla giriyoruz, geçmişin kötü günlerini düşünmektense, geleceğin bize vadettiği güzel günleri hayal etmek daha iyidir.
Sizlere, sevdiklerinizle birlikte her günün değerini bilerek yaşayacağınız mutlu bir yıl diliyorum.
Bu şarkı da benden sizlere, yılbaşı armağanı: