Diyanet İşleri Başkanı’nı savunanlar, Başkan’ın dini bir bilgiyi aktardığını söylüyorlar.
Cumhurbaşkanı da bu kanıda:
"Başkanımız bu açıklamasıyla sadece inancını, ilminin ve yürüttüğü görevin gereğini yerine getirmiştir. Söyledikleri de sonuna kadar doğrudur. Elbette onun sözleri sadece kendini Müslüman olarak tanımlayan kişiler için bağlayıcıdır."
Diyanet İşleri Başkanı’nın sözlerinin, Müslümanlar için "bağlayıcı" olması fikrine takıldığımı söyleyeyim.
Müslümanları neyin bağlayacağı bellidir.
Ve bildiğim kadarıyla Müslümanlık'ta, Allah ile kul arasındaki ilişkiyi tesis etmek amacıyla görevlendirilmiş bir ruhban sınıfı yok.
Onun için de Diyanet İşleri Başkanı mesela Papa değil ki söyledikleri Müslümanları bağlasın.
Zaten eleştirilen konu da Diyanet İşleri Başkanı’nın verdiği dini bilgi değil.
Sadece İslam değil, diğer dinler de eşcinselliğe ve zinaya böyle bakıyor.
Mesele söylediği sözlerin, toplumun bir kesimine yönelik nefret ve kin yaratması olasılığı.
Diyanet İşleri Başkanı iseniz, söylediğiniz sözlerin nelere yol açabileceğini iki kere düşünmelisiniz.
Maide Suresi, 38. Ayeti, Diyanet İşleri’nin tefsirine göre şöyle:
"Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıklarına karşılık bir ceza, Allah’tan bir ibret olarak ellerini kesin. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir."
Diyanet İşleri Başkanı bunu hutbesinde tekrar edebilir mi?
"Edebilir, çünkü Kur’an – ı Kerim böyle diyor" diyebilir misiniz?
Peki bunu söylüyor mu? Kamuoyunun önüne çıkıp bu cezayı savunuyor mu?
Kalbini açıp bakamayız tabii ama buna inandığı halde söylemiyor; çünkü hırsızlığa böyle bir cezanın verilmesi günümüz adalet anlayışı ile çelişiyor.
Eşcinsellik ya da zina için de aynı durum geçerli.
Günümüzde, insan haklarını temeline alan modern hukuk için eşcinsellik de zina da cezalandırılacak suçlar değil.
Zina, Kur’an – ı Kerim’de 100’er sopa ile cezalandırılması gereken bir günah ama modern dünyada artık suç değil.
Bu sadece eşler arasında bir sorun olabilir, sadece o iki kişiyi ilgilendiren bir sorun!
Dolayısıyla laik hukukun geçerli olduğu bir ülkede, kişisel hakları Anayasa tarafından teminat altına alınmış insanlara, ayırımcı ve aşağılayıcı sözler söylemesi, Diyanet İşleri Başkanı’na yakışmıyor.
Din adamlarından kutuplaştırıcı değil, birleştirici olmalarını bekleriz. İslam, "hoşgörü dini" değil miydi?
Ankara Barosu’nun açıklaması anladığım kadarıyla bazı dindarlara hayli sert gelmiş.
Ben olsam o açıklamayı öyle mi yazardım? Sanmıyorum.
Baro, bu açıklamasıyla dini değerleri aşağılayıp, hakaret ederek, Müslümanlara karşı Müslüman olmayanları kışkırtıyor mu? Hayır, öyle bir şey de yok.
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunun oluşabilmesi, görünür yakın bir tehlikenin varlığı ile mümkün.
Bizimki gibi bir ülkede hangi kesim bu tartışmada kendisini tehdit altında hisseder? Eşcinseller mi, Müslümanlar mı?
Görünür ve yakın tehlikeyi kim yaratabilir?
Ve memleketin savcılarının görevi de herhalde vatandaşların sahip oldukları Anayasal hakları, herhangi bir engelleme ile karşılaşmadan rahatça kullanabilmelerini gözetmektir.
Tabii bunları Türkiye’de hâlâ bir Anayasa’nın var ve geçerli olduğu varsayımıyla söylüyorum.
Anayasa, mülga ise o zaman başka!
* * *
Kutuplaştırmak için yeni bahane
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanı’nın sözlerinin tartışılması üzerine, deyim yerindeyse el yükseltti:
"Bu devletimize yapılan bir saldırıdır!"
Hızını alamıyor: "İslam'a karşı kasıtlı bir saldırı halini almıştır."
Durun, daha bitmedi. Şunu da söyledi:
"Milletimizi temsil eden kavramlara böylesine kin duyulabildiğini görmekten üzüntülüyüz."
Baktım, bir tek "bayrak" eksik kalmış.
Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını yazanlar bunu neden akıl edemediler, gerçekten merak ettim!
Diyanet İşleri Başkanı’na desteğini açıklayan Diyanet Sen Genel Başkanı da şöyle konuşuyor:
"Zinanın ve eşcinselliğin zararları ortadayken insan hakları bahane edilerek bunun söylenmesine bile tahammül edilememesi neyin şımarıklığı ve azgınlığıdır."
"Neyin şımarıklığı ve azgınlığı" olduğu sorusunun yanıtını da havuz gazetesindeki bir köşe yazısından alıyoruz: "Laikçi dayatma!"
Hepsi belli ki bir işaret almışlar, tartışmayı buraya çevirdiler:
"Bir azgın laikçi grup var, bunlar milleti zorla eşcinsel de yapacaklar, aman birleşelim, din elden gidiyor!"
Tabii dinin elden gittiği filan da yok.
Elden gitmekte olan "kutsal iktidar"!
Bunun farkındalar ve eski numaraya dönüyorlar: Dindarlara kendilerini tehlikede hissettir, kutuplaştır!
Şimdi buna oynuyorlar çünkü korona sonrası yaşanacak ekonomik çöküşe bir reçeteleri yok.
Onun için siyaseti sertleştirecekler, buna hazırlıklı olun.
Bu tartışmanın bize gösterdiği bu.
* * *
Açmadan önce 2 kere düşün
AVM sevdasıyla kentlerimizi beton ucubelerle doldurtan iktidar öyle görünüyor ki aynı sevdayla, insanların canlarını tehlikeye atmakta sakınca görmüyor.
AVM’cilerin başkanının Sözcü’ye verdiği demece bakılırsa, alışveriş merkezleri 11 Mayıs’ta "kademeli açılış" için hazırlıklara başlamış.
"Kademeli açılıştan" neyi kast ettiklerini bilmiyorum ama dün gelen bir haber, özellikle kapalı alanların yeniden açılışı ile ilgili olarak en az iki kere düşünmek gerektiğini ortaya koyuyor.
Biliyorsunuz Almanya, hastalığa karşı önemli bir başarı elde etti ve salgın nedeniyle uygulanan kısıtlamalarda hafifletmeler yapıldı.
İçinde "alışveriş merkezlerinin açılması" gibi radikal bir karar da yok ama en küçük bir gevşemenin bile maliyetinin yüksek olduğunu böylece görmüş olduk.
Bu kısmi gevşetmeyle bile Almanya’da, virüsün yayılma hızı yeniden yükselişe geçti.
Almanya’nın kamu sağlığı kuruluşu Robert Koch Enstitüsü, 'R' değeri olarak bilinen ve bir kişinin kaç kişiye virüs bulaştırdığını gösteren sayının, bugün itibarıyla yeniden 1’e çıktığını açıkladı.
Geçtiğimiz hafta bu sayı 0,7’ye kadar düşmüştü.
Damat Bakan, alışveriş merkezi sahiplerine ne söz verdi bilmiyoruz ama 11 Mayıs’ta AVM açmak, yeniden başa dönmek gibi bir tehlikeye yol açabilir.
Bilim Kurulu bu işe ne diyecek, tahmin etmek de zor değil ama yine biliyoruz ki Bilim Kurulu’nun bazı önerileri "cebe dokununca" müteahhit sevdalılarının gözü bilim filan görmüyor!