Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında konuştu:
"Bugün dünya nüfusunun yaklaşık 4’te birini oluşturan Müslümanlar maalesef güçleriyle orantılı, siyasi etkiye ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmişlik düzeyine sahip değiller. Çeşitli sebeplerle kendi içine kapanan İslam ülkeleri, imkanlarını ve enerjilerini heba ediyor, boşa harcıyor" dedi.
Bence kendisine şu soruyu sormuş ve yanıtını soğuk kanlılıkla aramış olsaydı, yanlışın da nerede olduğunu görebilirdi:
"Niye İslam İşbirliği Teşkilatı var da, Hristiyan İşbirliği Teşkilatı, Budist İşbirliği Teşkilatı, Yahudi İşbirliği Teşkilatı yok?"
Neden böyle "işbirliği" teşkilatı içinde olmayan mesela Kore gibi ülkeler ilerlerken, "işbirliği" teşkilatı kuran İslam coğrafyasındaki halklar eziliyor, sıkıntı çekiyor?
İslam ülkelerinin asıl sorunu burada yatıyor.
Din, siyasi hayatın merkezinde bulunuyor ancak bu durum, iyi - dürüst bir yönetim kurmaya, ülke kaynaklarının halkın bütününün refahını arttırmak için kullanmaya yaramıyor.
Tam tersine yolsuzlukların üzerinin örtülmesi ve iktidardaki zümreyi her türlü muhalefetten korumak için kullanılan bir baskı aracına dönüşüyor.
Cumhurbaşkanı, İslam dünyasını "sosyal medya ve televizyonlardaki batı kaynaklı içeriklerinin yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan erozyona karşı teyakkuz halinde bulunmaya" da çağırıyor.
Cumhurbaşkanı, sosyal medyayı filan sorumlu tutuyor ancak İslam dünyasını avucunun içine alan en büyük ahlaki erozyon, iktidar gücünü sınırlayacak Anayasal kurumların gelişmemiş olmasından kaynaklanıyor.
İktidar gücü sınırlanamadığı, hukukun üstünlüğü söz konusu olmadığı, medya da bu çerçevede baskı altında tutulduğu içindir ki yolsuzluklar önlenemiyor.
Yolsuzluklar önlenemediği için ülke kaynakları kişileri zenginleştiriyor, milletleri değil.
Ahlaki erozyonun asıl nedeni budur.
İki film seyretti, Instagram'da üç fotoğrafa baktı, beş tweet okudu diye kimse ahlaksız olmaz, endişe etmesine hiç gerek yok.
Tayyip Erdoğan İstanbul'da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına katıldı
* * *
Anayasal hak, idari kararla sınırlanamaz
İstanbul’da, kadınların şiddete karşı düzenledikleri protesto gösterisi, Türkiye’de genellikle olduğu gibi polis dayağı ile son buldu, 7 kişi göz altına alındı.
Şilili kadınların başlattığı bu protesto eylemi, başka ülkelerde de tekrarlanmıştı ama polisten dayak yiyenler sadece Türk kadınları oldu!
Ne de olsa, Türk olmak kolay değil. Bu sıfatı taşıyorsan, bazı zorluklarına da katlanacaksın tabii!
İstanbul Valiliği’nin, polisin şiddet kullanarak gösteriyi dağıtması ile ilgili açıklaması da çok ilginç: "Suç oluşturan sloganlar atmaya uyarılara rağmen devam ettiler!"
Ben de bununla ilgili haberi okurken şöyle dedim: Sen kim oluyorsun da bir sloganın suç olduğuna karar verebiliyorsun?
İstanbul Valiliği, adı üzerinde "yürütme organının" bir uzantısı. İdari bir makam.
Bu makam, bir şeyin suç olup olmamasına karar verebilecek durumda değil.
Bunun için mahkemeler var. "Yargı" yani! Yürütmeden bağımsız olduğu söylenen bir güç.
Valilik, sloganların suç olduğunu düşündüğünde bunu savcıya iletir, savcı hakime gider, işler bir hukuk devletinde böyle yürümelidir.
Vali Bey, bu kararı kendi başına verebiliyorsa "hukuk devletinden" değil, "polis devletinden" söz ediyoruz demektir ki bu da Anayasa’nın, devletin nitelikleri ile ilgili hükümlerinin ihlali anlamına gelir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak, Anayasal bir haktır ve bu hak sadece yargı kararıyla kısıtlanabilir.
İdari makamların bu ve benzeri uygulamalarının Anayasa’ya aykırılığı ile ilgili Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını saya saya bitiremem.
Kısaca özetleyebilirim, Vali Bey internetten kolayca ulaşabilir: Vatandaşlar önceden izin almaları gerekmeden istedikleri yerde toplanıp basın açıklaması, protesto gösterisi yapabilirler. Polisin, şiddete yönelmeyen ve başkalarına zarar vermeyen bir gösteriyi engellemesi hukuk dışıdır, Anayasa’ya aykırıdır.
Kamu yöneticileri, yetkilerini Anayasa ve kanunların dışına çıkmadan kullanmalıdır. Anayasa ve kanunlardan kaynaklanmayan her yetki kullanımı, idarenin meşruiyetine ve güvenilirliğine gölge düşürür. Vatandaşın idare ile olan bağını zayıflatır.
Bunları da ben öğretmeyeyim artık!
İstanbul Kadıköy'de, Şilili kadınların dünyaya yayılan danslı protestosu 'Las Tesis' için toplanan kadınlara polis müdahale etti (Fotoğraf: Aktivist Kamera)
* * *
Doğan Şener
Gazeteci ağabeyim Doğan Şener’i dün kaybettik.
Doğan Şener, basın tarihimizde kuşkusuz ki önemli yeniliklerin mimarı olarak hep yaşayacak, anılacak.
Abdi İpekçi’nin Milliyet’inde, eksikliği görüp Türk gazetelerinin ilk müzik sayfasını yaratan gazeteci Doğan Şener idi.
Milliyet’in Liselerarası Müzik Yarışması’nın yaratıcısı da Doğan Ağabey idi. O yarışma sayısız müzisyeni Türk pop ve rock müziğine kazandırmıştır.
Bu sayfa daha sonra büyüyecek ve Doğan Ağabey unutulmaz Hey dergisini yayın hayatına kazandıracaktı.
Hey dergisi de Türkiye’de pop müziğinin gelişmesinde önemli roller oynadı. Bir müzisyen kuşağının yetişmesinde büyük katkıları oldu.
Hey’in ilk sayılarında okuyucusu olacak yaştaydım, daha sonraki yıllarda Doğan Ağabey’in davetiyle yazarlarından biri de olmuştum.
Doğan Ağabey ile halef - selef olmuşluğumuz da var. Gelişim TV dergisinin yayın yönetmenliğini ondan devralmıştım.
Daha sonra Posta, Radikal ve Milliyet’i yönettiğim yıllarda, sabahın kör vaktinde telefonla arayarak yaptığı ciddi eleştirileriyle de önümü görmemi sağlamıştı.
Değerli bir İstanbul beyefendisini kaybettik, yakınlarının, sevenlerinin başı sağ olsun, Allah rahmet eylesin.