15 Aralık 2020

"Adres kodu" neye lazım?

Adres kodu uygulamasının anlamı, devletin attığınız her adımı kolayca izleyerek, sizinle ilgili bir profil çıkarma olanağına sahip olmasıdır. Ve buna bakarak hayat biçiminizi, hatta siyasi düşüncelerinizi bile tarif edebilmeleri de mümkün. Bu bilgilerle kişilik haklarımızın ihlal edilmeyeceğinin garantisi nedir?

Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü Adres Daire Başkanlığı diye bir makam olduğunu daha önce duymamıştım.

Ve hayır, bu Gogol'e özenilerek uydurulmuş bir makam adı değil. Türkiye Cumhuriyeti'nin İçişleri Bakanlığı'na bağlı bir birim.

Bu dairenin başında bulunan Levent Yazıcı'nın medyaya yansıyan açıklamasına göre bundan sonra memleketimizde artık "açık adres" kullanılmayacak.

Cadde ve sokak isimlerinden, bina ve daire numaralarından, ilçe ve ilden oluşan adreslerin yerini rakamlardan oluşan 9 haneli bir kod alacak.

Bakın Levent Bey ne diyor:

"Vatandaşlar TC kimlik numarası ve açık adresini söylerken tedirgin oluyor. Bu projeyle 20-66-80-308 diyecek, dokuz rakam bu kadar, 'adres kodu' başka hiçbir şeye ihtiyacınız yok."

Devletimizin bizleri bu kadar düşünüyor olması haliyle beni bile duygulandırıyor.

Ancak bu yaşa geldim, şunu da biliyorum: Aziz devletimiz biz vatandaşları için bir şey planlıyorsa, bunun ardında mutlaka başka bir hesap vardır.

Ve o hesap devletin, vatandaşlarını izlemek için dayanılmaz bir istek duymasıyla ilgilidir.

Vatandaşların bireysel güvenliği ile ilgili değildir, kişilik haklarını zedeleme olasılığı da çok yüksektir.

Hatta "vatandaşın işini kolaylaştıracak bir şey asla yapma" cümlesi, Türk kamu yönetiminin temel iç güdülerinden birini tarif eden bir motto bile olabilir.

Onun için Levent Bey'in gönüllere su serpmek amaçlı bu açıklamasını da tereddütle karşıladım.

Bundan sonra kargo işlemlerinden tutun, e - ticaret alış verişlerine kadar adres bildirilmesi gereken her yerde bu kod kullanılacak.

Bu şu anlama geliyor: "Büyük Birader", her adımınızı izleyecek!

"Büyük veri yönetimi" diye yeni bir meslek var, duymuşsunuzdur. Nehir Günce Daşçı da haftada bir T24'te bu konuyu işliyor. İlginç bir konu.

Harvard Business Review Dergisi, "veri bilimciliği" mesleğinin bu yüzyılın en seksi mesleği olduğunu yazmış.

Adres vermenizi gerektiren her işi tek bir kodla yapmak zorunda olmanızın anlamı, devletin attığınız her adımı kolayca izleyerek, sizinle ilgili bir profil çıkarma olanağına sahip olmasıdır.

Evinize ısmarladığınız yemekten, kitaba, internet sitelerinden aldığınız her türlü mal ve hizmete kadar her şeyi kaydedecek bir sistem bu. Banka işlemleri, devlet ile olan işleriniz de cabası.

Bütün bunların bir numara üzerinden yürütülmesi, sizinle ilgili büyük bir veri oluşturur.

Bunun dışında bizler, TC numaramız olmadan da adım atamıyoruz. Bir koca bilgi deposu da o numaralar üzerinden toplanabiliyor.

"Büyük veri yöneticileri" de bu toplanan devasa bilgilerden yola çıkarak, her birimiz için bir profil oluşturabiliyorlar.

Ve bu profile bakarak, nasıl bir hayat biçiminiz olduğunu, hatta siyasi düşüncelerinizi bile çok düşük bir yanılma payı ile tarif edebilmeleri de mümkün.

Eskiden devletin elle yazılmış fişlerle yürüttüğü vatandaş takip sisteminin, dijital çağın gereklerine uyarak modernleştirilip, geliştirilmiş şekli bu.

Dijital fişleme de diyebilirsiniz.

Devletimiz, vatandaşlarını takip etmekten bıkıp, usanmadı.

Öyle görünüyor ki doğru düzgün bir demokrasiyi kurmayı başaramazsak, bu konuda sesimizi kimseye duyuramayacağız.

Kişilik haklarımızla ilgili böyle bir düzenleme yapılırken bile bu sessiz sedasız, bir anda yapılıveriyor.

Her bir vatandaş için bir tek numaranın üzerine toplanacak bilgilerin kötüye kullanılmayacağının, kişilik haklarımızın ihlal edilmeyeceğinin, toplanan bilginin üçüncü şahısların eline geçmeyeceğinin de bir garantisi verilmiş değil.

Sözlü değil, yazılı ve ihlal edenleri ağır cezalara muhatap edecek bir garantiden söz ediyorum.

Ve daha da ilginci, medya da, muhalefet partileri de "su akar, Türk bakar" modunda!

* * *

Bu tehditten "irkilmesi" gereken Erdoğan olmalı

"Suç örgütleri ve suç örgütü yöneticileriyle arasına mesafe koyamayan" MHP'nin genel başkan yardımcısı, bütün HDP'lilerin "itlafı gereken haşere sürüsü" olduğunu söyledi.

"İtlaf" öldürmek anlamına geliyor.

İnsanların topluca "itlafı" da günümüzde Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından en hafif haliyle "insanlık suçu" sayılıyor. Daha da ağırlaşırsa suçun adı soykırım!

Tabii Yalçın'ın sözleri henüz eylem aşamasına geçmedi. Bu konuda nasıl bir hazırlık yaptılar, onu da bilmiyoruz.

Ancak bu sözler, savcılarımızın çok sevdiği Türk Ceza Kanunu'nun 216. Maddesinin, 1. Fıkrasında tanımlanan suça karşılık geliyor: Halkın bir kesimini, diğer kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik!

Suçun oluşması için "kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike" ortaya çıkmış olması gerekiyor ki bu beylerin temasta oldukları bazı kişilerin sabıkaları bunu olası kılıyor.

Ayrıca "haşere" de diyor ki bu da aynı maddenin 2. Fıkrası gereğince suç.

Muhalefet milletvekilleri için yıldırım hızıyla fezleke yazan savcıları bekledim, tık çıkmadı.

AKP yöneticilerini bir açıklama yaparlar diye bekledim, ses yok.

Oysa bu sözlerden irkilmesi gerekenlerin başında iktidarda olan parti geliyor olmalı.

Bu adamların, Türkiye'yi adım adım 12 Eylül darbesine götüren günlerdeki rollerini hatırlamaları yeterli olacaktır.

O günlerde de CIA'nın darbe planları için kendilerini kullandırmışlardı, şimdi de belli ki bir mahfilden aldıkları işaretle, iç savaş kışkırtıcılığı peşindeler.

Bir siyasi parti, bir diğerinin varlığından hiç hoşlanmıyor olabilir. Bu siyaseten normal bir durumdur.

Bu hoşnutsuzluğu kanla, silahla, öldürmekle, yok etmekle ifade ediyorsa, sorun oradadır.

Siyasi tartışma, siyasi tartışma sınırları içinde kalırsa anlamlıdır; fikir özgürlüğü de o çerçevede sınırsız olmalıdır.

Ancak bunların attıkları nutukta fikir filan yok: Ağızlarını açıyorlar hakaret, kapatıyorlar tehdit!

Cumhurbaşkanı'nı ve partisini buradan uyarayım:

Bunların kuyruğunda kalmaya devam ederseniz, "Allah ve milletimiz affetsin, bizi yanılttılar, aynı menzil – i maksuda gittiğimizi zannediyorduk" diyecek zamanı bile bulamayabilirsiniz.

Anayasa değişikliğinde Reis'in zaaflarından yararlanıp, tuzağa düşürdüler ve dördüncü parti olarak iktidarın küçük ortağı olmayı başardılar.

Şimdi kurdukları tuzak daha büyük ve çok daha tehlikeli! Akıllı olun!

* * *

Meltem Hanım, tebrikler!

Demirören Medya Grubu'nun yöneticisi Meltem Demirören Oktay'ı can – ı gönülden kutlamak isterim ki yönettiği kurum Avrupa Birliği'nin Türkiye ile ilgili son İlerleme Raporu'na girmiş bulunuyor.

Komisyonun 6 Ekim 2020 günü yayınladığı ilerleme raporu, biliyorsunuz ilk kez Türkçeye de çevrilmedi.

Bundan önceki bütün raporlar çevrilir ve Dışişleri Bakanlığı'nın sitesine konulurdu.

Yazılanlardan Reis hoşlanmayacak diye raporu çevirip, siteye koymadılar.

Tabii bu durumda Meltem Hanım'ın başarısı da güme gitti.

Bu raporda ilk kez bir ülkede, bir medya patronunun 43 gazeteciyi, sadece sendika üyesi oldukları için, kıdem tazminatlarını da ödemeden işten attığına dikkat çekiliyor.

Raporun 37. sayfasında bir bölüm de bunun için ayrılmış.

43 gazetecinin kıdem tazminatının üstüne yatacağım diye, AB Komisyonu'nun ilerleme raporunda Türkiye'nin notunu kırdırmaya değer mi, bilmiyorum.

Ama TÜSİAD filan, kendi üyelerinin bu konuda dikkatini çekmeli: Meltem Hanım, değer mi hiç diye!

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"