23 Kasım 2018

Adamın Macar Yahudisi olması önemli mi?

Pardon ama sayın Cumhurbaşkanı, sizi de Türk yargısı içeri atmamış mıydı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Gezi olaylarında teröristlerin finans kaynağı olan bir kişi şu an içeride” dedi.
“İçeride” dediği insan Osman Kavala. Hakkında daha iddianame bile yazılmamış ama Cumhurbaşkanı suçunu biliyor: Teröristlerin finans kaynağı.
Ve arkasından devam ediyor:
“Suçu olmayan, her hangi bir şeye karışmamış olanı niçin kalksın da bizim yargımız içeri atsın?”
Pardon ama sayın Cumhurbaşkanı, sizi de Türk yargısı içeri atmamış mıydı?
Demek ki Türk yargısı suçu olmayanları da “içeri atabiliyor” ve Osman Kavala Cumhuriyet tarihinin ilk örneği olmadığı gibi çok büyük olasılıkla son örneği de olmayacak.
Önce hepimiz, makamımız ne olursa olsun şunda anlaşalım: Masumiyet karinesi diye bir şey var. Bir mahkumiyet kararı kesinleşmeden kimseyi suçlu ilan etmeyelim.
Eğer Cumhurbaşkanı gibi etkin makamlarda olanlar böyle peşin suçlular yaratırlarsa, yargı da bundan etkilenir.
Durduk yerde “adil yargılamayı etkilemek suçu” işlemeyelim.

*

Bunu böylece belirttikten sonra Cumhurbaşkanı’nın aynı konuşmasında en az bunun kadar önemli gördüğüm bir başka konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Cumhurbaşkanı, suçlu olduğunu iddia ettiği Osman Kavala’nın arkasında George Soros’un olduğunu şu cümleyle ifade ediyor: “Arkasında Macar Yahudisi var.”
Soros, Amerikalı bir iş adamı. Parasını orada kazanmış. Eski Doğu Bloku ülkelerinde demokrasi ve açık toplum fikrinin yaygınlaşması için oluşturduğu fonlara servetinin önemli bölümünü aktarmış.
İdeolojik olarak farklı düşünebilirsiniz, nitekim ben de fikirlerinin çoğunu paylaşmıyorum.
Ama aklıma Soros’un “Macar Yahudisi” olduğu da hiç gelmiyor.
Çünkü eğer birisini böyle tanımlıyorsanız, bu tanımlama ile yapmak istediğiniz şey bir tür itibarsızlaştırma ya da aşağılama amacını taşır.
Hangisi ayıp? Macar olması mı, Yahudi olması mı? Yoksa ikisi birden mi?
Dünyadaki genel eğilime ve özel olarak da siyasal İslamcı bakışa göre değerlendirecek olursak, burada vurgu esasen Yahudi olmasına.
Bütün kötülüklerin müsebbibi, pis Yahudi!
Hani “yaratılanı, yaradandan ötürü” seviyorduk?
İnsanları dinlerine ya da etnik kökenlerine göre kategorize etmek, ırkçı / ayrımcı bir tutumdur.
Çağımızda kabul edilebilir bir davranış sayılmamalıdır.
Üstelik biz Müslümanlar, şu anda bunu en iyi anlayabilecek insanlar olmalıyız aslında.
Onun için bu tür şeylerden uzak durmak, önce Müslümanlara düşen bir görevdir.
Sonra bir yerlerde İslamofobi’den şikayet etmeye kalkarsak, bize kendi Yahudi düşmanlığımızı hatırlatırlar, mahcup oluruz.

Sene 2003, Davos: Sol başta George Soros. Karşısında Erdoğan, Egemen Bağış ve Ömer Çelik...

***

Aile terbiyesi ve fikir özgürlüğü

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu aleyhine yaptığı hakaret suçlamasıyla ilgili olarak takipsizlik kararı verdi.
Süleyman Soylu, genellikle yaptığı gibi “bayramlık ağzı ile” konuşmuştu.
“Şerefsiz, alçak, düzenbaz, çirkef, boğazına çıngırak takacağız” gibi ifadelerle süslü, edebi bir konuşma!
Gerçi bu sözleri televizyonda bir dizi kahramanı söylese RTÜK anında cezayı yapıştırırdı ama savcılık böyle düşünmüyor.
Çünkü “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları” böyleymiş!
“Sayın savcım, aman bu dediğinizi Recep Tayyip Erdoğan duymasın” dedikten sonra  şunu belirteyim ki savcılığın verdiği karar doğru.
Çünkü AİHM kararları, kamu hizmetinde bulunanların hakarete de varabilecek ağır eleştirilere açık olması gerektiğini vazediyor.
Her tür eleştiri fikir özgürlüğü ile ilgilidir ve Kılıçdaroğlu da siyasetçi olarak en sert eleştiriye de açık olmalı.
Ama tam burada bir derin nefes alıp, aklınıza geleni yapmaktan vaz geçin ve aynı sözleri yöneticilerimiz için sarf etmeye sakın kalkmayın.
Çünkü savcılıklarımızın çoğunun çifte standardı var: Birisi için hakaret sayılabilecek söz, başkası için sayılmayabiliyor. Aklınızda olsun, AİHM kararlarına o kadar güvenmeyin.
Üstelik de birisini eleştirirken “aşağılık, şerefsiz,  düzenbaz” demek ayıptır, terbiye seviyenizi gösterir.
Suç olmasa bile ilk terbiyenizi almanız gereken aileniz hakkında hoş olmayan fikirler uyanmasına neden olur. Böyle şeyler söylemeyin.

***

Kabataş'taki cinsel fanteziyi hatırladım

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Gezicilerle” derdi bitmiyor.
Önceki günkü konuşmasında, Gezicilerin “sinsilikte, yalanda, iftirada, provokasyonda sınır tanımayan tipler” olduğunu da söyledi.
Gezi protestoları sırasında propaganda amaçlı yalanlar çokça atıldı.
Ama bir tanesi var ki dünya siyasi yalanlar tarihinde kendisine altın bir sayfa edinmiş bulunuyor.
Hatırlarsınız, Kabataş’ta sayıları 60 – 70 civarında olan, üstleri çıplak, deri pantolonlu, elleri eldivenli, başlarında bandanalar olan bir güruh, küçücük bebeğini pusette taşıyan türbanlı bacımızı dövmüş, çocuğunu havaya fırlatmıştı.
Bu vahşiler bununla yetinmemiş, daha sonra yerlerde sürükledikleri kadıncağızın üzerine çişlerini de yapmışlardı.
Kadına yardım etmek isteyen bir ihtiyar dede ile torunu da dayaktan nasibini almış, hastanelik oluncaya kadar dövülmüşlerdi.
Bu yalan uzun süre tedavülde tutulmak istendi ama mum, yatsıya kadar bile yanamadı.
Tarihin en pespaye cinsel fantezisi, tarihin en unutulmaz siyasi yalanı olarak hafızalarımızda tazeliğini koruyor.
Cumhurbaşkanı “Gezici yalanları” deyince aklıma geldi.

Yazarın Diğer Yazıları

Bu disiplinsizlik en ağır cezayı mı hak ediyor?

Teğmenlerin, subay yemini yapılmayacağına ilişkin emre rağmen, bu yemini etmeleri kuşkusuz ki bir disiplinsizliktir. Ancak ellerin vicdanlardan çekilmemesi de yararlı olur: TSK Disiplin Kanunu’nun öngördüğü en ağır cezayı gerektirecek bir disiplin suçu mudur?

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına

Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, Riyad’daki dans gösterisinde Kâbe siluetinin dijital dekor olarak kullanılmasına, “Suud ulemasının sessizliği fecaattir” sözleriyle tepki göstermesini tebessümle karşıladım. Fetullahçılar, her türlü ahlaksızlığı yaparken kendisi Diyanet İşleri Başkanı idi. Bu ülkede yolsuzluğa “hırsızlık değildir” diyen, “rüşvet vermek caizdir” diyen fıkıh uleması bile gördük

İsrail, Kürt kartını açarken düşünelim

“Kürt kartı”, Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bir koz olarak görülüyorsa doğru politika ne olmalıdır? Kürtleri yok saymak mı? Kürtlerin bu ülkeye bağlılıklarını güçlendirecek, ayrılıkçılığı minimalize edecek politikaları kurmak mı?

"
"