26 Ekim 2024

Sonunda kaybolmak olsa da

Kaybolmak bir yetenek olarak kabul edilmeli. Çünkü karşına daha önce hiç görmediğin şeylerin çıkmasını sağlar. Bilinmeyene yolculuk, yaratıcılığın doğasında var. Hata yapmak normaldir, esas anormal olan hiç denememektir!

Yasemin küçükken birlikte oynamayı en çok sevdiğimiz oyun, kaybolma oyunuydu.

Bu oyunu ben uydurdum. Arabaya atlıyorsunuz ve daha önce hiç gitmediğiniz, bilmediğiniz semtlere gidip kayboluyorsunuz.

Oyunun temeli geldiğin yolu kullanarak geri dönmemek. “Bakalım bu nereye çıkıyor?” diye daracık sokaklara dalmak, dik yokuşlara sarmak.

Aslına bakarsanız bu konuda müthiş bir yeteneğim var: Kaybolmak konusunda yani.

Yakınlarım bunu “yön duygumun olmamasıyla” açıklıyorlar ama bu aslında bir yetenek sayılmalı.

Hiç bilmediğin bir semtte karşına neler neler çıkabilir… İlginç bir pastane, bir küçük esnaf lokantası, bir sokak tatlıcısı, saçlarını savura savura kaldırımda yürüyen harika bir kadın, bir mahalle terzisi vs.

O yıllarda en güzel kaybolma yerleri Boğaz’ın iki yakasındaki tepelerdeki gecekondu mahalleleriydi.

Gerçi şimdi onların hemen hepsi “villa siteleriyle” doldu ki bu konuya da daha sonra bir hafta sonu yazısında takılmak istiyorum.

Yani Türklerin, cepleri para görünce, “içinde merdiven olan evlere taşınma tutkuları” üzerine! Bu villaları düzayak yapmıyor olmalarının nedeni bu tutkunun beslediği talep olmalı. Merdivenlerden ine çıka dizleri perişan etme tutkusu!

Bugün gayet havalı sitelere ev sahipliği yapan o gecekondu mahalleleri, Yasemin ve benim için “terra incognita” idi.

İskenderiyeli Batlamyus’u hatırlıyorsunuzdur umarım, onun çizdiği haritalarda (M.S. 100–170 yılları arası) en çok görülen yer adı buydu: Terra Incognita! Bilinmeyen Arazi!

İçimdeki kaşif çok geç doğdu

İnsanoğlunun bilinmeyene olan merakı olmasaydı, bugün acaba nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk?
Tarihçi Aaron Sachs şunu yazıyor:

“Kaşifler daima kayıptırlar çünkü gittikleri yerlerde daha önce hiç bulunmamışlardır. Zaten onlar da tam olarak nerede olduklarını bilmeyi amaçlamazlar. Bana sorarsanız eğer, onların en büyük hüneri hayatta kalacaklarına, yollarını bulacaklarına ilişkin bir iyimserlik taşımalarıdır.”

Yani “içimdeki kâşif” dünyaya bir hayli geç gelmiş bulunuyor.

Çocukken en çok buna üzülürdüm. Her yeri keşfettiler, bana keşfedilecek bir yer kalmadı diye!

Daha önce de yazmıştım, çocukluk idolüm Kaptan Cook idi, James Cook. “Keşifler ve İcatlar Ansiklopedisi”nin onunla ilgili sayfaları neredeyse pançik pinçik olmuştu, döne döne o bölümü okuduğum için.

O yıllarda Antalya’da, bir çocuk için keşfedilmeyi bekleyen yerler hâlâ vardı. Ama o keşifler adımın tarihe yazılmasını sağlayacak keşifler değildi. Falezlerdeki mağaraları, Düzlerçamı’ndaki yılan yuvalarını keşfetti diye kimseyi tarihe kaydetmiyorlar maalesef.

Hata yapma toleransı şart

DDB reklam ajansının efsanevi başkanı Keith Reinhard, görevde olduğu yıllarda her çarşamba ajans içinde bir bilgi notu dağıtırmış. Ajansta çalışan herkese, sıfat ve pozisyon ayırt etmeksizin dağıtılan bilgi notları.
Bu notları çizgili kâğıda ama çizgilerin tersi yönünde yazarmış. Satırlar, birbirine paralel çizgileri dik açıyla kesecek şekilde!

Bunu yapmasının nedeni, ajansta çalışanlara kuralları ve tabuları yıkmanın, yaratıcılıktaki önemini hatırlatmak.

Reinhard bilinmeyene yolculuğu sadece coğrafi keşiflerle sınırlı tutmuyor; yaratıcılığın doğasında olduğunu savunuyor.

Bilinenin ötesine seyahat etmek, duyulmamış olanı araştırmak, korkutucu, basmakalıp zihinlerin ayak basmadığı yerlerden geçerek yol açmak, yaratıcı yeteneğin doğasında vardır

Çizgili kağıda ters olarak yazdığı notlardan biri şöyle:

“Bilinenin ötesine seyahat etmek, duyulmamış olanı araştırmak, korkutucu, basmakalıp zihinlerin ayak basmadığı yerlerden geçerek yol açmak, yaratıcı yeteneğin doğasında vardır. Bu fikir–araştırma keşiflerinin başarıyla sonuçlanacağının bir garantisi olmadığından; kaşiflere arama isteklerini sürdürebilmeleri için, hata yapma toleransı tanınmalıdır.”

Bu hatalardan bol bol yaptım ben de. Patronlarım, o toleransı göstermeselerdi dört gazete ve 30’dan fazla derginin birinci sayılarında adım “genel yayın müdürü” diye geçemezdi.

Günümüzün plazalarında, her şeyi en iyi kendisinin bildiğini zanneden havalı CEO’ların kulağına küpe olsun. Yaratıcı yeteneğin doğasında hiç çiğnenmemiş yollardan yürümek de vardır.

İlk iş ‘‘doğru giriş”i bulmak

Geçen hafta size sözünü ettiğim çizgi roman kahramanı Corto Maltese “Kayıp Kıta Mu” isimli macerasında, volkanik bir okyanus adasında, eski bir tapınağın koruyucusu olan yerliler tarafından kaçırılan bir kadını ararken, yaşlı bir yerli rahiple karşılaşır.

Esasen nasıl çıkacağını bilmediği bir labirentin içindedir. Rahip labirentte ne aradığını sorar. Corto kısaca yanıtlar rahibi: “Bir kadını.” Rahip başını düşünceli düşünceli sallar: “Her kadın bir labirent değil midir zaten?”

Böyle bir cümle kurmak için, bilinmeyen bir adada, adı artık hiç hatırlanmayan gizli kalmış bir medeniyetin, bilge bir rahibi olmak gerekmiyor tabii.

Genel geçer bir düşünce bu, bütün kadınları kapsayan bir genelleme.

“Her genelleme gibi hatalı” diyeceğim ama bu yaptığım da bir genelleme olacak, korkarım ki!

Labirentin içinde saklanan “şeyi” bulabilmeniz için yapmanız gereken ilk iş “doğru girişi” bulmaktır.
Kadınlar da eğer gerçekten birer labirent iseler, kalplerine ulaşabilmek için meseleye nereden giriş yaptığınız önemli olmalı.

Bazen hatalı giriş denemeleri yapabilirsiniz, bu son derece normal. Anormal olan, bunu hiç denememektir.
Hayatımız, seçimlerimizden oluşur, doğru ya da yanlış. Bazen hata yaptığınızı zannettiğiniz bir hareketinizin çok daha sonra aslında en doğru seçim olduğunu da görmüyor musunuz?

Ya da tersi çıkmıyor mu? Doğru seçim yaptığınızı zannettiğiniz ama çok sonra bunun büyük bir hata olduğunu gördüğünüz…

Artık rahibe bir yanıt yetiştirebilirim sanıyorum: Bir kadını ararken bir labirentin içinde kaybolmak hiç de kötü bir şey değildir.

O yolculuk sırasında yaşayacağın heyecan, bazen ulaşmak istediğin yerin sana vereceğinden bile fazla olabilir.

Sonunda kaybolmak olsa da aşkı aramak için yola çıkmaktan daha heyecan verici bir yolculuk olabilir mi?


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı Oksijen'den alınmıştır.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Her kadını beğenen erkekler, kimseyi beğenmeyen kadınlar

Flört uygulamaları da ‘insanlığın’ en temel sorunlarından birine çare getiremedi. İzleyebildiğim kadarıyla erkekler hâlâ her gördükleri kadına asılmaya çalışıyor; kadınlar ise kendilerine askıntı olan bu tiplerden nasıl kurtulup da “iyi aile çocuğu” bulabileceklerini bilmiyor...

Erkek odaklı flört kültürü Trump ve “üç harfli!"

Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

"
"